Üstün Akmen
AYSA Prodüksiyon Tiyatrosu, 2011-2012 tiyatro sezonunu Nisan 2011’de Ayşe Bayramoğlu’nun kaleme aldığı ‘Düğün’ başlıklı eserle açtı. Tilbe Saran’ın yönetmenliğini üstlendiği oyunun tüm kadrosu (oyuncularından teknik ekibe kadar) kadınlardan oluşmuş. Konu kadınları, kadınların güçlerini, güçsüzlüklerini, zorluklarla karşılaştıklarında bunları çözme yöntemlerini, kadınlık hallerini anlatmaya baş koymuş. Oyun; toplumda ‘kadın’ olmanın çeşitli sıkıntılarını yaşamış, farklı köken ve yaşlardan dört kadının (Tilbe Saran, Ayşe Bayramoğlu, Evren Ercan ve Eda Çatalçam) bir araya gelerek ortak dertlerine dair bir farkındalık yaratma çabasından doğmuş, Ayşe Bayramoğlu bilgisayarının başına oturmuş.
Böyle kutsal bir imeceye şapka çıkarılmaz da ne yapılır sizce?
Eril Sistemin Parçaları
Düğün; aile yadigârı bir köşkün mutfağında bir düğün hazırlığı ile başlıyor. Mutfağın oyun alanı olarak seçilmesi, mutfağın kadınların hem kaçtığı, hem sığındığı, hem yalnız kalabildiği bir yer olması, hem de erkeklerin pek adım atmadığı, kadınların hem dertleştikleri hem de rekabet ettikleri evin bir bölümü olması açısından Ayşe Bayramoğlu zekâsının iyi bir ürünü. Gelin, gelinin annesi, anneannesi, en yakın arkadaşı, damadın annesi, damadın ablası, evin emektar yardımcısı ve düğün için tutulmuş bir yardımcı kızın bulunduğu mutfak; oyun ilerledikçe giderek her iki ailenin de eteklerindeki taşların döküldüğü, sırlarının “faş” edildiği, yıllardır görülmemiş hesapların ortaya saçıldığı bir mekân oluyor. “Esasında kadınların birbirlerinden farkı yoktur, hepsi bir nedenle mağdur ve başka başka nedenlerle faildirler” iletisi sekiz kadının, içinde “kurbanlık” olarak yaşadıkları eril dünyayla baş edebilmek için aynı eril sistemin birer parçası olmalarıyla son buluyor.
Feminist Manifesto Yok, Keşke Olsaymış
Yazar Bayramoğlu, kadınların uluorta dövüldüğü, öldürüldüğü, tartaklandığı, bıçaklandığı bir ortamda feminist bir manifesto hazırlamaya kalkışmamış. Cesaret mi edememiş, gerek mi görmemiş? Bilemem! Anlatımda öyle kin, nefret, falan yok, Bayramoğlu, imece usulü hazırlanan “sinopsis” çerçevesinde sadece anlatmış, ama bana sorarsanız daldan dala pek fazla konmuş, ereği dağıtmış, hatta eksik bırakmış.
Anlattıkları arasında iç dökümü, dil zenginliği/sadeliği, akıcılık/samimiyet var, var olmasına var, ama savaş, para, özgürlük, çevrebilim, aşk, toplumsal cinsiyet kavramlarına feminist bakış yok. Ne yalan söyleyeyim, ben böyle bir çalışmada feminist bakış açısını merakla bekledim! Kadının anneliğinin sorgulaması var da, örneğin son derece önemli bir konu olan babasız çocuk doğurma kararı verme olgusu yok. Cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürü ve baskıyı sona erdirmeyi amaçlayan feminizmin dilinden konuşmaktan çekinmiş Bayramoğlu, dolayısıyla anlattıklarını eksik bırakmış. Ahsen’in kendini düşünmesi, kendi için düşünmesi, kendi dişil beni için düşünmesi, kadınlar için düşünmek anlamına değil, öteki olmaksızın kendini düşünmek anlamına gelmez mi? Yanıtını tezgâha getirmemiş ya da getirememiş.
Oysa ataerkil evren, kadınları anneliğe indirgemiş olan bir evren değil mi?
Feminist Görüş Ne Der
Kadınlar sürekli olarak karınlarıyla ilgilenmeyi sürdürdükleri sürece, ancak karınlarıyla ilgilenmek durumunda kalacaklar, Bayramoğlu açısından bakıldığında durum öyle mi?
Kadınların “ortak dertlerine dair bir farkındalık yaratma” isteği kadınları anneliğe indirgemiş olan ataerkil evrene başkaldırmaktan geçmez mi?
Bütün bu soruların yanıtlarını elbette tam olarak bilemem!
Ben yaşını başını almış eril bir kişiyim, ama anneliği bugüne değin bir özgürlük ifadesi olarak gördüm ve hâlâ öyle görüyorum, edilgen olmak anlamını şiddetle yadsıyorum. Dişiliği üstlenmek, öteki için kaygılanmak ve onun sorumluluğunu almak, kadının özgürlüğünün biçimlerinden biri. Kadınların özgürlüklerini ifade etmek isteyecekleri tüm öteki yaratıcılık ve ifade biçimleriyle çelişmeksizin, bir yaratma modeli.
Pekiii… Feminist görüş de böyle değil mi?
Bayramoğlu’dan Beklenen
Ayşe Bayramoğlu, ataerkil sistemde var olmaya çalışan kadınların, şiddetin uygulayıcısı haline gelerek içselleştirilen ve dile yerleşen şiddeti yeniden üretmelerini konu alırken genişleyerek daha cesaret isteyen bir serüvene açılmasını, Pelin karakterini kullanarak erkek egemen topluma yüksek sesle meydan okumasını beklemek benim hakkım değil mi?
Beklemek hakkımsa, istemek de hakkım olsun mu Sevgili Bayramoğlu?
Bir dahaki oyuna! Tamam mı?
Plastik Çiçekten Dekor Olur Mu Yahu
Başak Özdoğan yalın bir sahne tasarımı yapmış. Tasarımı, yönetmenin sadece yorumunu vurgulamakla kalmıyor, zenginleştiriyor da. Ancak kuzineyi ve bahçe kapısı girişinde bulunan, hediye sepetinin çevresini sarmalayan ve camdan görünen fevkalade zevksiz plastik çiçekleri hiç sevmediğimi itiraf etmeden geçemeyeceğim. Bir de yuvarlak masanın örtüsünü biraz daha uzatsa ya! İmece usulü hazırlandığını sandığım kostümlere sözüm yok. Özlem Süer’in gelinliği Evren Ercan’a pek yakışmış. Süer, model ve tarzı iyi belirlemiş. Gelinlik, düğün konseptiyle ve diğer detaylarla da uyumlu. Ercan’ın gelinlik içinde rahat hareket etmesi de savsaklanmamış. Ayşe S. Ayter’e dekor üzerindeki pencere, kapı, bulaşık makinesi, dolap gibi yüzeyler ışığı yansıtacak biçimde beyaz/parlak olduğundan refleyi önlemek için kullanılan projektörlere uygun açılardan hafif renkler takmasını ya da davlumbazda yaptığı gibi ışığın çarptığı alanları hafiften kirletmesini, böylece ışığın reflesini yumuşatmasını önereceğim. Serpil Günseli’nin müzikleri iyi örnekler olarak kulaklara asılıyor, müzikler atmosfer yaratmada yönetmene yardımcı oluyor.
Tilbe Saran’ın Yönetmenliği
Tilbe Saran, her şeyde önce ilk reji denemesi denmeyecek kadar başarılı bir kadro çalışması yapmış, oyuncuları pek güzel yönetmiş, en küçük falsoya izin vermemiş. Yazılı metnin üstüne kuş kondurma hevesine kapılmamış, metnin söylediklerinin dışına çıkmamış. Diğer taraftan, oyuncuların yaratıcı kişiliklerini geliştirmenin yollarını aramış, onlardaki (elbette ki önceden saptadığı) yaratıcılık kaynaklarını yeniden “keşfetmiş”, korumuş, gözetmiş, genişletmiş. Garson Kız’ı çok hızlı devindirterek temponun düşmesini engellemiş. Sahne trafiğini iyi düzenlemiş. Black-out kullanmamış, ama tablolar arasında oyuna pek sık ara vermiş. Bu da tempoyu düşürmekte… Duygu’nun düğün sırasında durup dururken söylediği şarkıyı ise ya kaldırmalı ya da oyun soğutucu aralara başka şarkılar koymalı.
Serpil Göral’ın “Mış” Gibi Sarhoşluğu
Oyunda Garson Kız’ı oynayan Rus asıllı Maria Akgüllü, muzır bakışları ve yerli yerinde kullandığı mimikleriyle repliği olmadan iyi bir performans sergiliyor. Tacize maruz kaldığı zaman dehşetini sessizce anlatışı çok başarılı… Sahne üzerinde doğal davranmak, eylemi doğal yapmak iyi bir denetime bağlı… Akgüllü’de bu denetim var. Bir kadeh votkayı yutup neden dans ediyor, anlamadım ama iyi dans ediyor. Nazife’de Eda Çatalcam eylemlerini psikolojik temele yaslayarak başarıyı yakalıyor. Pelin’de Serpil Göral, oyununu duyguları ile tamamlamasını biliyor, sözlerin yarattığı boşlukları duyguları ile doldurabiliyor. Ammaaa… Benden söylemesi “sarhoş Pelin” tablosunu iyice çalışmalı. Sarhoş olmuyor, sarhoşmuş gibi yapıyor! Duygu’da Evren Ercan, dilin şiirselliğinin bilincinde vurgulara fevkalade dikkat ediyor, oyunda “Duygu” olarak karakteri seyirciyle bütünleştirmeyi başarıyor.
Başarılı Oyunculuk
Benim “göz koyduğum” oyunculardan Şebnem Sönmez… (“Göz koymak” tanımını “gözümün önünde tutmak” anlamında kullandığımı elbette anlamışsınızdır, beni boşuna ti’ye almayın) gene görülmeye değer bir Ahsen kompozisyonu yaratıyor. Gövdeyi tamamen duyguların hizmetinde tutma yeteneğinin bir rolü canlandırmaya yönelik dışsal tekniğin temel meselesi olduğunu kimden öğrenmişse, öğretene de öğrenene de helâl olsun derim. Zerrin Sümer Şerbet karakterine fiziksel olarak da hayat buldururken, Şerbet’in içsel yüzeylerini de başarıyla sahneliyor. Saffet’te usta oyuncu Güler Ökten’i genç tiyatrocular gövde ile ruh arasında, iç aksiyon ile dışa dönük hareketler arasında uyumsuzluk olmaması için neler yapılmalıyı bu oyunda Güler Ökten’i izleyerek öğrenebilirler diyeceğim başka da bir laf etmeyeceğim.
Ve Tilbe Saran
Tilbe Saran Neriman’da gözlerinin ve yüzünün incelikli ifade araçlarından gene olabildiğince yararlanıyor. Neriman’ın coşkularını mükemmel öğrenmiş ve onları seyirciye okutmasını da biliyor. Yorumladığı duygulanımlar, izleyici tarafından pek rahat okunmakta. Genç tiyatrocular hazır Güler Ökten’i bu oyunda izleyip uyum-uyumsuzluk dersi alırlarken bir de duygulanımların bir oyunculuk biçemi içerisinde nasıl kodlanacağını, nasıl listeleneceğini, nasıl kategorilere ayrılacağını Tilbe Saran’ın “Neriman”ını izleyerek öğrenmeye çalışsınlar diyeceğim.
Elbette anlayanlarına!
Tilbe Saran, sahne üzerinde üretici-sanatçının ne demek olduğunu bu kere de vurgulamakta.