Serkan Fırtına
Metinlerarası ilişkiler adlı yapıt, metinlerarası alanında Bu kapsamda Türkiye’de yapılan ilk kuramsal inceleme kitabıdır. Giriş bölümünde, metinlerası olgusu irdelenerek, metinlerasının postmodern yazının temel özelliklerinden biri olduğuna vurgu yapılır. Günümüzde metinlerarası incelemenin, sadece romanda değil, genelde tüm sanat alanlarında var olan bir olgu olduğuna önemle değinilir. Kitabın bölümlerinde ayrıntısı ile değinilecek olan, Kristeva ve Barthes’ın metinlerarası yazınsal çözümleme girişimleri tanıtılır. Daha sonra kavramın Rus Biçimcileri ve Bakhtin’in çalışmalarında ele alınacağı belirtilir. Metinlerarası ilişkiler adlı çalışmanın bu konuda ele alınan düşüncelerin ve yöntemlerin neler olduğunu ve ortaya çıkan değerlendirmelerin metinlere olan uygulanabilirliğini kapsamı altına aldığı söylenmektedir.
I. Bölümde, kavram, tanım, kuram ve köken başlıkları adı altında çeşitli kuramcıların düşünceleri ele alınarak, uzlaştıkları ve ayrıldıkları noktalar belirtilir. Öncelikle Kristeva’nın ortaya koyduğu metinlerarası tanımlama örneklenir. Kavramın genel anlamıyla bir yeniden yazma işlemi olduğu noktasından ilerleyen bir düşünce sistemi olduğu söylenir. İlk olarak Rus Biçimcilerinin, yazın incelemelerindeki genel tutumu reddederek ve Saussure’ün dilbilim kuramlarından esinlenerek, çalışmalarını dilbilime yöneltmeleri konusu ele alınır. Rus biçimcilerinin daha önceki geleneksel yaklaşımdan farklı olarak metni eşsüremli açıdan kendi içerisinde inceledikleri ortaya konur. Rus Biçimcilerinin metni, yalnızca biçim açısından tanımlamakla yetindikleri ve kapalı bir yaklaşım modeliyle metni inceleme altına aldıkları dile getirilir. Hemen arkasından Bakhtin’in biçimcilerin tersine, metnin açık açık başka yapıtlarla sürekli bir alışveriş içersinde olduğu düşüncesine geçilir. Bakhtin metnin, başka yapıtlarla alışverişi olduğu kadar, tarihsel ve toplumsal olgularla da ilişkili olduğunu düşünür ve Biçimcilerin metni aşırı şekilde dizgeleştirmeye çalıştığını söyleyerek buna karşı çıkar. Bakhtin’in Söyleşimcilik ve sözce kuramlarını, Rebaleis ve Dostoyevski’nin yapıtlarına uygulayarak somutlaştırmaya çalışıldığına değinilir. Bakhtin’in “yazının karnavallaştırılması” adını verdiği, karnaval geleneğinin yazın alanına dönüştürülmesi düşüncesi ele alınır.
Daha sonra Bakhtin’in Söyleşimcilik adını verdiği düşüncesinden yola çıkarak, postmodernist eleştiri alanında metinlerarası kavramını ortaya atan Kristeva’nın düşünceleri açımlanır. Metinlerası kavramını göstergebilimsel bir bakış açısı ile ele aldığı söylenen Kristeva’nın metinlerasılık olgusunu kendi göstergebilimsel yazın kuramının merkezine yerleştiğine değinilir. Kristeva’nın her metnin bir alıntılar mozaiği gibi oluştuğunu ve her metnin kendi içinde başka metnin eritilmesi ve dönüşümü olduğu düşüncesi örneklenir. Yazınsallığın çokseslilik ve çokanlamlılık niteliğiyle belirlenebileceği söylenir. Daha sonra Kristeva’nın Chomksky’nin Sözdizimsel Yapılar üzerine yaptığı incelemesinin eleştirisine yer verilir. Kristeva’nın düşünceleri sonucunda, metinerasılığın bir metni eşsüremli ve artsüremli boyutlarda, başka metinlerle ilişkilendirilerek, hem kendi çağındaki hem de geçmiş çağlardaki metinleri özümseyerek oluştuğu belirtilir. Ve Kristeva’nın metinlerarası tanımının öznellik düzeyinde Bakhtin’in Söyleşimcilik kuramından ayrıldığı ortaya konur.
Metni bir metinlerarası görüngüde tanımladığı söylenen Kristeva’nın ardından metinlerarası kavramının, Roland Barthes’ın etkisiyle eleştirisi sahnesine daha fazla çıktığına değinilir. Barthes’ın, Kristeva’nın metin konusunda yaptığı tanımlamaları sürdürdüğü görülür. S/Z adlı yapıtında, kapalı metin kavramı yerine “açık” metinden söz ettiği örneklenir. Barthes’ın, Kristeva gibi özne yazar kavramına olduğu kadar okura değinmediği söylenmektedir. Barthes’in tanımlamalarının kuramsal kaldığına değinilerek, hiçbir metinlerarası uygulama yapmamış olduğu söylenir. Barthes’in düşüncesi, her metnin eski alıntıların bir örgüsü olduğu saptaması düzleminde şekillenmiş olduğu görülür.
Sonraki başlık altında, metinlerarasını önceki kuramcılar gibi bir yazı olgusundan çok, bir “okuma etkisi” olarak gören Michael Riffaterre’ın incelenmesine geçilir. Riffaterre’ın Kristeva’dan farklı olarak metin karşısında okurun rolüne değinmesine ve metinlerarasını okur-metin arasındaki ilişkiye göre tanımlamaya çalışmasına vurgu yapılır. Rifatterre’e göre, Metinlerarasının göndergeleri saptanabilir olmalı, metin içinde görüngesel bir varlığa sahip bulunmalı ve belli bir biçimselleştirmeye elverişli olmalıdır. Bu tanımın kavramın, temel özelliklerinin, bilinemezlik ve saptanamazlık olduğunu ileri süren Barthes ve Kristeva’nın düşünceleriyle çeliştiği söylenir. Daha sonra Rifatterre’in “hayalet metin” olarak adlandırdığı örneklendirmesi ele alınarak bu alanda yaptığı çalışmaları değerlendirilir. Görüldüğü üzere, Rifatterre’in, metinlerarası çözümlemesi okura geniş bir yer verir.
Hemen sonrasında, metinlerarasını içerisinde bulunduğu anlam kargaşasından kurtarmak için yeniden bir tanımlamaya giden Lurent Jenny’nin incelenmesine geçilir. Jenny’nin belirlediği metinlerarası tanımlamanın, daha önceki eleştirmenlerden temelde ayrılmayıp bir ölçüde onlara bağlı kaldığı söylenir. Ancak, önerdiği kuramın metinlerarasını daha belirgin bir ulama sokulduğu görülmüştür. Jenny’de metinlerarası olmadan yazınsal yapıtının kavranamayacağını düşünmektedir. Ancak bir yapıt ile daha önceki yapıtlar arasında farklı toplumsal söylemler arasında bir ilişkiler dizgesi bulunduğunu ve artık metin-dışı göndergelerinde yapıta olan katkılarının araştırılması gerektiğini düşünür. Ve bir metnin başka metinlerle ilişkisinin, taklit, parodi, alıntı, gizli alıntı, montaj gibi biçimlerle kurulabileceğine vurgu yapar. Örnek olarak, Shakespeare’ın Hamlet’i ile Lautreamont’un Maldoror’un Şarkıları adlı yapıtlarındaki mezarcı sahneleri arasındaki koşutlukları saptar. Jenny, bir metnin başka bir metne farklı anlamsal ilişkilere göre yerleştirme biçimlerini sınıflandırır. Değişmeceli yerdeşlik, Eğretisel yerdeşlik, Yerdeş olmayan montaj olarak gösterir. Daha sonra, sözbilimsel betiler başlığı altında bir sınıflandırmaya giderek, Sesbenzeşimi, Eksilti, Genleştirme, Abartma, Sıra Değiştirme türlerini açımlar. Değiştirme biçimlerini de kendi aralarında, Sözcelem durumunun değiştirilmesi, Nitelemenin değiştirilmesi, Dramatik durumun değiştirilmesi, Simgesel değerlerin değiştirilmesi ve Anlam düzeyinin değişmesi olarak ayrımlandırır. Tüm metinlerarası alışverişlerin, anlam düzeyinin değişmesi ilkesine göre değiştiği söylenir.
Bu sınıflandırmanın tartışmaya açık olduğu söylendikten sonra Gerard Genette’in incelenmesine geçilir. Kuramcının öneminin, yeni sözcükler türeterek kavrama açıklık getirmesi, kuramsal düzlemde onu yeniden tanımlayarak belirli bir düzene oturtması olduğu söylenir. Palimpsestes adlı çalışması ile metinlerarası ilişkiler kuramı çerçevesinde yapılan tartışmaların son bulduğu belirtilir. Önceki kuramcıların aksine metinlerarasını geniş bir alanda değil dar bir alan içerisinde ele almıştır. Genette beş tip metinsel –aşkınlık ilişkisi saptar. İlk olarak, bir metnin başka bir metinde oluşan somut varlığını Metinlerarası olarak saptar. İkinci olarak, Parodi, pastiş ve alaycı dönüştürüm türlerini Ana-Metinsellik olarak açıklar. Okur ve metin arasındaki ilişkilerin kurulmasına katkıda bulunması bakımından ikinci planda kalan metinsel unsurları ise Yan-Metinsellik olarak adlandırır. Yapıtın ait olduğu türü belirtmesi anlamında yapılan, “Roman”, “Anlatı”, “Şiir”, “Dram” gibi belirlemelerin Üst-Metinsellik oluşturduğunu söyler. Metin ötesinin son biçimi olarak, bir metnin sözünü etmiş olduğu bir başka metne zorunlu olarak alıntı yapmadan bağlayan bir yorum ilişkisi olan Yorumsal-üst-metin in açıklamasını yapar.
Tüm bu sınıflandırma ve belirlemelerin sonucunda, metinlerarası ilişkileri açıklayabilmenin olanaksız olmasa da çok kolay olmadığının ortaya çıktığı söylenir.
II. Bölümde Metinlerarası Yöntemler başlığı altında, ilk olarak Ortakbirliktelik İlişkileri incelenir. Alıntı ve Göndergenin açımlanmasına geçilir. Alıntının metinlerarası ilişkinin en belirtgesel biçimi olduğu söylenerek, Jakobson’ın düşünceleri örneklenir. Her yazının bir yapıştırma ve açımlama, alıntı ve yorum olduğu söylenerek, yazmanın hep yeniden yazmak olduğu vurgulanır. Bakhtin’in “söyleşim” adını vermiş olduğu olguya Compagnon’ın “ilişki” dediği anlatılır. Daha sonra alıntının işlevinin ne olduğu sorusuna, Robert’in, ileri sürülen görüşü desteklemek için ünlü bir kişiden alıntılanan parça tanımlamasına yer verilir. Örnek olarak, Aragon’un yaptığı alıntılar inceleme altına alınır. Gönderge ise, yapıtın başlığını ya da yazarın adını anmak olarak tanımlanır. Alt başlıklardan bir diğeri de gizli alıntıdır. Bir sözcenin ayraçlar ya da italik yazı kullanılmadan, yazarın adı belirtilmeden yapılan alıntı olarak tanımlanır. Gizlice alıntılamanın hukuksal açıdan sorun yaratabileceği konusuna dikkat çekilir. Montaigne’in Denemeler’ine soktuğu alıntılardan dolayı kendisini “aşırmacılık” yapmakla suçladığı söylenir. XVIII. Yüzyıldan önce yazılan metinlerin toplumun ortak malı olarak görülmesine örnek olarak, oyun yazarları Racine ve Corneille’in sıklıkla antik Yunan yazarlarının yapıtlarını istedikleri gibi yeniden yazmaları örnek olarak sunulmuştur. Diğer alt başlık anıştırma için, çağdaş göstergebilimcilerin, sözbilimcilerin karşıtı bir yaklaşımla, alıntının tanımına benzer bir tanımla, onunla ilişkilendirerek, bir yazınsallık ölçütü olarak ele aldıkları söylenir. Bir yeniden yazma işlemi olarak metinlerarasının biçimlerinden biri olduğu söylenir. Anıştırmanın zaman zaman alıntıyla karıştırıldığı üzerinde de durulur. Riffaterre’in deyişiyle anıştırmanın bir “iz” bıraktığı söylenir. Ve anıştırma yarım bir alıntı alarak tanımlanır. Anıştırmanın tanınmış başka bir metni öne çıkarması Maldoror’un Şarkıları’nda, geçen bir bölüm ile örneklenir.
İkinci olarak Türev İlişkileri ele alınır. Bir metni bir başka metne türev ilişkisine göre bağlayan metinlerarası yöntemler, yansılama, parodi, alaycı dönüştürüm ve öykünme olarak saptanır. Genette’in taklit ve yansılama konusunu değerlendirirken Aristoteles’in Poetika’sını başlangıç olarak ele aldığı söylenir. Yansılamanın, ana-metin ile gönderge-metin arasındaki ilişki konu düzeyinde gerçekleşiyorsa ortaya çıktığını söyler. Alaycı dönüştürümü ise, yansılamadan ayırarak, yapıtın konusunu değil, biçimini değiştiren bir ana-metinsellik yöntemi olarak saptar.
Yansılamaya örnek olarak, Molaire’in Tartuffe oyununun bazı sahnelerinde, Corneille’in “Sertorius” adlı oyununda geçen bazı dizeleri yinelediği gösterilir. Le Cid adlı yapıtın yeniden yazılması ise yansılamanın en kalıplaşmış örneği olarak kabul edilir. Yansıtmadan ayrı olarak alaycı dönüştürüm konusu ise, bir yapıtın konusu ve içeriğini değiştirerek, ciddi bir yapıttan gülünç bir yapıt türetmek olarak tanımlanır. Öykünmenin de metnin biçimini ifade ettiği söylenir ancak yeni bir metin oluşturmadığı yalnızca metnin biçemini “taklit” ettiği vurgulanır. En iyi uygulayıcı olarak Marcel Proust gösterilir.
Öykünmenin aynı zamanda iyi bir eleştiri çözümlemesi yapıyor izlenimi doğurduğu da söylenen düşüncelerden biridir. Proust, yazarın öykünme yaparak zamanla kendi dilini ve özgünlüğünü bulacağını düşünür.
Daha sonra, Ana-Metinlerin Ciddi Düzende Dönüşümü alt başlığı altında, biçimsel ve anlamsal değiştirimler (dönüştürümler) incelenir.
XVII. yüzyılda tiyatro oyunlarının büyük bir bölümünün antik yazarlardan esinlenerek yeniden yazıldığı belirtilir. Yapıtlar yeniden yazılarak konularının genişlediğinin ortaya çıktığı saptamasında bulunulmuştur. Gerek biçimsel gerekse de anlamsal olan bu değişimler yeniden yazma konusuna örnek teşkil ederler. Klişe kullanımı da bir yenileme olarak ele alınır. Klişeye yakın bir kullanım olan basmakalıp söz kullanımı da yazarlar tarafından tercih edilen bir yeniden yazma uğraşı olarak nitelenir.
Anlatı içine bir başka anlatı sokulması ise başka bir yöntem olarak göze çarpar. Anlatı içinde anlatı’nın en iyi örneği olarak, Shakespeare’in Hamlet oyunu gösterilir. Oyun içinde oyun kullanımı oyunda somut bir şekilde yer almaktadır. Oyun kavramı ile ilişkili olan bu kullanım metni zenginleştiren postmodernist bir yapı olarak günümüz oyun yazarları tarafından (Ör/ Tom Stoppard) sıklıkla kullanılır.
III. Bölümde Metinlerarası Anlam, Metinlerarası Okur ve Metinlerarası İmgeler başlığı altındaki konular incele altına alınır. Ele alınan tüm metinlerarası yöntemlerin yazınsal bir metnin artık tekanlamlılık değil çokanlamlılık açısından ortaya çıktığı sonucunu doğurur. Metinlere katılan ayrışık unsurların artık metni yeni anlamlarla donattığı söylenir. Çeşitli romanlardan örneklemeler yapılarak konu açımlanır. Daha sonra, Molaire’in Tartuffe adlı yapıtına sıklıkla yapılan göndermeler ele alınır. Romanların tiyatro eserlerinden yapmış oldukları alıntılar ve göndergeler örneklenir. Zola’nın Tazı Payı adlı romanının Racine’in Phaidra oyununun yeniden yazımı olduğu söylenir ve ayrıntılı çözümlemesi yapılır. Yeniden yazımlar konusunda öne çıkan bir konu ise eserlerin ele alındığı dönemin toplumsal koşullarının göz ardı edilmemesidir. Böylece metinlerarası yöntemler yoluyla ele alınan yapıtların yeni bir gözle yansıtılmış olduğu nitelenir. Daha sonra yolculuk anlatılarına örnekler verilerek konunun örnekleri çeşitlendirilir. Metinlerarası anlatıların işlevleri büyük ölçüde okurun katılımının ölçeğinde anlaşılabilir olduğu tekrar vurgulanır.
Metinlerarası Okur başlığı altında, Jenny’nin metni metinlerarası ilişkiler anlamında okumak için, okurun varlığının gerekli olduğunu savunduğu düşünceler hatırlanır. Önceki bölümlerde ele alının kuramcıların okur konusuna değinmeleri ya da onu göz ardı etmeleri hakkındaki düşünceleri anlatılır. Okurun metinlerarası ilişkileri anlamlandırması konusunda Riffaterre’in “bilgin” okur tanımlamasına değinilerek bunun ancak belirli bir alanda uzmanlaşmış okur sayesinde gerçekleşebileceği savunulur. Daha sonra Riffaterre’in konuyla ilgili örneklendirmelerine geçilir. Edebiyat ve tiyatro alanında oluşan gönderge ve alıntıların okur açısından çözümleme yöntemine değinilir.
Metinlerarası İmgeler başlığı altında, yazarın belli bir plan içerisinde metnine soktuğu ve anlamını bulmak için okurun katılımının gerekli olduğu imgelerin anlamlandırılması konusu ele alınır. Konunun önemli ismi Genette’in “Palempsest”sözcüğü ile belirtmiş olduğu, kullanımının açımlanması yapılır. Eski bir yapının yeni bir yapıya yeni bir işlevle katılması olarak tanımlanan bu metinlerarası kavramın çeşitli yorumlamalarına geçilir. Yüzeyin kazınarak yeni yazıların altında yatan gizli olan yazı katmanlarının açığa çıkarılması işlemi olarak kullanılmasına değinilir. Bu değerlendirmenin postmodern eleştiriye göre ele alınması sonucunda, bir metnin kaynağına ulaşmanın yolunu açan yorumsal süreç başladığı ortaya çıkmıştır. Palempsest yönteminin Duras’ın yapıtlarına uygulanabilirliği saptanır. Örneğin yazarın, Sevgili adlı romanını daha sonra Kuzey Çinli Sevgili adı altında tekrar yazdığı gösterilir.
Kolaj-Brikolaj yöntemi başlığı altında, kolajın plastik sanatlar alanında başlayan serüveni anlatılır. Picasso’nun yapıtları örnek olarak sunulur. Ve kolajın resim dışı unsurları bir araya toplayarak ele aldığı yapıtta bir ayrışıklık yarattığı söylenir. Kolajın bir alıntı işlemi gerçekleştirmiş olduğu sonucu ortaya çıkar. Daha sonra kolaj tekniğinin metin alanına uygulanması ele alınır. Ayrışık parçaların bir bütüne sokulması sonucu, Bakhtin’in “söyleşim” sürecinin başladığı gözlemlenir. Kolajla bir kesme işlemi gerçekleştirildiği ve daha sonra bir yapıştırma ile tamamlandığı belirtilir. Bu süreç bir alıntı olarak değerlendirilir. Strauss’un Yaban Düşünce adlı çalışmasına konuyu farklı açılardan örneklemek için değinilir. Roland Barthes’ın Göstergeler İmparatorluğu’nda dilsel alıntıları metne nasıl dahil etiği ortaya konur. Yeni romancıların, özellikle Simon ve Butor’un yapıtlarını kolaj yöntemine uygun olarak ele aldıkları söylenerek, yapıtlarından örnekler verilir. Sonuç olarak kolajların, metin-dışı ayrışık unsurları yapıta sokmak için bir yol olduğu vurgulanmıştır.
Yeniden Yazmak konusu ise, ayrışık unsurların, başka metinlere ait olan unsurların bir araya gelmesi ve aralarında uyum sağlanarak yeni bir metin ortaya çıkarılması olarak tanımlanır. Bu konu için Duras’ın Sevgili romanın yeniden yazımı olan Kuzey Çinli Sevgili adlı romanı örnek olarak sunulur. Bu yazım süreci ve tekniği ayrıntılı olarak ele alınır.
Bu bölümün genel bir sonucu olarak, bir metnin, başka metinlere göndergeler yaparak artık eskimiş olduğu sanılan metinlerin yeni anlamlarla donatılarak güncelleştirildiği söylenmektedir.
Çalışmanın sonuç bölümünde Kristeva’nın ortaya attığı “metinlerarası” konusunun kuramcıların yaptığı onlarca açıklamaya rağmen tam olarak sınırlarının çizilemediği belirtilir. Postmodernist eleştiri açısından metinlerarası kavramının değerlendirilmesi ortaya konur. Çalışmada ele alınan düşüncelerin kesin yargılar olarak değil ucu açık birer yorumlama penceresinden değerlendirilmesi gerektiği ortaya konarak kavramların nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda yönlendirmeler yapılır.
Alanındaki en önemli Türkçe yapıt olan “metinlerarası ilişkiler” edebiyat ve sanat ile ilgilenenlerin kütüphanesinde kesinlikle bulunması gereken bir yapıttır.