(Gazeteci tutuklamalarının yoğun bir şekilde yaşandığı şu günlerde sahne sanatları portali olarak tutuklu DİHA muhabiri Çağdaş Kaplan’ın cezaevinden yazdığı mektuba yer veriyoruz.) 20 Aralık’ta KCK operasyonu kapsamında tutuklanan Dicle Haber Ajansı muhabiri Çağdaş Kaplan, varolan tutuklamaların ve yöneltilen suçlamaların salt mesleğinden dolayı oluşturulan delillerden ibaret olduğunu ifade ederken bir yandan da sürdürülen operasyona cansiperane kılıf uydurmaya çalışan ana akım medyanın Uludere katliamında susmasını eleştiriyor.
Kaplan’ın cezaevinden meslektaşlarına gönderdiği “Yaman Çelişki” başlıklı mektubu şöyle: Son günlerde, ‘KCK’ adı altında yürütülen, 35 Kürt gazetecinin tutuklanması ile sonuçlanan operasyonun ve gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener’in de yargılandığı ODA TV davasının duruşmasının ardından yaygın medyada tartışılan, köşelere taşınan gündemlerden birisi ‘Tutuklu Gazeteciler’ tartışması.
TGS ve birçok uluslararası gazeteci örgütünün son operasyon ardından açıkladığı tutuklu gazeteci sayısı 100’e yaklaşırken, Adalet Bakanlığı’nın ‘8 gazeteci’ tutuklu açıklamasındaki ısrarı ise ‘şaşırtıcılığını’ korumaya devam ediyor. Yaygın medyada tutuklu gazeteciler üzerine yapılan tartışmalar ise bazen Adalet Bakanlığı’nın yaptığı şaşırtıcı açıklamalardan bile daha şaşırtıcı ifadelere sahne oluyor. Kimi meslektaşlarımız tartışmalarını “onlar gazetecilik faaliyetinden dolayı değil örgüt üyeliğinden tutuklular” gibi absürd bir yönde sürdürürken, kimi gazetecilerin Türkiye’de gazetecilik faaliyetinin yürütülmenin (haber yazmanın, haber takibi yapmanın vb.) dahi örgüt üyeliğine polis fezlekeleri sayesinde delil yapılmasını açığa çıkarma çabaları ise maalesef ki sonuçsuz kalıyor.
Cezaevinde kısıtlı imkanlarla izleyebildiğimiz, tartışmalarda ise insanın aklına şu sorular takılıyor: Bir gazetecinin tutuklanmasının ardından ‘tutuklu gazeteci’ sıfatı ile anılması için hangi suçu işlemiş olması gerekir? İkinci soru ise şu; Hakkında açılan ve tutuklanmasına sebep olan bir soruşturma kapsamında delil olarak sayılan bir gazetecinin, yaptığı haber, ‘örgüt adına faaliyet yürütmek’ suçu mudur?
ACABA BİZ KİMİZ?
Gelgelelim bizim durumumuza. Cezaevinde tutuklu bulunan bir gazeteci olarak yürütülen tartışmaların ardından şu soruyu soruyorum şimdi kendime: ‘Acaba biz tutuklu gazeteci miyiz yoksa örgüt üyesi mi?” Gerçeği soruşturmanın ayrıntılarında birlikte aramaya çalışalım. Savcılık sorgusu aşamasında önüme ilk konulan delil “İmralı’da sessizlik sürüyor” başlığıyla yayınlanmış haberim oldu. Merak ediyorum; devlet yetkililerinin PKK temsilcileri ile yaptığı görüşmelerin basına yansıdığı bir süreçte gözlerin çevrili olduğu İmralı’da 150 günü aşkın süredir Öcalan ile avukatlarının çeşitli gerekçelerle neden görüştürülmediği sorusu üzerine haber yapmak acaba gazetecilik faaliyeti mi yoksa “örgüt içerisinde faaliyet yürütmek” suçu mudur?
Gelelim soruşturma dosyasına eklenen ikinci ilginç iddiaya. Kamuoyunda ‘puşi davası’ olarak bilinen davada yargılanan Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül’ün telefon rehberinde cep telefonu numaramın kayıtlı olması. Tekrar soralım o zaman; bir gazetecinin haber kaynaklarına telefon numarası vermesi acaba ‘gazetecilik faaliyeti mi’ yoksa ‘örgüt üyeliği mi’ (Ki Galatasaray Üniversitesi’nde öğrenci ve benim de tanıdığım bir arkadaşımsa) Ve bende Kırmızıgül hakkında bir çok haber yaptım, yapmaya da devam edeceğim.
Üçüncü delil ise çok daha ilginç. Adliyede KCK operasyonları kapsamında gözaltına alınan BDP’li siyasetçilerin adliyeye sevk edilmesinin ardından takip ettiğim haber. Haber takibi yaptığım sırada beni yayınlanmış haberlerdeki imzalarımdan tanıyan bir gazetecinin haber programına canlı yayın bağlantıyla katılarak haber ayrıntılarını canlı yayında gazeteci olarak aktarmak mı şimdi gazetecilik faaliyeti yoksa örgüt üyeliği midir acaba.
Karşıma son delil ise bu kez ilginç değil komik. Taksim’de siyasi partilerin ve STK’ların bir protesto gösterisi sırasında haber takibi yaparken polis tarafından çekilmiş bir fotoğrafım. Sıkılmadan yine soralım. Bir gazetecinin, bir basın açıklamasını onlarca meslektaşı ile birlikte elinde not defteri ve fotoğraf makinesi ile izlemesi gazetecilik faaliyeti midir yoksa örgüt üyeliği mi?
Bunların hemen hemen aynıları tutuklanan gazeteci arkadaşlarımızın soruşturma dosyalarında delil olarak gösteriliyor. Örneğin gazeteci Ömer Çelik’in Van depreminin ardından ailesini kaybetmiş küçük bir çocuğun hikayesini haberleştirmesi örgüt üyeliği mi gazetecilik faaliyeti mi? Şimdi de medyada yapılan tartışmalarda “Gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklu değiller” diyenler deneyimli meslektaşlara soralım. “Biz kimiz acaba gazeteci mi yoksa örgüt üyesi mi?” Bu soruya ne cevap verecekler merak ediyoruz.
ACABA ‘ONLAR’ GAZETECİ Mİ?
Tartışmaya bir de şu noktadan bakmak gerekmez mi? Şırnak Uludere’de 35 sivil yurttaşın yaşamını yitirdiği vahim olayın ardından 20 saat sessizliğini koruyan, patronlarından ve koltuklarını kaybetmekten korktukları için, tek kelime etmeyenler, yaşanan katliamın vahametini kamuoyundan gizleyenlerin takındıkları tavır acaba ‘gazetecilik faaliyeti midir’ yoksa, ‘3 maymunu oynamak mıdır?’ Ya da şöyle soralım ‘onlar’ gazeteci midir?
Bir de şu soruyu ekleyelim: 35 sivil yurttaşın yaşamını kaybetmesinin ardından anı anına gerçekleri yazan gazetecilerin haberleri yarın haklarında açılan soruşturma kapsamında örgüt üyeliği için delil yapılabilir mi?
Birileri Türkiye’nin siyasi atmosferinde gerçeklerin yazılmasından rahatsız olmuş anlaşılan. Gazeteciler son operasyonların hedefi oldu. Ama o gazetecilerin ölümle, tehditle, işkenceyle, baskıyla, yasakla, davalarla bitirilemeyen Özgür Basın geleneğinin gazetecileri olduğunu bir an olsun akıllarından çıkmıştı. Gözaltına alınırken ‘Tarih sizi de yargılayacak”, “Biz yazmaya devam edeceğiz” derken gazeteciler, onların dışarıdaki arkadaşlarının “Susturamayacaksınız” manşeti ile gazetelerini çıkarmaya devam etmesi de bu operasyonunun sonunu getiren, boşa çıkaran en güzel cevap oldu. Aslında bu yıllardır devam eden büyük bir kapışma. Gazetemizi bombaladılar ertesi gün “Bu ateş sizi de yakar” manşeti ile çıktı. Dünün Türkiye’sinde bunun adı “Kontra zihniyete karşı Özgür Basın” iken şimdiki ismi ise İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in “Bir de terörün arka bahçesi var. Bunlar terörü resimle tuallere, şiirlere, kitaplarla, köşelerinde gazetelere yansıtıyorlar” ifadelerini kullandığı açıklamasındaki zihniyete karşı gazeteci arkadaşımız Abdurrahman Gök’ün ifade ettiği gibi “Gerçek habercilik kaygısı duyarak çalışan, görevi ApeMusa’lardan, Mazlum Erenci’lerden devralan Özgür Basın çalışanı gazetecilerin kapışması.”
*Tutuklu DİHA Muhabiri