Emel Yuvayapan-Barış Yıldırım
Oyuncular sahnede, müzisyenler meşkte, maşuklar aşkta ölmek ister. 76 yaşındaki Yunan yönetmen Theodoros Angelopoulos, son filminin çekimlerini sürdürdüğü otoyolda bir motosikletin çarpması sonucu hayatını kaybetti. Büyük sinemacı, sinema “yolunda” öldü.
Angelopoulos 1935 yılında doğduğunda, Yunanistan’da Metaksas diktatörlüğü hüküm sürüyordu ve dünya, tarihinin gördüğü en kanlı savaşa hazırlanıyordu. Babasını bu sıralarda, 9 yaşındayken kaybetti. Sanatla ilk teması babasının ardından yazmaya başladığı şiir üzerinden oldu, ama amcası gibi hukuk öğrenimi görmek üzere Atina Üniversitesi’ne girdi.
Lévi-Strauss’un öğrencisi
Askere gitmek üzere bıraktığı okuluna hiç dönmeyecekti. Edebiyat, film ve antropoloji okumak üzere Paris’e, Sorbonne Üniversitesi’ne gitti. Lévi-Strauss gibi önemli bir yapısalcı düşünür ve antropoloğun öğrencisi oldu. Kimileri filmlerinde kol gezinen mitoloji izlerini bu etkiye bağlayacaktır.
1962’de oldukça önemli kabul edilen Fransız film akademisi IDHEC’e girdiyse de daha bir yıl geçmeden “küstahlığı ve disiplinsizliği” yüzünden atıldı. Kollarını sıvayıp sinemanın mutfağına dalması da bunun üzerine oldu. Antropoloji geçmişine de sahip belgeselci Jean Rouch’tan “sinema gerçek” (cinéma vérité) eğitimi aldı. Brecht’in tiyatroda yaptığına benzer bir biçimde, sinemanın üretim sürecini de filme dahil eden bu akımın etkileri Angelopoulos sineması açısından kalıcı oldu.
Fransa’da kısa filmler çektiyse de bir sinema ikonu olarak belleklerimize yerleşmesi 30’lu yaşlarının ortalarında anayurduna ve “anaşehri” Atina’ya dönmesinden sonra gerçekleşti. 1964’te bir öğrenci gösterisi sırasında polis saldırısına uğrayınca verdi bu kararı. Ülkesine döndüğünde daha sonra cunta tarafından kapatılacak bir gazetede film eleştirileri yazmaya başladı.
Onun filmlerinde müzik hep önemli bir yer aldı. Bugün Sonsuzluk ve Bir Gün filminin müziğini herhangi bir kafede duyabiliriz, filmi izlemeyen birçoğumuz Eleni Karandirou’nun bu güzel ezgisini tanır, bilir.
Angelopoulos ilk uzun filmini de 1970 yılında bir başka besteci Vangelis için yaptı. Sonraki 40 yıl Balkanların bu büyük “göz”ünün dünya sinema tarihine kazıdığı “bakış”larla döşenecektir; 1995 yılında Cannes’da Altın Palmiye alan Ulis’in Bakışı başta olmak üzere…
Son modernist
Michelangelo Antonioni ve Ingmar Bergman’ın bir devrin kapanışı ilan eder gibi aynı gün, 2007 yılının 30 Temmuz günü ölümlerinin ardından pek çok yayın organı Angelopoulos’u “yaşayan son modernist yönetmen”, “modernist sinemanın son temsilcisi” ilan etmişti. Filmlerinde modern toplum eleştirisinin ön plana çıktığı bu yönetmenler özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda yoğun olarak film üretmişlerdi.
Rasyonel aklın, modernleşmenin insanlığı yıkıma sürüklediği, iki dünya savaşının yaşanmasına neden olduğu, doğayı, insan ilişkilerini sürekli olarak tahrip ettiği savı bu filmlerin en önemli motiflerindendi. Sisteme ve sistem tarafından yaratılmış anlam dünyasına karşı çıkış modernist sinemanın karakterini oluşturuyordu. Modern çağda yalnızlaşmış, hayal kırıklıklarıyla dolu, yaşamına anlam katma arayışıyla sonu kendi içlerinin karanlık köşelerine varan yolculuklara çıkan bireylerin etrafında dönen hikâyeler merkezde bulunuyordu.
Ulis’in Bakışı
En ünlü yol filmlerinden biri olan Ulis’in Bakışı (1995), Amerika’da yaşayan Yunan asıllı bir yönetmenin ağır eleştiriler alan son filminin ardından ülkesine geri dönüşü ve Balkanlar’da çıktığı yolculuğu merkeze alır. Savaşın paramparça ettiği Balkan toprakları ile filmde Harvey Keitel’in canlandırdığı yönetmen neredeyse aynı kaderi yaşamaktadırlar; bölünmüş, büyük yaralar almış topraklardan geçerken kendi kaderini izler gibidir.
Kendisine A demektedir yönetmen yalnızca ve kimi zaman da “Hiç Kimse” olarak tanıtmaktadır. Yolculuğunun nedeni Balkanlar’da çekilen ilk görüntüler olarak kabul edilen Manaki Kardeşler’in çektikleri ancak kayıp olan görüntüleri bulmaktır. Bu aynı zamanda kendini, filmlerini hiçleştiren her ne ise ondan kurtulup başlangıca dönerek, yeniden yaratma arzusundan da kaynaklanmaktadır.
Lenin’in Gidişi
Sinema tarihinin en önemli sekanslarından kabul edilen Lenin sekansı, bir Lenin heykelinin bir yük gemisine taşınması ve balkan topraklarından uzaklaştırılması üzerindedir. Pek çok farklı şekilde yorumlanmış bu sekans ile ilgili genel kanaat, sosyalizme bir veda olduğu yönündedir.
Ancak heykeli uğurlamaya gelenler daha çok kısa süreliğine çok sevdikleri birinden ayrılmak zorunda kalan insanları çağrıştırmaktadır; hüzünlü bir coşku eşlik eder bu “veda” sahnesine. Genelde karanlık bir atmosfere sahip olan filmin bu sekansta karanlığı bir parça da olsa yırttığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Bir bireyin çaresizliği ve bu nedenle çıktığı yolculuğu, değişen ve savaşan bir dünyayı bu dünya karşında duyulan ürpertiyi, hayal kırıklığını anlatmanın eşsiz bir aracına dönüşmüştür Ulis’in Bakışı’nda. Veda, yolculuk, geçmişle hesaplaşma Angelopoulos filmlerinin temel izleklerinin başında gelir, yaşadığı dünya ve sanatıyla hesaplaşmanın da bir yoludur aynı zamanda bu.
1998 yılında yaptığı Sonsuzluk ve Bir Gün filminin kahramanı da bir yolculuğa çıkar; bu defa söz konusu fiziksel bir yolculuk değildir. Ünlü bir yazar olan karakter, yakalandığı hastalık sonucunda hastaneye yatmak zorunda kalmış ve bu hastane öncesi geçmişe bir yolculuğa çıkmasına neden olmuştur. Gençliği, yazarlığı, ailesi, çocukları ama belki de en önemlisi filmsel zamanda şimdi/şu anda ‘yalnız’ oluşu. İçini kemiren ‘bir şeyler yanlıştı belki ama ne?’ sorusu, kendi yaşamına bu denli gömülmüşken, bir mülteci çocuk aracılığıyla savaşın yıkıma uğrattığı insanların savaş sonrası yaşadıkları yoksulluğa tanık olması ve bunun karşısında duyarsız kalamaması, kendi geçmişi ve dünyanın geleceği…
Sanat yolunun şiir durağından yola çıkmışken hukuk alanında bir sapak yapan, sonra sinema yoluna bir girip pir giren Angelopoulos, geçen hafta Atina’nın liman semti Pire yakınlarında bir otoyolda son filmi Öteki Deniz’in çekimleri sırasında yolu karşıdan karşıya geçerken muhtemelen kafası filminin görüntüleriyle doluydu. O sırada çarpıldı bir motosiklete ve 24 Ocak günü “öteki deniz”lerin en sonsuzuna gitti; bakışlarını bize bırakarak…
Bursa Olay gazetesinin eki Olay Pazar’da 29 Ocak 2012’de yayımlandı, Mimesis için düzenlendi.