Ömer F. Kurhan
BGST tiyatrocuları arasında yer alan bir grup, bu sezon aynı zamanda oyun yazımı ve sahneleme çalışmasının bir arada götürüleceği bir proje üzerinde çalışıyorlar. Bu proje zaman zaman atölye çalışmaları da yaparak üzerinde yoğunlaştığım ve “kolektif oyunlaştırma” dediğim çalışmalara ve oradan çıkardığım bazı sonuçlara atıfta bulunduğu için, benimle temas kurma ihtiyacı duydular. Özellikle nasıl bir çalışma yönteminin izlenmesi gerektiği konusunda zaman zaman bilgi alışverişi içinde bulunuyoruz.
Kolektif oyunlaştırma ya da oyun kurma çalışması, oyun yazımının belli bir yazarın yokluğunda gerçekleştirildiğini varsayar. Oyun yazımı bir grup insanın etkinliği sonucunda, ama bireyden bireye değişebilen katkılar sonucunda gerçekleşir. Öyle ki, oyun metni neredeyse yazar denilmesi zorunlu bir kişinin işçiliğini öne çıkarabilir. Ya da tersi… Önemli olan o gurubun ortak bir imgelem dünyasını şekillendirme ve sonuç alma başarısı göstermesidir.
Sinema alanında Taviani ya da Cohen ya da Wachowski kardeşlerin iş yapma tarzları bir fikir edinmek için örnek olarak verilebilir. Fakat kolektif oyunlaştırma bir sanat yapıtı üretirken örgütlenecek ortaklığın nasıl kurulabileceğini gösteren bir araştırma konusu olarak tasarlanmıştır. Aynı zamanda yaratıcı dram etkinliğinin seçkinci bir çerçeveye hapsolmasının önüne nasıl geçilebilir, toplum tabanına nasıl yayılabilir sorusunun yanıtı aranmıştır.
Geçmişte (2001-2006) sendika tiyatrosu yapmaya aday bir grup eğitim emekçisinden talep ettiğim şuydu: Teatral çalışma yöntemine ilişkin algımızı değiştirmeyi deneyelim. Elinizde bir yazarın metni vardır ve bu metni standart bir işbölümü içinde çalışabiliriz; bunun yerine kendi ortak metnimizi oluşturmanın olanaklarını araştıralım.
Bu çalışmanın iki temel ayağı olduğu söylenebilir:
1) Neyin dram kalıbına döküleceğine ilişkin bir kaynak oluşturmak üzere bir anlatı ortaya koymak.
2) Hem dramatik metin yazımı hem de sahne çalışmaları yoluyla bir dram yapıtı inşa etmek.
Yani bir bakıma seyircinin bir oyun seyrederken yaptığını tersinden yapmak. Seyirci bir dram yapıtına ilişkin anlatıyı sonradan kurar. Seyrettiklerini bir anlatı kalıbına döker. Burada ise, anlatı seyirlik dram yapıtını önceler.
Bu yolun izlenmesini önermek, aslında oyun kuracak ekibin ortak bir yol haritasına sahip olmasını sağlamaktır. Yol haritası anlatı ile dram yapıtının ortak bir unsurunu, olay örgüsünü daha en baştan var etmek için şekillendirilmelidir. Böylece, eylemsel akışa ilişkin yaşanması olası bir karmaşanın önüne daha en baştan geçilmiş olur.
Böyle bir anlatıdan beklenen başı, ortası, sonu belli, kendisini bir sanat yapıtı olarak var eden bir hikâye ya da roman değildir. Olay örgüsünün yanı sıra, dramatik imgelemin uyarılması için gerekli unsurları içinde barındıran bir taslaktır. Bu taslağı sanatsal bir anlatı inşa etmek için de, bir dram yapıtına kaynaklık etmesi için de kullanmak mümkündür. Yani “anlatı” derken aslında bir taslak-anlatıdan söz etmekteyiz.
Eğitim emekçileriyle çalışırken, o grupta ileri düzeyde oyuncuların azlığı, anlatı unsurlarının dramatik kalıba dökülmesinde zorluklar yaratıyordu. Yalın ve tek bir çizgide akan (lineer) anlatılar kurma konusunda daha başarılıydılar. Yaşadıkları, tanık oldukları ve duydukları çarpıcı olaylar halk tiyatrosuna özgü bir anlatı zenginliğinin ortaya çıkmasını kolaylıkla sağlıyordu.
Buna karşılık, ileri düzeyde oyunculuk icra edebilen bazı gruplarda, anlatı kurma krizinin yaşandığına tanık oldum. Bunun nedeni, standart işbölümü dediğim çalışma anlayışının onlarda bir alışkanlık yaratmış olmasıydı. Oyuncular anlatı (olay örgüsü) inşa etmekte zorlanıyor ve yazara, hatta anlatının dile getirilmesinde yönetmene ihtiyaç duyuyorlardı.
Bu iki soruna ek olarak, kolektif oyun yazımı ile bireysel oyun yazımını birbirine karıştıran ve kolektif oyunlaştırma için gerekli yol haritasını çıkarmayı erteleyen bir yaklaşımdan da söz edilebilir. Bireysel oyun yazımında, bir fikir ortaya atabilir ve nereye varacağı belli olmayan bir sahne yazabilirsiniz. Fikir çarpıcı ve sahne çok güzel de olabilir, fakat belki de rafa kaldırılacak bir girişim olacaktır. Pek çok yazarın geliştirilmeyi bekleyen ya da rafa kaldırdıkları girişimleri olduğunu öğrenmek sürpriz olmaz. Sonuç alma hedefi varsa, birey olarak yazarın yararlandığı serbestlik ve belirsizliğin kolektif oyunlaştırmaya taşınması, kolaylıkla hayal kırıklığına yol açabilir. Buna karşılık yol haritasının verili olması, çalışmak için bir araya gelen insanların ne yapacağına ilişkin temel bir belirsizliği giderir.
BGST’li tiyatrocuların üzerinde çalıştıkları projeye baktığımda, temel eğitim çerçevesinde ele alınamayacak karmaşık bir yapıtı hedeflediklerini gördüm. Eğitim emekçileri ile yürüttüğüm çalışmada, lineer olmayan, çok katmanlı anlatı ve oyun yapılarının kendilerini zorlayacağını söylemiştim. Çünkü gündelik hayatın iyi anlatıcıları, genelde yalın ve lineer anlatılar inşa ederler. Bir bakıma meşhur üç birlik kuralı devrededir. Shakespeare’in dram yapıtlarına ve tabii roman sanatına baktığımızda ise, çok katmanlı ve yapısal nedensellik ilişkisi içinde ele alınabilecek yapıtlarla karşı karşıya kalırız. Sonunda iş gelip çağdaş edebiyatın neredeyse olay örgüsü yok olmuş izlenimi veren çeşitli anlatılarına dayandığında ise, Aristoteles’in olay örgüsü kavramının geçerliliği dahi sorgulanır hale gelmiştir.
Çok katmanlı bir anlatının sanatsal bir yapıt olarak değil de taslak olarak sunumu, birden fazla akış çizgisinin nasıl bir ilişki içinde olacağı sorusunun yanıtını büyük ölçüde oyun yazımı ve sahneleme aşamasına erteler ister istemez. Bununla birlikte, bir bütünlüğü ima eden, içinde tek tek katmanların belirginleşmesini sağlayacak bir anlatı çalışmasına ihtiyaç olacaktır.
Oyuncular çoğu zaman renkli anlatıcılar gibi görünürler. Dikkatli bakıldığında, olay örgüsü inşasından ziyade vukuat anlatımına yoğunlaştıkları görülür. Bu durum sahne çalışmasına da yansır. Doğaçlamalar genelde dağılma eğilimindedir ve bir dram yapıtının inşasına hizmet etmez, ancak parlak bazı fikirler verebilir.
Benim vukuat inşasına dayalı doğaçlama çalışmalarının yanı sıra basit olay örgülerini içerecek doğaçlama çalışmalarına da önem verilmesi talebim, bu ikisi arasındaki ayrımın farkına varılması ve kolektif oyunlaştırmaya hizmet edecek alışkanlıkların kazanılması ile ilgili bir kaygıya dayanır. Bu, oyun yazımı ile sahneleme çalışmaları arasında güçlü bir geri besleme ilişkisi kurulması için gereklidir. Kaba hatlarıyla olay örgüsü içeren bir doğaçlama stratejisinin nasıl kurulacağına ilişkin bir düşünceye sahip olmak, sahnelemeye dönük güçlü ipuçları barındıran bir taslak-anlatı kurmayı öğrenmek açısından son derece faydalıdır. Sahnelemeye dönük imgelemi besleyecek anlatı verileri bu şekilde oluşur.
Yukarıda değindiğim konular, konuya yabancı okurlara soyut gelebilir. Gerçekten de bu, öğretici bir yazı olmaktan çok hatırlatıcı bir yazıdır. Çok temel bazı unsurları atlayarak kolektif oyunlaştırmaya girişmek, kolaylıkla altı boş bir iddiaya ve zaman kaybına dönüşebilir. Kolektif oyunlaştırmaya yönelen bir grubun, öncelikle olay örgüsü içeren, oyun yazımı ya da sahnelemeye ilişkin imgelem hakkında güçlü ipuçları verebilen taslak-anlatı kurma yeteneğini açığa çıkarmaya, geliştirmeye dönük bir çalışma yürütmesi gerekir.