Mimesis Sahne Sanatları Portali olarak yaklaşık bir buçuk senedir sahne sanatları dünyasındaki gelişmeleri sizlerle paylaşmak için uğraşıyor, kültür-sanat eleştirilerine yer veriyor, çeviri araştırma faaliyetleri yürütüyor ve katılımcı ve düzeyli bir yayıncılık anlayışı oluşturmaya çalışıyoruz.
Okurlarımızın da dikkat ettiği üzere köşe yazılarımızın ve bazı haberlerin alt kısmında kamusal bir tartışma platformu oluşturmak adına “okuyucu yorumları” bölümü eklemeyi uygun buluyoruz. Amacımız yayınlanan yazılara yapılacak yorumlarla okuyucunun da katkıda bulunabileceği bir tartışma zemini sunmaktır. Fakat hakaret, aşağılama içeren yorumlara seviyeli bir yayıncılık anlayışı adına yer vermediğimizi belirtmek isteriz.
Yaşam Kaya’nın 12.09.2011 tarihli “ ‘Keşanlı Ali’ Ne Zaman ‘Kürt Cemali’ Olacak?” başlıklı köşe yazısı önemsediğimiz bir tartışmayı başlatmıştır. Bu köşe yazısına 20.09.2011 tarihinde Feridun Çetinkaya tarafından bir yorum girilmiştir. Site editörleri olarak, bu yorumun ilk paragrafının tartışmalara katkı sunmadığını ve hakaret içerdiğini düşündüğümüz için, ilgili bölümü budayarak, yorumun geri kalan bölümünü ise aynen koruyarak yayınlamıştık.
Bunun üzerine yorumun yazarı durum hakkında kendi blogunda bir yazı kaleme almıştır.
Daha sonra editörler olarak yaptığımız tartışmalarda bir yorumun hakaret içerse dahi yazan kişiye bilgi vermeden bir kısmının budanarak yayınlanmasının ilkelerimiz açısından uygunsuz bir uygulama olduğu kanaatine varmış bulunuyoruz. Söz konusu durumda yapılması gereken, yazarı bilgilendirip yorumun hakaret içerdiği takdirde yayınlanamayacağını iletmek olmalıydı.
Düzeyli ve sorumlu bir yayıncılık anlayışı adına okuyuculardan özür diliyor, bundan sonra benzeri durumlarda daha dikkatli davranacağımızı sizlerle paylaşmak istiyoruz.
2 yorum
tiyatromuzun önemli oyunlarından biri olan keşanlı ali destanı isimli oyunun ismi kürt cemali destanı olarak değişince on binlerce insanımızın hayatına mal olan ülkemizin maddi ve manevi bütün enerjisini heba eden ocaklar söndüren dostun düşmanın birbirine karıştığı kardeşin kardeşi vurduğu türk kürt demeden köken gözetmeden askerimizin polisimizin gençlerin kadın kız çoluk çocuk hatta bebeklerin bile sinsice katledildiği kirli tezgah son bulacaksa elbette değişsin keşanlı alinin kürt cemali olduğu an mardinde çukurcada ağrıda yozgatda haymanada kalecikde yozgatda çarşambada havzada ikiden geçtim birer tiyatro salonu haftada hiç olmazsa bir gün perde açacaksa yada sinema salonu olarak film gösterecekse elbette değişsin keşanlı aliye kürt cemali dediğimiz gün kişi başı gelirimiz yirmi bin haydi ondanda geçtim onbeş bin dolar olacaksa ve biz bu gelirle insanca yaşamayı öğrenip türk kürt kamplaşarak değil ancak nitelikli yaşayarak insan olmanın onuruna varabileceğimizi anlarsak tabiki değişsin yüzyıllardır bir arada yaşayan insanların birbirine kürt hasan laz ahmet yörük ali diyen aralarındaki sevgi ve muhabbet dolu hitabları bu fitneden etkilenmeden aynı sıcaklıkla devam edecekse de elbette keşanlı ali kürt cemali olsun yok eğer basit bir futbol maçı için bile birbirimizi palalarla kesmek için saçma bir neden seçkin lokantalarda bile birbirimize hafif yan baktığımız için silahlarımızı çekip vuruştuğumuz hatta semtlerimizden takviye kuvvetler getirdiğmiz absürd kavgalarımızı hararetlendirmek için bahane trafikte sollanmamızı hazmedemeyip sollayanın önünü demir çubuklarla kesip sollanamaz olduğumuzu kanıtlamanın bir ikna yöntemi ve buna benzer bu ülkede yaşadığımız daha binlerce ilkelliğe kapı aralıyacaksada bırakın keşanlı ali sadece keşanlı ali olarak kalsın çünki biz türkler kürtler ve bütün bu ülkede yaşayan yurtdaşlar yaşamı kendimize zehir etmenin bir yolunu buluruz nasıl olsa bunun için keşanlı aliye ya da kürt cemaliye gerek yok
Feridun Çetinkaya’nın bayatlamanın ötesine geçip tamamen kokuşmuş Truva Atı icraatlerine Mimesis’in naiflikle yaklaşması beni şaşırttı. Tamam, Mimesis’te bu insanı tanımayan genç insanlar olabilir. Fakat, tanıyanların da olduğunu biliyorum.
Bir unutma söz konusu ise, hakkında yazdığım kısa bir yazıyı burada aktarmak faydalı olabilir.
NE ÇETİN NE KAYA…
Feridun Çetinkaya, tiyatro alanında internet kirliliği yaratmayı misyon edinmiş, tiyatro üzerine yazar çizer olma iddiasında. Ne çetin ne de kaya, sadece hırçın. Yorgun demokrat bir geçmişi var. Zamanında (1990’lı yıllarda), sanki “Agon” adlı bir dergi çıkarmaya çalışan ekibin içinde yer almış, fakat pek fazla koşamadan yorgun düşmüş. Hayat gailesi içerisinde tiyatrodan koptukça kopmuş. Tiyatro adına okullu olması bir işe yaramamış. İşin kolayına kaçıp kapağı reklam sektörüne atmış. Tiyatro adına bir şeylere sürtünmeye çalışan, Görün beni! Görmezseniz, gösteririm! diyen bir tuhaf insan olmuş.
Halihazırda, umarsız bir obsesyon halinde, tiyatroyla yakından ilgili olmanın da ötesinde uzman havalarında, sanal alemde bir şeyler gösterme çabasında. Tarihsel bir dipnot olarak hakkını vermek lazım: BAzı tiyatrocular arasında “internete düşmek” diye tabir edilen olumsuz önyargının sebeplerinden.
Her yorgun demokrat hırçınlaşıp etrafına pisleyecek diye bir kural yok elbette. Yorgun demokratlıktan bezginliğe ve hatta bitmişliğe doğru evrim geçirenler de var. Hırçınlık başka bir şey; kifayet ile ihtiras arasındaki denge birincisinin aleyhine ve kararlı bir şekilde aşırı bozulduğunda ortaya çıkıyor. Yani psiko-genetik yatkınlık lazım.
Feridun Çetinkaya aynı zamanda bir alt kültürcü.
Alt kültürcü, gerçekte (hayat gailesi içinde) kurulu düzene biat eder, hayalinde muhaliftir. Örneğin reklamcı kimliğiyle, bir kurulu düzen eleştirisi geliştiremez. Reklamcı ve tiyatrocuyum dese, biraz da tiyatro için çalış derler. Yorgun demokratlık öncesi âşık olduğu belli, ama sonrasında ihanet ettiği tiyatrocu imajını parlatmaya yeltendiğinde, asla kurucu ve üretici olamaz. Söz gelimi üç beş kendisi gibi düşünen insanla bir araya gelip bir dergi bile çıkaramaz.
Fakat hırçınlıkla sentezlenen alt kültürcü şunları yapabilir: Kişisel bir blog açabilir; Facebook’a üye olabilir, buna Twitter üyeliğini de ekleyebilir; mail adreslerinden derlediği sanal hitabet alanları kurgulayabilir; birisi, birkaçı ya da hepsi. Bunları yapmak için ne insan içine çıkmaya, ne örgütlenmeye ne de iyi kötü bir entelektüel üretimde bulunmaya gerek vardır.
Yorgun demokratlıktan evrimleşmiş sanal-saldırgan türün örnekleri, kurulu düzenin sanal âlem bekçiliğini yaparlar. Fırsat buldukça adlarını sanal taciz ve tecavüz olaylarına karıştırırlar. Olası alternatif sosyal ağlara sızıp dejenere etmek, olmadı ısırmak için ortalığa salınmış bir toplam oluştururlar. Baudrillard’ın “simülakr” dediği sanal yaratıkların özel bir türünü teşkil ederler.
Söz gelimi Feridun Çetinkaya’nın Mimesis’i ısırmak için dört dönmesi, obsesif bir şekilde pusuya yatıp ortam kollaması eşyanın tabiatına uygundur. Ciddiye almıyorum! Almayın! dediği Mimesis’i ciddiye almaktan kendisini alamaz. Taciz ve tecavüz itkisinin belirlediği sanal varlık nedenini umutsuzca düşman yatırımına bağlar.
Hırçınlık, mecburen akıl fikir düşkünlüğü talep eder. Mesela Feridun Çetinkaya’nın Mimesis’le ilgili suçlamalarına bakılacak olursa, en kötüsünden bir yalancı ve dezenformatör olduğu sonucuna ulaşmak çok kolaydır. Fakat yalan dolanları reel bir kurnazlığın sonucu olarak değil, akli deformasyonun bir sonucu olarak uydurmaktadır. Aptallaşma ve aptallık el ele gider. Bu, hırçın ve simülakr yaşantının bedelidir.
Sanal âlemde, yaygın bir eğilim olarak akıl ve fikirsizliğin üretildiğini keşfetmek zor değildir. Örneğin alıntılarla “iletişim” kurmak gibi bir alışkanlık salgın haline gelmiştir. Entelektüel duyarlılığın bir kanıtı şu olabilir: Bir makalenin, bir müziğin, bir fotoğrafın, bir videonun linki ya da içeriği verilir; sonra da başına güya çarpıcı bir başlık atılır.
Bir keresinde üyesi olduğum bir gurupta, yahu arkadaşlar, tamam bu yazıyı okuyalım okumasına da, nedir ne değildir bir de düşüncelerinizi kısaca aktarsanız demiştim. Kimseler tınmadı; yazıydı, görüntüydü, müzikti, videoydu linkler verilmeye devam ediyor. Bunu yapanlar da ülkemizin nadide okullarından mezun, dil ve hatta diller bilen, yüksek ve daha ötesi öğrenimden geçmiş, kendi alanlarında gerçekten de uzman insanlar. Huzursuzluk var belki, ama oburca tüketmek her şeyin önüne geçiyor.
Feridun Çetinkaya çok daha beter durumda. Örneğin Oğuz Atay’ın Günlüğünden bir alıntı yapıyor, sonra bir başlık atıyor, bloğunda yayınlıyor. Böylece ne derin bir düşünce adamı olduğunu ispat etmiş oluyor. Oğuz Atay’ı yalayıp yutup bir güzel mideye indirdiğini, bu şekilde bir parçası haline getirdiğini düşünüyor. Böylece sanal taciz ve tecavüzün yanına yamyamlığı da ekliyor.
Kopyala, yapıştır pratiğinin belki de en rafine örneği Sokal vakasıyla parodi haline getirilmişti. Feridun Çetinkaya’nın bu tip bir parodinin konusu olabilecek ince bir malzeme ortaya koyması imkânsız. İhtiras var ama buna da kifayeti yok. Biraz bu inceliği gösterebilse, hakikaten ciddiye alınacak. En azından daha eğlendirici olacak.