Üstün Akmen
Ülkelerini dışarıda temsil eden büyük sanatçılardan; kendi vatanı için elinden geleni yapan, adımızı dışarıda duyurmaya özel özen gösteren ve gün geçtikçe kalitemizi arttıran hazinemiz Fazıl Say, Antalya Büyükşehir Belediyesinin düzenlediği 12. Uluslararası Antalya Piyano Festivali’nin sanat yönetmenliğini bu yıl da üstlenmiş. Pek de iyi etmiş. 17 Aralık akşamına kadar sürecek festivali bu yıla taşıyan, başta Antalya Belediye Başkanı Prof. Dr. Aydın Ayaydın olmak üzere, yapımcı Kadir Dursun’a, ana sponsor Volswagen’e ve diğer katkı verenlere müzikseverler olarak teşekkür borcumuzu onların nam-ı hesaplarına bari ben yerine getireyim.
Klasik müzikseverleri klasik müziğin ustalarıyla buluşturmaya devam eden festival, halen Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası Daimi Şefi ve Genel Müzik Direktörü Gürer Aykal yönetiminde Antalya Devlet Senfoni Orkestrası eşliğindeki Fazıl Say-Gabor Boldoczki konseriyle açıldı.
Trompetin Karakteristik Özellikleri
Fazıl Say’ın antik Anadolu kentleri ile Tokyo’daki gökdelenlerin ışıklarından ve en sevdiği türkülerden biri olan “Odam Kireçtir”den esinlenerek bestelediği “Trompet Konçertosu Op. 31” Trompet Sanatçısı Gabor Boldoczki’nin solistliğinde icra edildi. Daha önce CD’den dinlediğim bestede, bestecinin özgür polifonisine, “collage” tekniğine, minimal uygulamalarına ve yeni anlatım olanaklarını zorlamasına bir kez daha şaşırarak tanık oldum. Antik Anadolu makamıyla başlayan ilk bölümde temalar, dinleyicinin aklında kalacak formdaydı. Allegro’da trompet, karakteristik özelliklerinin tümünü ortaya dökerken, yaşamakta olduğum gün gecenin toprak rengine bulandığı saatlerden birindeydi.
5’e Karşı 6 Ritmini Duyan Var Mı?
Eserin “5’e karşı 6” başlıklı Adagio bölümü başladığında nedendir bilmem, üstüme hiçbir şey almadan kendimi derin fırtınalı, soğuk bir gecenin içine atmak geldi geçti içimden. Duyumsadım ki, yaşımın fırıldakları içimde gıcırdamaktadır ve de beni benden vazgeçirmek istemektedir. O sırada, Fazıl Say’ın bu bölümün oluşumunu anlatışını anımsadım: “Tokyo’da kaldığım Shinagawa’daki otel odamdan Tokyo’nun tamamı görünür gece vakti. Gökdelenler… Bu gökdelenlerin tepesinde bir ışık yanar söner hep. Sanırım, uçaklara yönelik sinyal ışığıdır. Tam önünde yüksek iki gökdelen durur. Onların ışıkları, yaklaşık 7-8 saniyede bir aynı zamanda yanar söner. Aradaki 7-8 saniyede ise farklı tempolarda, farklı sayılarda yanıp sönerler. Bu ritim dikkatimi çekmişti. Kırmızı ışıkların beraber yandığı anda ikisini tek tek ele aldım. Bir daha beraber yanana kadar ilki 5 kere yanıp söndü. Diğeri de 6 kere. Hayli yavaş bir tempoda… Müzikte çok enderdir, hatta hiç görmedim 5’e karşı 6 ritmini.”
Ben de görmedim, duymadım, bilmiyorum.
‘… Yüzüm Güleçtir Benim’
Derken, eserin son bölümünün ilk çeşitlemesinde “Odam Kireçtir Benim”, trompetin hüzünlü sesinde ağıt gibi duyuldu. Üzgün ve karmaşık atmosfer Antalya’da yaşadığım günün de bir ağırlık gibi yerinden koparak ve de müthiş bir gürültü çıkartarak uçuruma yuvarlandığını bana duyumsattı. Zamanın korkunç ve sonrasız çarklarının tıkır tıkır işlediğini duyuyordum. İki kulağımda birden Fazıl Say’ın ritmik ve hızlı çeşitlemeleri. Trompet, ha babam de babam “Odam Kireçtir” temasını soyutlamakla meşguldü. Son çeşitlemede eserdeki tüm motifler kulaklarımı yaladı. Trompetin upuzun sesi ve final…
Fazıl Say Ve Dimitri Shostakovich
Sonra Fazıl Say, piyanosunun başına geçti. Dimitri Shostakovich (1906-1975)’in “Piyano, Trompet ve Yaylı Çalgılar için 1. Konçertosu (Do Minör Op. 35)”na başladı.
Gururlu ve canlı…
Allegretto bölümünde Fazıl Say’ın tuşelerindeki zengin figürler arasında alışılmadık tuhaf bir mizah havası seziliyordu. Lento bölümündeyse Haydn’ın Re Majör “Piyano Sonatı”na neşeli göndermelerde bulunuldu.
Ateşli mi ateşli bir ritim…
Moderato bölümünde trompete hiç iş düşmeyecek sandım, ama final bölümü öncesinde kısa bir intermezzo işlevini yerine getirdi. Allegro con brio’da solo piyanonun kadansı, gene mizah yüklü keskin hücumlar, kırılmalar, temponun ve biçimin birden değişmesi yer aldı. Beethoven’in “Yitik Bir Meteliği Arayış” başlıklı rondosuna inceden göndermeler de vardı.
Ve birinci bölümden alınıp burada kullanılan kalıntıların izleri, solan ve kökleri kuruyan birçok çiçek gibi geldi geçti gözlerimin önünden.
‘Ah İstanbul, İstanbul Olalı…’
Konsere ara verildi.
İkinci bölümde Fazıl Say’ın 2008 yılında başlayıp iki yıl boyunca üzerinde çalıştığı “İstanbul Senfonisi Op. 28”i dinleyeceğiz. Daha önce de dinledim, biliyorum, alıştığımız anlamda bir senfoni değil bu! “İstanbul Senfonisi Op. 28”, soyut bir ses evreni yaratmaktan çok, dinleyiciye “anlatmak”, “betimlemek” yolunu seçen bir yapıt. Yani bir anlamda “anlatımcı” bir müzik… Fazıl Say, Türk ve Batılı çalgıları kullanarak 7 bölümde İstanbul’u anlatacak. Adını İstanbul’un yedi tepeli oluşundan almış, ama tepelerde hiç gezinmemiş ki Fazıl Say! Sakın bu, yedi ayrı tepeden bakılan İstanbul’un, yedi ayrı fotoğrafı olmasın?
Nedir Bu Kulağımdaki Fısıltı? Şeytan Mı Yoksa!
Orkestra konserin ikinci yarısı için yerini alırken hain bir güç, kulağıma insafsız bir keyif içinde: “Bak,” diye fısıldıyor, “bak bu gün de, gün içine saklanan onca zevk de, duygu da seni bırakıp gitti. Uslanıyorsun artık. Kih, kih, kih (gülme sesi bu)… Giderek daha da hiçbir şeyden zevk almayan biri olacaksın, kih, kih, kih…”.
“Nostalji”‘ adlı birinci bölüm başlıyor. Özel bir “alet”te şıkırdayan deniz sesi… 50, hatta yüzyıl öncesinin İstanbul’una gidiyoruz. Eski İstanbul’u çağrıştıran Re minör Hicaz ezgi, uzun yay çekişleriyle, tüm yaylı çalgılar tarafından solo neyle (Burcu Karadağ) birlikte terennüm ediliyor. İstanbul’un henüz 15 milyonluk kaosa dönüşmediği, saf ve romantik günlerinde anılarda kulaç atıyoruz.
Kanunun (Hakan Güngör) makamsal (modal) ve tonal ses dizilerini kodlayarak sabitlediği tellerde eserin ağ biçimlenmeleri şiddetleniyor. Vurmalı Çalgılar (Aykut Köselerli) ateşli, çok ateşli, hızlı, gaddar, hatta gürültülü çalıyor. Eski İstanbul’un burnumun direğinde sızlayan kokusunu alırken, hani şeytan adı verilen varlık mı bu kulağımın dibinde ‘kih kih’leyen düşünüyorum, çıkaramıyorum.
Resmin Ortasında İstanbul’un Fethi…
Derken “Tarikat” bölümü başlıyor. Resmin ortasında İstanbul’un Fethi… Bakır nefesliler “Mehter Marşı”ndan alıntı yapıyor. 13/8’lik Türk ritmi. Depresif, korkutucu, çok yüksek perdeden, ikili forteli akorlarla müthiş bir bölüm bu. Gürer Aykal, tarikatların zikir ayinlerinde söylediği “La İlahe İllallah” ritmini daha da anlaşılır kılmak için öne doğru eğilip bagetini öyle sallıyor. “Sultanahmet Camii” bölümündeyse ney ve kudüm başrole soyunmakta… Olabildiğince uhrevi bir atmosfer… Fazıl Say’ın fagot için yazdığı içli yakarışlar insanın içinde tınlıyor.
“Hoş Giyimli Genç Kızlar, Adalar Vapuru’nda” adlı dördüncü bölümdeyse flüt, fagot, klarnet dört alımlı İstanbul kızını, kanun ise kızların uğruna kavgaya tutuşacakları yakışıklı erkeği simgeliyor. Tuba burada vutvutlayan vapur düdüğünün simgesidir.
Memleketimden İnsan Manzaraları
“Haydarpaşa Garı’ndan Anadolu’ya Gidenler Üzerine” adlı beşinci bölümde bendir yol gösteriyor. Nâzım Usta’nın ‘Memleketimden İnsan Manzaraları” dimağıma yapışmış, çıkmıyor. “Âlem Gecesi” ise kanun taksimiyle başlıyor. Kanunun yanı sıra, darbuka da var. Klasik Türk Müziğinden etkilenmeler süs olarak kullanılmış. Tüm yozlaşmalara, bozulmuşluklara, bıktırıcı, yaşamdan soğutucu yaşam koşullarına karşın güzelim İstanbul gündelik güzelliğiyle karşımıza dikiliyor. Fagotun art arda yinelenen ezgi cümleleri, sonra eserin başında yaylılardan duyduğumuz hicaz melodi ve İstanbul denizinin şırıltıları, şıkırtıları… Sonrasında sessizlik.
Salondan Dışarı Çıkarken
Dışarı çıkıyoruz.
Dışarıda yağmur serpiştiriyor.
İçimde yumuşacık Fazıl Say tınıları…
Az sonra yeni bir gün, çirkin çirkin gülerek keskin pençeleriyle göğsümü yırtmaya ve yüreğimin saf kanını içmeye gelecek, seziyorum. Bunun için de önüne gelen her şeyden yararlanmaya çalışıyor. Fazıl Say’dan bile. Fark ediyorum.
Dinlediğim eserler giderek daha bir seçkinleşiyor yüreğimde ve beklenen, içime sinen, bilinen bir final yaşıyorum.
Fazıl Say yaşama umudu, yaşam sevinci, yaşama hırsı veriyor.
İçimdeki “ben” ile çakışmaktan, çatışmaktan vazgeçiyorum.
Bir de bakıyorum, ne göreyim: Gün içinde içime saklanan onca zevk de, duygu da beni terk etmemiş, bırakıp gitmemiş.
“Uslanmayacağım, uslanmayacağım işte” diye içimden çığlık çığlığa bağırıyorum.
Fazıl Say’a teşekkür ediyorum.