İlker Yasin Keskin
Devletin sınır içi ve ötesi operasyonları, KCK tutuklamalarının aralıksız devamı, asker ve gerilla ölümleri, on binlerin katıldığı PKK’yi lanetleme yürüyüşleri… Taksim’deki yürüyüşte Yunan konsolosluğunu taşlamalar…
Van’da bir deprem… İçten içe değil, açıktan açığa oh çekmeler! Üstü kapalı değil aleni faşizm… Depremin şiddeti belli, peki faşizmin şiddeti kaç?
Devlet Bahçeli’ye bile el insaf dedirten ırkçılık… Faşizmin vardığı boyut konusunda sahtekar şaşırma pozları…
Mevsim kış… En sevmediğim mevsim kış… Ve dağlarda, sokaklarda ölen insanlar…
Dün bir profesör KCK tutuklamalarından nasibini alıyor. Boğaziçi’nde eğitim görmüş, Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim görevlisi Prof. Dr. Büşra Ersanlı gözaltına alınıyor… Buralara kadar vardı demek?
Bugün Bingöl’de bir canlı bomba saldırısı gerçekleşiyor. Ölüler ve yaralılar var…
Malatya’da morgda bekletilen paramparça cesetler… Kimisinin sadece ayakları var. Diyarbakırlılar yaşamını yitiren gerillalara sahip çıkmaya hazırlanıyor.
T.C.’nin ilk insansız hava aracı prototipi kullanıma hazır. Alemin kralı geliyor! Anka adlı ölüm makinesinin başında çiftetelli oynayan mühendis ve teknisyenler… 90’larda çürüyen devlet, AKP ile küllerinden doğuyor!
Hatırı sayılır büyüklükte bir kitleye ve lobiye sahip cemaatin lideri bir yandan Kürtçe eğitime yeşil ışık yakıyor, bir yandan da devletin “bir avuç şakinin hakkından gelememesine” şaşırıyor. Yol gösteriyor, işaret ediyor.
BDP’li bir Kürt tanıdığım barış, barış demekten dillerinde tüy bittiğinden, barış dilencisi olmaktan yakınıyor.
90’ları hatırlıyoruz… Ama 90’ların feneri bugünü aydınlatmaya yetmiyor. Grotesk bir zaman. Delice bir ortam… Bir yanda anayasa süreci… Demokratik tutuma düzülen methiyeler… Diğer yanda tüm insanlık onurunu ayaklar altına alan gelişmeler… Doğrudur… 90’lar zor zamanlardı. Ama neyin ne olduğu pek bir belliydi. Kötüler ben kötüyüm diye bas bas bağırıyor, gözümüzün içine dik dik bakıyorlardı. Peki şimdi?
Hiç şüphesiz Ali Bayramoğlu ve Cengiz Çandar haklılar. Devlet Kürt sorununu çözmek istiyor. İstiyor ama masada karşısında beli bükülmüş, marjinalleşmiş, pek çok kesim ile arasına mesafe girmiş bir Kürt Hareketi istiyor. Bu yüzden Kürtlerin üstüne gittikçe gidiyor. Rakibini köşeye sıkıştırdıkça çılgınlaşacağını ve aklıselimi elden bırakacağını planlıyor. Kürtlerin insanlıktan çıkacaklarını, bu gözü dönmüşlüğün imhanın bahanesini üreteceğini hesaplıyor. Kürtlerin üzerine gitmek için kontrollü bir faşizmi pompalıyor. Evet, hayırlı olsun, yeni sloganımız bu: Dağda şahin, ovada güvercin!
Devletin yeni ortakları, Cumhuriyet tarihinden de eski, etimize kemiğimize işlemiş, her katmanımızda ayrı bir çiziği olan Kürt sorununa çare olarak ancak bunu önerebiliyorlar. Dağdakilerin üzerine insafsızca gidilecek! Ovadakiler aba altından sopa gösterilerek ikna edilecek, yola getirilecek.
Ancak evrenin bir kanunu var… Ne kadar aldıysan o kadar vermek zorundasın. Emrindeki vahşi yaratığı besledikçe, o yaratığın dişlerinin senin bacağına geçmeyeceğinin garantisi yok elbet.
Sizi bilmem ama ben akl-ı baliğ olduğumdan beri yine de bu oyunun mutlu sonla biteceğini düşündüm. “Yeni devlet” uğrunda “yeni anayasa” sürecinde, devlet politikasının Kürtler üzerindeki elinin yumuşayacağını umdum. Gel gör ki, bırakın yumuşamayı demokrasi ve faşizm arasında yeni ve yaratıcı sentezlerle karşılaştık. KCK tutuklamaları ve çatışmalar sonucu Kürtler ile devlet, Kürtler ile Türkler ve kendini Türk olarak görenler arasındaki fay hattında enerji biriktikçe birikti. Fay kırılmak üzere… Sarsıntılar hiç şüphesiz artçı değil öncü sarsılmalar.
Birinci perdesi Osmanlı dönemindeki Kürt politikası üzerine olan, ikinci perdesi Cumhuriyetin kuruluşu ve Dersim isyanını kapsayan, 90’lardaki zulmün ve vahşetin üçüncü perdeyi işgal ettiği bir oyunun dördüncü perdesi de 2000’lerin ilk on yılı ile sona eriyor. Geldik sona! Öykü çözülmek üzere; final sahnesindeyiz…
Peki nasıl bir final bizi bekliyor?
Tartuffe modeli bir final mi? Sürpriz bir şekilde “Kralın” oyuna müdahale ettiği Deux Ex Machina tipi bir son? Olabilir. Bazıları çoktan Çukurca’daki saldırıdan sonra artık Kürt sorununun Türkiye’nin sorunu olmaktan çıktığını, uluslararası müdahalenin şart olduğunu dillendirmeye başladı. Haksız değiller…
Troilus ve Cressida modeli bir final mi? Savaş meydanlarında atılan çığlıklarla biten, kaosun hakim olduğu bir son düşünün? Neden olmasın? Bugüne kadar böyle bir finalin gerçekleşmesi için toprağa tüm tohumlar atıldı bile.
Başka iktidar odakları tarafından savaş meydanlarında ezildikçe bir ata krallığını vermeyi dilenen 3. Richard’ın yankılarını hatırlatacak bir oyun sonu mu? Bazılarının kulağına ne hoş gelir böyle bir oyun sonu… Bu da mümkün?
Evet, bu senaryolardan birinin gerçekleşmemesi için hiçbir neden yok. Her üçü de mümkün. Beş perdelik bir oyunun dördüncü perdesi bitiyor… Gelecek kuşaklara, insanlığa ders çıkarılacak anılar ve zamanlar bırakmak için yapılması gereken, oyunun sonunu değiştirmek: Barış dilenciliğinden barış haykırışına geçmek!