Ayla Algan'la Drama Akademisi Üzerine

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Ayla Algan, Türkiye’de Dame de Sion’da başladığı öğrenimini Fransa’da Versailles Lisesi’nde tamamlıyor. Daha sonra New York’ta Actors Studio’da öğrenim görürken ilk sahne tecrübesini yaşıyor. Ardından Off Broadway’de çeşitli oyunlarda rol alıyor. 1960 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu’na giriyor ve Türkiye’de ilk kez sahneye 1961’de “Tarla Kuşu” oyunuyla çıkıyor. Aynı yıl, “Hamlet” oyununda, hem Ophelia’yı hem de erkek giysileri içinde Hamlet’i canlandırıyor. Şimdilerde ise İstanbul Drama Sanat Akademisi’nde eğitmenlik yapıyor. Biz de Öğretmenler Günü gibi özel bir günde Ayla Hanım’la tecrübeleri üzerine konuştuk.

İstanbul Drama Sanat Akademisi’nde bulunma amacınızdan bahseder misiniz?

Eşimin dolayısıyla benim yapmak istediğim gençlere yararlı olabilecek müfredatlar vardı, tam anlamıyla eşimi kaybettikten sonra karar verdim aslında. Çocuklara tiyatro ile ingilizce öğretmek, yaş gruplarına göre Yaratıcı Drama’nın yararlarını çocuklara benimsetmek istiyordum. Çocuk oyunculara 3 ay Yaratıcı Drama eğitimi verdikten sonra bunun bir oyun olduğunu anlamalarını ve kendi anne babaları ile oyuncu anne babalarının psikolojik olarak karıştırmamalarına yönelik eğitim vermek benim amacım. Burada en önem verdiğim nokta ailelerin değil çocuğun bu işi yapmak istemesi. Ağır bir sorumluluktur çünkü bu. Eğer seviyorsa hayatına olumsuz tesir etmez ama aile istiyorsa para veya sükse için psikolojik olarak etkileniyor ve gerçek savunma mekanizmalarını kullanmamış oluyor ve taviz vermiş oluyor.

Sizce bir eğitmende hangi özellikler olmalı?

Eğitmen 4.5 yaşındaki çocuğu bile dinlemeyi ve empati kurmayı bilmeli. Kişiye göre bir kodlama tekniği bilmesi gerekiyor eğitmenin. Yani o kişinin yaşamına, kültürüne ve yapısına göre bir de yaşadığı sınıfsal hayata göre.

Pedagojik eğitim gerekiyor mu peki, siz aldınız mı?

Bir kişi eğer insan bilimlerini okuyup araştırmamışsa, insanı okumayı öğrenmemişse insanla ilgili kuramsal dersler veremez. Bu sadece eğlence türü olur eğitilmiş olmaz. Kendi bedeninin anatomisini tanımamış insan kendi kendini rahatlamaz. Prof. Dr. Süleyman Velioğlu ile 30 yıldır yaptığımız çalışmalar benim için eğitim sayılır. Süleyman Velioğlu, resimle tedavi yapıyordu. Benim de annem ressam olduğu için resim, şiir ve imge ile büyüdüm ben dolayısıyla bu dersler bana hem bir hayat görüşü hem de insan varlığını tanımlamayı öğretti.

Şu an Türkiye’de eğitim sistemi ile ilgili ne düşünüyorsunuz, sizce gidişat ne yönde?

Türkçemizin kaybolduğunu görüyorum. Her duygu kaybı eşittir bir sözcük. Bu sözcükler ve duygular kayboldukça telefonda ve bilgisayarda telgraf çeker gibi yaşamakta herkes. Bundan dolayı bütün gençlik vurgusuz, Türkçe vurguları görmeden sözcüklerin değerlerini bilmeden yaşadıkları hayatın makineleşmesini çabuk konuşma ile örtmekteler.

İstanbul Drama Sanat Akademisi’nin hedefleri neler?

Hayatlarını ve umutlarını yeni seviyelere taşımak isteyen öğrencilerimize yüksek kalitede, profesyonel ve mükemmel bir eğitim sağlamayı amaçlıyoruz. Eğitimde fırsat eşitliği kavramı içerisine sanatı da dahil ederek sosyal sorumluluk projelerimiz içinse zamanla sanat eğitimlerine de yer vermek istiyoruz.

İstanbul Drama Sanat Akademisini, enstitü haline getirmeyi ve çağdaş tiyatro oyunculuğu üzerine sertifikalı 2 yıllık program açmayı planlıyoruz. Bunun yanı sıra çeşitli sektörlerde yer alan kurumlarla kişisel ve mesleki eğitimleri, sanatla terapi eğitimi metodunu kullanarak veriyoruz. Prof. Dr. Süleyman Velioğlu ile 30 yıldır yaptığımız terapileri sanatla iş yaşamını hastalara, eğitimcilere, doktorlara, yöneticilere uyguluyor ve muhteşem sonuçlar alıyoruz.

Herkes drama eğitimi verebilir mi, bu eğitimi alacak olanların hedeflerini gerçekleştirebilmesi için belirli kriterlerin olması gerekir mi?

Gerçek yaratıcı drama eğitiminin tiyatro ile hiçbir ilişkisi yoktur. Drama eğitimi verecek kişinin psikolojik teknikleri bilmesi gerekir. Çocuk ya da yetişkinin yarattığı malzemeleri resim, şiir ve tiyatroya göre kodlaması, görsel ve yazımsal kayda alması gerekir. Doğuştan herkes yaratıcıdır. Bunu, hayat boyu kullananlar ve kendine yarar sağlayanlar ya da hiç kullanmayıp mutsuz olanlar vardır.

İstanbul Drama Sanat Akademisi’nde verilen eğitimlerden bahseder misiniz?

Başta müfredat bazında verilen Yaratıcı Drama eğitimlerinin yanı sıra, ana sanat dallarının hemen hepsinde eğitimler veriyoruz. Eğitimlerimizi çocuk ve gençler için verilen eğitimler, yetişkin eğitimleri ve kurumsal eğitimler olarak üç başlık halinde sıralayabiliriz. Çocuklar için verdiğimiz eğitimler başlıca resim, perküsyon, kısa metraj film, tiyatro, tiyatro ile İngilizce, ses atölyesi ve 16 dalda enstrüman eğitimi olarak söylenebilir. Yetişkinlerde ise en başta reklam, dizi ve sinema oyunculuğu eğitimleri geliyor. Diksiyon, dublaj, tiyatro sertifika programı, yoğun ses atölyesi, kısa metraj film ve senaryo yazım atölyesi diğer eğitimlerimizden.

Kurumsal eğitimlerimiz ise oldukça kapsamlı. Motivasyon, iletişim, kurumsal değerlerin benimsetilmesi, stres yönetimi, çağrı merkezlerine diksiyon, empati, önyargı, pazarlama ve satış farkındalığı eğitimleri veriyoruz.

Öğretmenler Günü ile ilgili bir mesaj vermek ister misiniz?

Dünyanın her tarafında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakar ve muhterem unsurlarıdır.

Biraz da müziğe olan tutkunuza değinelim…

5 yaşından beri piyano çalıyorum kulaktan dolma değil notadan okumaktayım. Ayrıca dünya birinciliği ve ikinciliğini vatanıma getirmiş bir sanatçıyım. Yunus Emre’nin dizelerini, tasavvuf felsefesini 3 dilde (Fransızca, İngilizce, Almanca) tüm dünyaya tanıtan Turizm Bakanlığı ve Dış İşleri ile çalışan bir sanatçıyım.

Beklan Bey’le örnek bir aile yaşantısı gerçekleştirmenizdeki etkenleri herkese örnek olmak adına anlatabilir misiniz?

Herhalde biz aynı sanat içinde olduğumuzdan o rejisör, ben oyuncu olduğum için kavgalarımız çoğu zaman kişisel değil sanatla, oyunla, yazarla ve felsefeyle ilgiliydi. Hatta bir gün İzmir Efes Oteli’nde fuarda çalışıyordum eşim Beklan’la Macbeth’i çalışıyorduk ve oyunu bağırarak oynadığımız için kat görevlileri bizi kavga ediyoruz zannetmişlerdi. Çok güldük ve onları sakinleştirdik.

Karı-kocanın kendi iç dünyalarının dışında paylaşacakları bir konu olursa kanımca şahsi sözler kullanmayıp kırıcı olmamaları daha doğru oluyor. Dolayısı ile aralarında sosyal bir bağ oluşuyor fakat yaşadığımız çağ içinde demokratik ve endüstri sistemlerinde aile çok yalnız oluyor. Çiftler arasında sürprizler olması ilişkiye keyif katıyor, mikro ailelerin ilişkilerini televizyon ve bilgisayar üzerine kurmamaları ve yalnızlıklarını bu şekilde gidermemeleri faydalı oluyor.
Nilay Uzun

Paylaş.

Yanıtla