Ayla Algan, Türkiye’de Dame de Sion’da başladığı öğrenimini Fransa’da Versailles Lisesi’nde tamamlıyor. Daha sonra New York’ta Actors Studio’da öğrenim görürken ilk sahne tecrübesini yaşıyor. Ardından Off Broadway’de çeşitli oyunlarda rol alıyor. 1960 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu’na giriyor ve Türkiye’de ilk kez sahneye 1961’de “Tarla Kuşu” oyunuyla çıkıyor. Aynı yıl, “Hamlet” oyununda, hem Ophelia’yı hem de erkek giysileri içinde Hamlet’i canlandırıyor. Şimdilerde ise İstanbul Drama Sanat Akademisi’nde eğitmenlik yapıyor. Biz de Öğretmenler Günü gibi özel bir günde Ayla Hanım’la tecrübeleri üzerine konuştuk.
Eşimin dolayısıyla benim yapmak istediğim gençlere yararlı olabilecek müfredatlar vardı, tam anlamıyla eşimi kaybettikten sonra karar verdim aslında. Çocuklara tiyatro ile ingilizce öğretmek, yaş gruplarına göre Yaratıcı Drama’nın yararlarını çocuklara benimsetmek istiyordum. Çocuk oyunculara 3 ay Yaratıcı Drama eğitimi verdikten sonra bunun bir oyun olduğunu anlamalarını ve kendi anne babaları ile oyuncu anne babalarının psikolojik olarak karıştırmamalarına yönelik eğitim vermek benim amacım. Burada en önem verdiğim nokta ailelerin değil çocuğun bu işi yapmak istemesi. Ağır bir sorumluluktur çünkü bu. Eğer seviyorsa hayatına olumsuz tesir etmez ama aile istiyorsa para veya sükse için psikolojik olarak etkileniyor ve gerçek savunma mekanizmalarını kullanmamış oluyor ve taviz vermiş oluyor.
Eğitmen 4.5 yaşındaki çocuğu bile dinlemeyi ve empati kurmayı bilmeli. Kişiye göre bir kodlama tekniği bilmesi gerekiyor eğitmenin. Yani o kişinin yaşamına, kültürüne ve yapısına göre bir de yaşadığı sınıfsal hayata göre.
Bir kişi eğer insan bilimlerini okuyup araştırmamışsa, insanı okumayı öğrenmemişse insanla ilgili kuramsal dersler veremez. Bu sadece eğlence türü olur eğitilmiş olmaz. Kendi bedeninin anatomisini tanımamış insan kendi kendini rahatlamaz. Prof. Dr. Süleyman Velioğlu ile 30 yıldır yaptığımız çalışmalar benim için eğitim sayılır. Süleyman Velioğlu, resimle tedavi yapıyordu. Benim de annem ressam olduğu için resim, şiir ve imge ile büyüdüm ben dolayısıyla bu dersler bana hem bir hayat görüşü hem de insan varlığını tanımlamayı öğretti.
Türkçemizin kaybolduğunu görüyorum. Her duygu kaybı eşittir bir sözcük. Bu sözcükler ve duygular kayboldukça telefonda ve bilgisayarda telgraf çeker gibi yaşamakta herkes. Bundan dolayı bütün gençlik vurgusuz, Türkçe vurguları görmeden sözcüklerin değerlerini bilmeden yaşadıkları hayatın makineleşmesini çabuk konuşma ile örtmekteler.
İstanbul Drama Sanat Akademisini, enstitü haline getirmeyi ve çağdaş tiyatro oyunculuğu üzerine sertifikalı 2 yıllık program açmayı planlıyoruz. Bunun yanı sıra çeşitli sektörlerde yer alan kurumlarla kişisel ve mesleki eğitimleri, sanatla terapi eğitimi metodunu kullanarak veriyoruz. Prof. Dr. Süleyman Velioğlu ile 30 yıldır yaptığımız terapileri sanatla iş yaşamını hastalara, eğitimcilere, doktorlara, yöneticilere uyguluyor ve muhteşem sonuçlar alıyoruz.
Gerçek yaratıcı drama eğitiminin tiyatro ile hiçbir ilişkisi yoktur. Drama eğitimi verecek kişinin psikolojik teknikleri bilmesi gerekir. Çocuk ya da yetişkinin yarattığı malzemeleri resim, şiir ve tiyatroya göre kodlaması, görsel ve yazımsal kayda alması gerekir. Doğuştan herkes yaratıcıdır. Bunu, hayat boyu kullananlar ve kendine yarar sağlayanlar ya da hiç kullanmayıp mutsuz olanlar vardır.
Kurumsal eğitimlerimiz ise oldukça kapsamlı. Motivasyon, iletişim, kurumsal değerlerin benimsetilmesi, stres yönetimi, çağrı merkezlerine diksiyon, empati, önyargı, pazarlama ve satış farkındalığı eğitimleri veriyoruz.
Dünyanın her tarafında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakar ve muhterem unsurlarıdır.
5 yaşından beri piyano çalıyorum kulaktan dolma değil notadan okumaktayım. Ayrıca dünya birinciliği ve ikinciliğini vatanıma getirmiş bir sanatçıyım. Yunus Emre’nin dizelerini, tasavvuf felsefesini 3 dilde (Fransızca, İngilizce, Almanca) tüm dünyaya tanıtan Turizm Bakanlığı ve Dış İşleri ile çalışan bir sanatçıyım.
Karı-kocanın kendi iç dünyalarının dışında paylaşacakları bir konu olursa kanımca şahsi sözler kullanmayıp kırıcı olmamaları daha doğru oluyor. Dolayısı ile aralarında sosyal bir bağ oluşuyor fakat yaşadığımız çağ içinde demokratik ve endüstri sistemlerinde aile çok yalnız oluyor. Çiftler arasında sürprizler olması ilişkiye keyif katıyor, mikro ailelerin ilişkilerini televizyon ve bilgisayar üzerine kurmamaları ve yalnızlıklarını bu şekilde gidermemeleri faydalı oluyor.
Nilay Uzun