(Türkiye Yazarlar Sendikası ve Tiyatro ve Opera Çalışanları Vakfının bildirisini okurlarımızla paylaşıyoruz.)
Düşünmek, insanın en temel var oluş mecburiyetidir. İnsanın bilincini yaratan ve onu şekillendiren yegâne becerisi düşüncesidir. Düşünce, insanın ve insanlığın yanı sıra toplumları da yaratır. Toplumlar insanların düşünceleriyle biçimlenir, demokratik, sosyal ve hukuki olur. Bu biçimlenme ancak ve ancak düşüncenin ifade edilmesi ile mümkündür.
Baskıcı, despot yönetimler her zaman düşüncenin bu yaratıcı gücünden korkmuşlardır. Bu nedenle düşüncenin ifade edildiği her ortamı engellemeye ve yasaklamaya çalışmışlardır. Düşüncenin ifade edilmesini suç gibi görüp cezalandırmışlardır.
Oysa insanlığın tarihi, düşüncenin tarihidir. İnsanlık en büyük mücadelelerini düşüncelerini ifade edebilmek için vermiştir. Bugünün modern toplumları bu mücadelelerin sonunda yaratılmışlardır. Onlar da bir vefa borcu olarak düşünceyi ifade etmeyi, düzeyi ne olursa olsun yasalarla güvence altına almışlardır. Gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gerekse diğer uluslar arası hukuki metinlerde ifade özgürlüğü korunmakta ve kollanmaktadır. İnsanlığın en temel değeri kabul edilip baş tacı edilmektedir. O, insanın geçmişini anlamasını, bugününü kavramasını ve yarınını yaratmasını sağlamaktadır.
Bizim 1982 Anayasası bile ifade özgürlüğünü güvence altına almaya çalışmıştır. Ama bu güvence altına almaya çalışma çabası korkakçadır. İfade özgürlüğü “devletin ve milletin yüksek güvenliği” nedeniyle sınırlandırılmıştır. İfade özgürlüğü yine “devletin ve milletin yüksek menfaatleri” göz önünde bulundurularak rafa kaldırılabilmektedir. Buradaki amaç “vatandaşı vatandaşa karşı korumak”tır. Çünkü “henüz düşüncesi oturmamış bir toplum, bu özgürlüğü nasıl kullanacağını da bilemez”. Öyle şeyler ifade eder ki durduk yere toplum değişir ve gelişir. Devlet, bunun olmaması için “hükümet eliyle düşüncenin ifade edilmesi konusunda vatandaşlara bizzat kılavuzluk” edecektir.
İfade özgürlüğü demokratik toplumun temelidir. Bu toplumun gelişebilmesi ve bireylerin oluşabilmesi buna bağlıdır. Bu özgürlük diğer özgürlüklerin kullanılması için merkezi bir konumdadır. O olmadan diğerlerinin kullanılması da mümkün değildir.
Yani kafandaki derdi söyleyemedikten sonra yediğin yemeğin, içtiğin suyun tadı tuzu da olmaz. Güneş doğmaz. Gün bir türlü batmaz.
Son dönemde ülkemizde düşünceye kelepçe vurulmaya çalışılmaktadır. İfade özgürlüğü hüküm giymeden yıllardır tutukludur. Cezaevleri düşüncenin insanlarıyla doldurulmuştur. İnsanlarımız, hukuka aykırı, “yasal olarak” gözaltına alınmakta, hiçbir suç niteliğinde eylemi olmadığı halde tutuklanmaktadır. Bu tutuklamalar silsilesi ayrım yapmadan, iktidar odağının düşüncesinden farklı olan herkese yönelmiştir. Gazete haberi, köşe yazısı, resim, şiir, üniversite kürsüsünde verilen ders,… suç kapsamında değerlendirilmektedir.
Kişilerin tüm özgürlükleri yasaların görece yorumlanmasıyla askıya alınmaktadır. Bunun temel nedeni düşüncenin yeni bir insanı ve yeni bir toplumu yaratma ihtimali korkusundandır. Değişim istemeyenler, kitlelerin ardına sığınarak insanlık tarihi boyunca yapıla gelen en bilindik işi yaparak tüm düşünce insanlarını hapishanelere tıkmaya çalışmaktadırlar.
Bunun bir son bulması, düşünce insanlarının karanlık mahzenlerden çıkarılarak yeniden gün ışığına kavuşturulması bizlerin en büyük dileğidir.
Düşünceye yasak olamaz çünkü düşünmek en büyük mecburiyetimizdir.
TSY (Türkiye Yazarlar Sendikası)
TOBAV (Tiyatro ve Opera Çalışanları Vakfı)