Güneydoğu Hakkında Yüzeysel Bir Yazı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Nedim Saban

Onların asker, polis olmalarının yanı sıra, çocuk olmalarını da çok önemsiyorum. Bir anneyi çocuksuz bırakmak, bir bebeyi öksüz bırakmak ne demektir? Onların Türk, Kürt olmasından öte, barışı hak etmiş bu topraklarda yıllarca bitmemiş, bitirilmemiş bir savaşın içine düşürülen farklı kültürler, farklı kökenler, farklı şehirlerden gencecik insanlar olarak öldürülmüş olmalarını önemsiyorum.

İnternette dolaşan bir mail var. 1988’den bu yana başımıza geçirdiklerimizin hepsi sözleşmiş gibi terörle ilgili olarak “bıçak kemiğe dayandı” demiş, gazetelerde bu manşetler altında hepsinin demeçleri var, ancak o bıçak hangi kemiğe dayandıysa çıkartılamamış, aksine her gün daha çok ananın yüreğine saplanmış.

Özdemirelalyılmaçillererzecevitdoğan! Gel de çık bu bulmacanın içinden! Ateşböceği Ercan yukarıdaki sözcüğü bir bulmacaya yazsa, karşılığında ‘bizi yönetenler’ diye mi yazar, terörü bitiremeyenler mi?

1988’de Turgut Özal, “bu devlet haince kan döken teröriste bedelini ödetecek güçtedir” dedikten sonra, Çiller “ya bitecek, ya bitecek” dedi; Erdoğan birkaç ay önce “Ramazan ayına hürmeten bekliyoruz ama sabrımız tükendi” diye açıklama yaptı. Bıçak kemiğe dayandı ama neden bir türlü o kemikten çıkmıyor? Genelde hoşgörülü söylemleriyle tanınan Cumhurbaşkanının bile söyleminde öç olması şaşırtıcı!

26 kişi ölmüşken insan açıklamalarında duygusallaşıyor. Ancak acaba gerçek çözüm öç almak mı? Zamanında Doğu’yu sürgün olarak gören öğretmenler, hekimler, devlet memurlarının tavırları; sadece Batı’ya yapılan yatırımlar; ilaç, kitap, battaniye bulmaktan mahrum kalanlar, en kötüsü çatışmalarda hepten yakılan köyler, bir anlamdaki öç ve göç politikaları kardeşin kardeşi vurmasına etken olmamış mıdır acaba?

Silah satıcılarının eski silahları tüketmek zorunda olmasından, terör örgütünün koca bir bölgenin uyuşturucu trafiğini elinde bulundurması, “bu işin içinde başka ülkeler var” demek, Arap dünyasının dengesinde Güneydoğu Anadolu’nun önemli bir geçiş noktası olması gibi şeyleri geçin. Ben Güneydoğu hakkında yazılan en ‘yüzeysel’ yazıyı yazarak, barış günlerine ışık tutmak istiyorum.

20 yıl önce kurduğumuz tiyatromuzda, ‘solcu’ geçinen sanatçıları bile Doğu’ya  ve Güneydoğu’ya turne yapmaya ikna etmek hiç kolay olmadı. Geçen yıl Bingöl’den Mardin’e kadar gittiğimiz turneden dönenler “sanki başka bir dünyaya gitmişiz” deyince daha pek çok annenin yüreğinin yanacağını hissetmiştim. 1 Mayıs günü Diyarbakır’da oyun oynadıktan sonra, sokağa çıkmayalım düşüncesiyle gittiğimiz bir konuğun evini terk edilmiş hücre evi sanarak, sokakta patlayan lastik sesinin bile bomba olduğunu düşünerek, savaş durumunu ne kadar kanıksamıştık aslında!

Oysa en azından başarılı oyuncu Volga Sorgu’yu, Tunceli’de, Enver Aysever öncülüğünde organize edilmiş bir oyunu izledikten sonra mesleğimize kazandığımızı hatırlamak, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi dernekler tarafından açtırılan kız yurtlarına elimizden geldiği kadar yardımcı olmak gerekmez miydi?

Diyarbakır’da esnaf lokantasında yemek yerken, yanıma oturan devlet görevlisinin kalaşnikofuyla birlikte çorba yudumladığımı hissettiğimde bu toprakların kalaşnikofla değil, eğitim, bilim ve sanatla korunacağını düşünebilmeliydim. ‘Kuş uçmaz kervan geçmez’ Maden kasabasından geçerken, turne otobüsünde ‘sessiz’ bir korkaklığı seçmek yerine, bu ülkenin aydınları olarak gencecik insanların dağa çıkmasını nasıl önleyebileceğimize kafa yormalıydık. Ama biz ne de olsa okullarda “orda bir köy var uzakta” şarkısıyla büyüyen kuşaktık.

Yeri gelmişken bu bağlamda Sabancı Holding desteğiyle doğu illerine turne yapan Mehtap Ar Çocuk Tiyatrosu’nu kutlamak, şimdilerde Profilo Alışveriş Merkezi’nde komşumuz olan Adım Tiyatro gibi topluluklara sahiplenmek; doğuyu, güneydoğuyu korsan tiyatrolara, kim tarafından oluşturulduğunu bilmediğimiz kumpanyalara terk etmemek, oyuncularıyla anlaşırken “merak etmeyin İzmir, Ankara dışında turne yapmam” diyen Haluk Bilginer paşaya devlet tiyatrosunu kapatma yetkisi vermeyi tartışmak yerine, Van’dan, Erzurum’a kadar en zor koşullarda perde açan Devlet Tiyatromuza sahiplenmek, derdi televizyonda ün, para edinmek yerine doğuyu ışıklandıran bu tiyatrodaki eğitimli ve yetenekli sanatçıları, İstanbul’da elinde kıyafetiyle setten sete dolaşan, hiç değilse ‘Kurtlar Vadisi’ gibi dizilerde savaşçılık oynayan ağabeylerinin alkışlaması gerek.

Bugün 24 genç daha öldü, bir sürü anne evlatsız, bir sürü çocuk babasız kaldı.

Ben Shakespeare’in ‘Troilus ve Cressida’sı ile büyüyen, sadece Türk değil, dünyanın bütün topraklarından üretilmiş anonim masalları kanıksayan, Münir Nurettin Selçuk dinlemiş, Beethoven’ı duymuş birisinin silaha sarılacağına inanmıyorum. Opera, bale, tiyatronun sadece yurtdışındaki fonlarla değil, bizim oluşturduğumuz ödeneklerle Doğu’da sanat ışığını yakabilmesi lazım.

“Bu işin içinde petrol var” demek yerine “bu işin içinde sanat yok” diyerek Güneydoğu hakkındaki en yüzeysel yazıyı yazma riskini aldım. Bu topraklarda kültür devrimi yaratmak için geç kalmış sayılmayız! Hadi, bugünden tezi yok doğudaki bir kız çocuğunun bursunu üstlenin, kullanmadığınız eşya, okuyup attığınız kitabı değil en sevdiğiniz şeyi paylaşın onlarla. Savaşı tetikleyen duvarı sevgi ve ışık saçarak yıkabiliriz ancak, savaş çığırtkanlığı yapıp, meydanlarda toplaşarak değil.

Birgün

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Nedim Saban

Yanıtla