İran'dan Sesler / Altıdan Sonra Tiyatro

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet K. Özel

Dört hafta boyunca Salı akşamları Kumbaracı50’de İran’dan sesler yankılandı. Aynı salıları 18.30’da Açık Radyo’da yayınlanan ikişer kısa oyun, akşam 20.30’da sahne okuması formatında Kumbaracı50’de sahnelendi. “Sahnelendi” diyorum çünkü benim tanık olduğum iki akşamdaki (1 ve 15 Kasım) gösterilerin tiyatral niteliği ve kalitesi, bir sahne okumasının çok ötesindeydi. Bu yapımlar basit ama etkili mizansenlerle ve milimetrik hesaplanmış titiz ışık tasarımlarıyla, Mies van der Rohe’nin modern mimari aforizması “az çoktur”unu sanatsal yaklaşım bağlamında doğrulayan yapımlardı.

1 Kasımdakilerin yöneteni Eraslan Sağlam, 15 Kasımdakilerinki Yiğit Sertdemir’di.

Eraslan Sağlam “Sokakta Bir Kahraman”da; her an takip ediliyor, izleniyor olma hissiyle yaşayan bir toplumun ürkek, endişeli ruh halini yansıtan bir mizansen tasarlamıştı. Oyunun anlatıcısı kadın, her bir repliğini, Kumbaracı50 sahnesinin “ortasındaki” iki kolonda, her seferinde birinden diğerine koşarak ve her seferinde farklı bir yüzünde seslendiriyordu. Bu sırada ışık da sadece o yüzeyi aydınlatıyordu. “Kadın”ı neredeyse sadece gözleriyle ve tabii ki o benzersiz sesiyle ve vurgularıyla oynayan Tilbe Saran’ın ustalığı da Sağlam’ın sade ama vurucu mizansenini kuvvetlendirdi.

Benzer anlamda; Yiğit Sertdemir’in “oyuncu” mizanseni de çok basit ama giderek “nefeskesici” bir fikirden besleniyordu. Şebnem Sönmez’in hiçbir repliğini harcamadan, müthiş nüanslarla canlandırdığı sinema oyuncusu Saravi, bir türlü sonuna kadar çekilemeyen film sahnesinin her tekrarında, olası devlet sansürüne karşı film yönetmenin otosansürüyle gitgide “kadınlığından” (önce gözlerinden, sonra göğüslerinden, sonra kalçalarından ve en sonunda da kısılmış sesinden) soyutlandıkça, etrafını saran film ekibinin halkası da giderek daraldı; ve en sonunda kadın oyuncuya nefes (yaşam/varoluş) alanı bırakmadı. Işık tasarımı yine mükemmeldi; kadın oyuncunun cenderede boğulma hissini kuvvetlendirdi, dramanın altını çizdi.

Yiğit Sertdemir’in yönettiği ve aynı zamanda “kurban”ı, yani Reza’yı canlandırdığı “Reza’nın Hikayesi” adlı ikinci oyunda ise; gerek ayak hizasından ve çok gerilerden (seyirci tribünlerinin altından), gerekse de tam yukardan ama kuvveti oldukça azaltılmış şekilde verilen ve gidip gidip gelen ışık, saçlarının uzunluğundan dolayı haksız yere eşcinsellikle itham edilen Reza’nın polisler tarafından uğradığı tecavüzün ağırlığını bütün şiddetiyle geçirdi izleyiciye. Sertdemir’in Reza’sı neredeyse zar zor duyulan kısık, bitap, yenik bir sesle canlandırması da, zaman zaman bütünüyle karanlığa gömülen mekanla aktarılan çıkışsızlığı vurguladı.

Baskı unsurunu temsil eden “diğerleri” ikinci oyunda da, “kurban”ın çevresinde halka olmuştular. Halka bu sefer gittikçe daralmadı, ama çeperdekiler merkezdeki kurbana, “şeytan taşlar” gibi, üzerinde ithamlarının yazılı olduğu kağıtları fırlattılar.

Sertdemir ilk oyunda hareket tasarımını öne çıkarırken, ikinci oyunda oyuncuların statik duruşlarına karşıtlık olarak ses-efekt tasarımını kuvvetlendirmiş. “Diğerleri”nin sandalyeleriyle “oynayarak”, ellerini kağıtlara sürterek çıkardıkları seslerle oluşturulan efektler, oyunun radyo oyunu olarak seslendiriliyor olma haliyle de örtüşüyor. “Reza’nın Hikayesi” Sertdemir’in, efektlerini oyuncuların çıkardıkları seslerle oluşturduğu “İkiye Bölünen Vikont” ve “Surname 2010” oyunlarına eklenen bir halka da aynı zamanda.

Altıdan Sonra Tiyatro’cuların müthiş bir tevazuuyla “sahne okuması” tanımını kullandıkları sahnelemeler, sezon başından beri izlediğim nice bağıra bağıra, üstüne basa basa “ben tiyatro yapımıyım” diyen gösteriden çok daha saf ve etkileyici bir tiyatro deneyimi yaşatırlar bana.

“İran’dan Sesler” ne yazık ki Kumbaracı50’de sonlandı, ne mutlu ki Açık Radyo’da her Salı 18.30’da devam edecek.

Danzon

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet K. Özel

Yanıtla