Öykü Gürpınar
Çocukların Limyra’sında İlk Günler
Sıcak bir Antalya sabahında, kimi aklıevvellerce skenesinin üstünden yol geçirilmiş antik Limyra tiyatrosundayız. Derdimiz de çocuklar gelmeden, bir gün önce hazırladığımız afişi tiyatronun en uygun cephesine asarak tiyatroyu çocukları karşılamaya hazır hale getirmek. Elbette tiyatroda çocuklar için yapılan tek hazırlık bu değil; düzenli olarak cam kırıkları, çöpler ve yabani ot “saldırılarına” uğrayan tiyatronun çocukların rahat rahat çalışabileceği bir yer haline gelmesi için günlerce temizlik yapılmış. O kadar emeğin bile akşamları tiyatroyu ziyarete gelenlerce boşa çıkarıldığını söylemeye gerek var mı, bilemiyorum.
Afişimiz, tiyatronun dibinden geçen taşıt yoluna ve Limyra’nın henüz kazı çalışmaları devam eden antik şehrine bakıyor. Fotoğraf: Regina Hügli
Vakit geldiğinde çocuklar henüz ortalıkta yoklar; merakla beklemeye başladık. Acaba kaç kişi gelecek? Aileleri izin verecek mi? Saklı Su ve çevre köylerde genelde çok çocuklu ailelerin olduğu ve çocukların da aile işlerine (seracılık, hayvancılık vb.) yardım ettiğini duyuyorduk birkaç gündür. Ama kaygılarımız boşunaydı, ilk gün 30 çocukla başlayan çalışmalar ikinci gününde 46 çocuğa kadar çıktı. Etkinliğin başladığı 5 Eylül sabahı da, çocuklar evlerinden çıkıp teker teker doluştular antik tiyatroya… Önce herkes kendini tanıttı, ardından da tanışma oyunları oynayarak tanışıklığımızı pekiştirdik. Sonra da hem çocuklara isimleriyle hitap edebilmek, hem de Limyra hakkında bildiklerini öğrenebilmek için ilk etkinliğimizi gerçekleştirdik: Bütün çocuklar, kendilerine verilen bir tişörte adını (ve eğer isterse tanışma oyununda kullandığı sıfatını) büyük harflerle yazacak, bir de Limyra’da gördüğü ve/veya beğendiği bir eseri (ya da çocuklar için kullandığımız ifadeyle “şeyi”) çizecekler. Neticede ortaya çıkan tablonun, Limyra antik tiyatrosundaki tonozlar altında mini bir defile olduğunu da not düşelim.
El yapımı tişörtler… Fotoğraf: Regina Hügli
Hava çok sıcak olduğu için 12:00’da bir ara veriyoruz, her gün böyle olacak. Saat 15:00’da çalışmalara tekrar başladığımızda ekiplere ayrılarak çalışmayı yeğliyoruz, çünkü bütün çocukların Limyra ile ilgili anlatacağı çok şey var ve hepsini dinlemek istiyoruz. 6-15 yaş aralığında 4 ayrı ekip oluşturuldu ve ekipler Limyra ile ilgili bildiklerini, gördüklerini, duyduklarını paylaştılar. Her ekip, anlatılanlar ya da sorulan sorular doğrultusunda farklı bir yöne gidebiliyor, kendiliğinden gelişen bir bilgi havuzu oluşuyor. En sonunda da bu bilgilerden yola çıkarak, kuş olup kentin üstünden uçsak nasıl bir Limyra göreceğimizi defterlerimize çizdik, çizimlerimiz bittiğinde birbirimize anlatarak paylaştık. Ardından, madem bu kadar yakınındayız ve kuş olmak gibi bir şansımız da yok, o zaman gidip kendi gözlerimizle Limyra’yı görelim dedik ve hep birlikte yola çıktık. Gaius Caesar için yapılan büyük anıtı (çocukların deyişiyle dikilitaşı) gördük; tam üstünden sur geçirilmiş olan heybetli anıtı, depremden sonra yeraltından çıkan suların üstünden şırıl şırıl aktığı Sütunlu Cadde’yi (çocukların deyişiyle “şarlak”) gördük. Tiyatroyu ve hemen yanında yer alan hamamı inceledik, insanların buralarda neler yapıyor olabileceklerini konuştuk. Gaius Caesar için yapılan anıtın gölgesinde, anıtın hikayesini dinledik. Sonra dayanamadık, bu hikayeyi bir canlandıralım istedik. Dört arkadaşımız Gaius Caesar, Roma İmparatoru, Caesar’ı öldüren okçu ve ölümünün haberini imparatora ileten haberci olarak bize ufak bir doğaçlama yaptılar. Doğaçlamanın ardından tiyatroya döndük ve artık çok yorulmuş olduğumuzdan ilk günkü çalışmamızı sonlandırdık.
Gaius Casear da bizi bekliyormuş… Fotoğraf: Sena İzgi
İkinci gün, sabahtan Limyra’da kazı çalışmalarını sürdüren ekibi ziyarete gittik. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nden Martin Seyer’in başkanlığında yürütülen kazı çalışmaları kent ve tarihi hakkında daha fazla bilgi edinmeye odaklanıyor; onlar da bulgularını ve çalışmaları nasıl yürüttüklerini çocuklarla paylaşmaya çok hevesliler. Hep birlikte, Antalya’nın nemli sıcağına meydan okuyarak anlatılanları merakla dinledik; bir sürü şey öğrendik. Kazı çalışmalarında nelerin yapıldığını, yeraltından çıkarılan nesnelerin hangi aşamalardan geçerek müzelere gitmeye hazır hale geldiğini, bulunan kemiklerin bize neler anlatabileceğini, yıkılmış ya da tahrip olmuş kalıntıların aslında nasıl göründüklerini dinledik. En önemlisi de bu kadar tarihi bir yerde yaşayan şanslı insanlar olarak bizim de bu tarihin korunmasında, keşfedilmesinde ve paylaşılmasında payımız olduğunu gördük.
Martin Seyer bize kazı çalışmalarının nasıl yapıldığını anlatıyor. Fotoğraf: Regina Hügli
Öğleden sonra yeniden bir araya geldiğimizde öğrendiklerimizi uygulamaya dökmek istedik. Bu nedenle, yine ekiplere ayrılarak bir çalışma yaptık: Her ekip, iki gündür gördüğümüz yapılardan birini seçerek bunu ister birkaç fotoğrafla, isterse de canlandırarak kendilerini keşfetmek için araştırma yapan arkeologlara anlatmaya çalışacaktı. Sütunlu Cadde’yi, kaya mezarları, hamamı ve tiyatroyu anlatmak için bedenlerimizi ve aklımızı kullanarak çalıştık. Sonunda, antik tiyatroya bin yıllar önce orada yaşayan seyircilerin yaptığı gibi oturduk ve arkadaşlarımızın gösterdiklerini tahmin etmeye çalıştık.
Başarılı bir sergilemenin ardından, bütün “arkeologlar” neyin anlatılmaya çalışıldığını tahmin edebiliyor. Öyle ki bütün tiyatro (ve Limyra şehri) “hamam” diye inliyor! Fotoğraf: Sena İzgi
Bugün, 7 Eylül Çarşamba, hep birlikte Antalya’daki arkeoloji müzesini gezerek çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Sonra da atölye çalışmaları başlayacak. İlerleyen günlerde yapılacak çalışmaları hem Mimesis Portal’den, hem de etkinliğin kendi sitesinden takip edebilirsiniz: www.cocuklarinlimyrasi.tumblr.com
Çocuklarla Antalya Arkeoloji Müzesinde
Çocukların Limyra’sı etkinliğinin üçüncü gününde, çocukların kazı alanından çıkartılan eserleri görmeleri, incelemeleri ve Antalya’nın arkeolojik önemini tartışabilmeleri için bir müze gezisi düzenlendi. Müzenin çok daha fazla bölümü olmasına rağmen, çocukları yormamak ve ilgilerini daha kazı çalışmalarından bildikleri şeylere odaklamalarını sağlamak için Antalya Arkeoloji Müzesi’nde kabaca 4 kısım üzerinde duruldu: Kazılarda bulunan testi, mücevher, zırh, tas gibi eşyalar; önemli kişilerin ve tanrıların heykelleri, lahitler (kaya mezarlar) ve Limyra’da bulunan, fakat depremle yıkılmış iki anıtın müzede sergilenen parçaları. Bu dört kısmın her biri için de ayrı bir çalışma yapıldı: Eşyaların üzerindeki motiflerden yola çıkarak dönemle ilgili tartışma; heykelleri arkadaşlarının vücutlarıyla resmetme; lahitlerin üzerindeki şekillerden bir hikaye oluşturma ve Limyra’dan gelen parçaların hangi anıtlara ait olduğunu bulma.
Lahitlerden biriyle ilgili olarak, 6. Sınıfa geçen Abdullah’ın anlattığı hikaye şöyleydi: “Medusa diye bir kraliçe varmış. Bu kraliçenin üç başlı bir çocuğu olmuş. Medusa öldüğünde çocukları onun için çok üzülmüşler ve onunla birlikte mezara gömülmüşler.” Bir diğeri ise, üzerinde Herakles’in ve on iki görevinin betimlendiği bir lahit hakkında Durali’nin uydurduğu hikayeydi: “Bir adam varmış, çok güçlüymüş. Aslanlarla, yılanlarla savaşmış. Uçan atına binip tüm ülkeleri dolaşmış. Giderek yaşlanış, kilo almış. En sonunda çok yorulmuş, yetti gari demiş. Ölmüş gitmiş…”
Antalya yolu çok uzun olduğundan müze ile ilgili çalışmalar ertesi gün devam etti. Çocuklar, önce geziye gelemeyen arkadaşlarına müzede gördüklerini çizerek, betimleyerek ya da vücutlarıyla göstererek anlattılar. Ardından herkes müzede sevdiği bir heykel, lahit, eşya ya da anıt parçası olacak, sonra bir müze oluşturulacak ve herkes olduğu eşyayı müze ziyaretçilerine tanıtmak için birkaç cümle söyleyecek şekilde bir çalışma yürütüldü.
Heykeller, kendilerini anlattılar; eşyalar nasıl kullanıldıkları, anıtlar niye yapıldıkları ve mezarlar da kimin, neden öldüğü hakkında bilgi verdiler. Limyra’nın antik tiyatrosunda ufak bir müze kuruldu ve deyim yerindeyse çocukların kendi emekleriyle oluşturdukları bu müze belki orijinalinden çok daha etkileyiciydi.
Son olarak, Antalya-Limyra arası 2 saat kadar sürdüğünden, çocuklarla yolda oynadığımız bir oyunu da anlatmak istedim. Oyun, herkesin birer cümle ile katkıda bulunduğu ve en sonunda bir hikayenin ortaya çıktığı basit bir kurgulama çalışması aslında. Yaklaşık 10 çocuğun katılımıyla oluşturulan hikaye cümlesi cümlesine şöyleydi: “Bir kral varmış. Üç oğlu varmış. Bir kızı varmış. Kızı özürlüymüş. Oğlanlar çok yaramazmış. Oğlanlar kızı özürlü olduğu için sevmezlermiş. Onu bir zindana kapatmışlar. Kral babaları bunu duymuş, onlara kızmış. Bunun üstüne çocuklar babalarını öldürmüşler. Özürlü kızı kurtarmak için bir prens gelmiş. Oğlanlar kendi aralarında taht kavgasına girmişler. İkisi birbirini öldürmüş, böylece üçüncü tahta çıkmış. Prens gelip yeni kral olan kardeşi öldürmüş ve kral olmuş. Kızı serbest bırakıp onunla evlenmiş.”