Ümit Denizer
Sunuş
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın, Üsküdar’daki Kerem Yılmazer Sahnesi fuayesindeyiz… Yıl 2009… Şehir Tiyatrosunun bazı oyuncuları, yeni bir oyunun provası için gündüz oraya gelmişler… O salonda gösterilmekte olan oyunun kadrosunun fotoğraflarının asıldığı panoyu inceliyorlar… Panodaki oyun “Dönüşüm”… Yazar olarak benim, yönetmen Turgut Denizer’in, dekor-kostüm tasarımcısı Gamze Kuş’un ve o sezon başlamadan seçilerek tiyatro kadrosuna kazandırılmış genç oyuncuların fotoğrafları var…
Panoyu inceleyen tiyatrocular aralarında dalga geçerek konuşuyorlar: “Kim ulan bunlar?”, “Bilmem!”, “Haydaaa”, “Orhan’ın arkadaşlarıymış galiba…”
Bu geyiği yapanların, orta kuşak Şehir Tiyatrosu mensupları olmaları kuvvetle muhtemel… Çünkü eski oyuncuların böyle cümleler kurdukları duyulmamıştır… Genç kuşak da olamaz, çünkü onlar da panolara bakmazlar…
Aradan bunca zaman geçtikten sonra, serinkanlılıkla bu satırları yazmamın amacı, tiyatroyla ilgileri olmayan bu tiyatrocuları aydınlatmak… Ama biliyorum ki okumayacaklar! “Mesleki” yayınları izliyor olsalar, zaten “Kim ulan bunlar?” diye sormazlar… Ya da tiyatrocu dediğin merakını böyle dile getirmez…
Giriş
Üsküdar Şehir Tiyatrosu ile Fatih Şehir Tiyatrosu binaları, birbirinin eşi olan tek katlı basit yapılardı… (Üsküdar yenilendi, fakat Fatih hâlâ aynı) 27 Mayıs 1960’daki askeri yönetim tarafından, devriye askerler için yapılmış prefabrik yatakhanelermiş. Asker, kışlasına çekilip hayat normale dönünce; Muhsin Ertuğrul, binaların yıkılmasını önlemiş ve tiyatro salonları haline dönüştürmüş…
Biz Üsküdarlıyız. Tek katlı o eski salonun hayatımızdaki yeri çok büyüktür. Şimdi yerinde Musahipzade Celal Sahnesi adı konan granit-metal-cam karışımlı, kızıl-kahve renkli bir kütle yükseliyor… Büyükşehir Belediyesi, eski salonun yerine bu “kitsch” kütleyi inşa ettirirken; Şehir Tiyatrosu, geçici olarak Kerem Yılmazer Sahnesi adını yakıştırdıkları salona geçmişti. (Bu salonun da hayatımızda çok büyük yeri oldu ki buna daha sonra değineceğim…)
Gelişme
Şimdi 60’lı yılların sonundayız… Ayla Algan ve Beklan Algan yönetimindeki LCC Tiyatro Okulu’nda; biz, Üsküdarlı üç arkadaş, Muhsin Ertuğrul ve Haldun Taner ile de tanışmıştık… (Muhsin Ertuğrul, taa Darülbedayi’den beri beraber oldukları, kendi yaşıtı arkadaşlarının entrikalarıyla, Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliğinden istifa etmişti. Bu yüzden, kendisiyle birlikte istifa eden Algan’larla bu özel eğitim kurumunda bir araya gelmişlerdi.)
Günümüzde, başka alanlarda eğitim vermeyi sürdüren LCC’deki tiyatro bölümü “ödenmeyen kurs ücretleri” nedeniyle kapanınca; tiyatro kurmaya karar vermiştik. Muhsin Hoca ve Haldun Hoca’yla danışmaya gidince: “Siz çocuk tiyatrosu yapın” diye yol gösterdiler bize. Onların bu talimatlarına uyduk ve “Anadolu Çocuk Oyunları Kolu” adını verdiğimiz bir ekip oluşturduk. Üretim yılları içinde tiyatro çevresi bizi AÇOK kısa adıyla tanıdı…
İlk oyunumuz “Mutluluklar Ülkesi” adını taşıyordu. İlk gösterimini, provalarını da yaptığımız “Üçüncü Selim İlkokulu” öğrencilerine armağan etmiştik. Seyirciler arasında, en arka sırada oturan ve oyunu çocuklar kadar coşkuyla seyreden Muhsin Ertuğrul da vardı… (Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, yurdun her köşesine aynı mimari anlayışla yapılan bu ferah “Taş Mektep”, Muhsin Hoca ile bizim evlerimizin ortasında, aynı uzaklıktaydı. Atatürkçü öğretmen İbrahim Bozalan Müdürlük yapıyordu.)
AÇOK’un ilk gösterimi 1973’ün Aralık sonunda gerçekleşmişti. Sömestr tatiline kadar, aynı salonda gösterimlere devam ettik. Üçüncü Selim çevresindeki diğer ilkokulların öğrencilerini gruplar halinde oyunumuza getiriyorduk. Sömestr tatilinden sonra (yani 1974’ün Şubat-Mart ayları boyunca) Anadolu yakasındaki başka ilkokullara oyunumuzu taşımaya başladık…
Acıbadem İlkokulunda gösterime hazırlandığımız bir sabah, Şehir Tiyatrosu oyuncularından Metin Çoban geldi. Muhsin Bey’in kendisini görevlendirdiğini söyledi. Yeni seçilen Belediye Başkanı tarafından, Genel Sanat Yönetmeni olarak davet edilmiş. Bundan böyle AÇOK’un da Üsküdar Şehir Tiyatrosu sahnesinde sürekli oynamasını istiyormuş… Tabii ki çok sevindik!
Sezonun bitmesine az kalmıştı, ama yine de, evlerimize komşu bu salona uçarak gittik…
Sezon bitince, Muhsin Bey bizi evine davet etti ve gelecek yıl Üsküdar Sahnesi’nde yerleşik olarak oynamak üzere yeni bir oyun hazırlamamızı istedi… O yıllarda TRT televizyonunda çok popüler olan “Uzay Yolu” dizisini eleştiren “Mor Gezegen” adlı oyunumuzu sahneledik ve bütün bir sezonu orada geçirdik…
Bir yandan da, yetişkin seyirciler için bir oyun yapmak arzumuzu gideriyorduk. Yine Üçüncü Selim İlkokulu salonunda, “Ferhad ile Şirin” adlı oyunumuzu çalıştık. İlk gösterimlerini orada yaptığımız, yazımı-yönetimi-donanımı bize ait bu oyun, 1975 yılında “İsmet Küntay Ödülü” ile onurlandırıldı.
Yine bir gün, Üçüncü Selim İlkokulu’nda gece yapacağımız gösterime hazırlandığımız sırada; Muhsin Hoca’dan telefon aldık. O sezon, Ali Taygun’un sahneye koyduğu “Mavi Yapraklı Ev” adlı oyunda bir oyuncu kaza geçirmiş: “Oyunu iptal etmek istemiyorum. Acaba “Ferhad ile Şirin”inizi bu gece onun yerine sahneleyebilir misiniz?” diye soruyordu… Tabii ki yine uçarak gittik! Ve tek gösteri için girdiğimiz Kadıköy Şehir Tiyatrosu’nda, üç hafta kaldık…
Yine Harem’deki evine davet ettiği bir akşam, Muhsin Hoca bana: “Tiyatromuza Teknik Direktör olur musun?” diye sordu. Çünkü AÇOK’un oluşma aşamasındaki sohbetlerimizde: Haydarpaşa Sanat Enstitüsü’nün Ağaç İşleri Bölümü’nü bitirdiğimi ve Yıldız Mühendislik Mimarlık Akademisi’nde Harita Mühendisliği okumakta olduğumu öğrenmişti… Sevinerek kabul ettim. Ve hemen ertesi hafta Tepebaşı’ndaki dekor atölyesinde göreve başladım…
(Bu göreve ancak dört hafta dayanabildiğimi itiraf etmek isterim. Çünkü atölyenin şefi dekor tasarımcısını şikâyet ediyordu, dekor tasarımcısı rejisörü, rejisör de Şehir Tiyatrosu’nun idari yönetimini… Muhsin Hoca’ya bunları söyleyemeden, beni görevden almasını rica ettim…)
“Mor Gezegen”li ve “Ferhad ile Şirin”li sezon bitiminde, Muhsin Hoca bir müjde için yine evine davet etti: “Almanya’nın Hamburg şehrinde uluslararası bir çocuk tiyatroları festivali yapılıyor. Orası için bir oyun hazırlayın” diye talimat verdi. Ne yazalım ne oynayalım diye günlerce kafa patlattık. Sonunda “Keloğlan” doğdu geldi…
Muhsin Hoca “Keloğlan” önerimizi çok beğendi ve dekor tasarımı için Metin Deniz’e, afiş tasarımı için de Mengü Ertel’e yönlendirdi. Telefonlar edip adımıza randevular aldı. Biz de bütün bu ustalarımızın yüzünü kara çıkarmadık… Hamburg festivalinde müthiş övgüler alan oyunumuz televizyon çekimlerine, Avrupa’daki başka önemli festivallere ve uzun süreli turnelere davet edildi! 1976’da “Yılın Oyunu” ödülüne layık görülen ve Şehir Tiyatroları’nın her semtteki salonlarını üçer ay dolaşan “Keloğlan”; artan talep sonucu olarak sekiz sezon sahneden inmedi…
Muhsin Ertuğrul’un 1979 Nisan’ında aramızdan ayrılışından sonra bir daha Şehir Tiyatrosu’na uğramadık! Çocuklara, gençlere ve yetişkinlere yönelik yeni oyunlarla, yeni festivallerle, yeni turnelerle ve yeni ödüllerle, AÇOK üretmeyi sürdürüyordu. 90’lı yıllarda Şehir Tiyatrosu’ndan kime rastlasak, bizim oyun metinlerimizi istiyordu. Her seferinde en son yazdığımızı verdik… Ancak hiçbirini sahneleyemediler. Haklılar, çünkü alıştıkları sahne metinleri gibi değildi. Çok az diyalog içeriyordu, durumları anlatan parantezler çoğunluktaydı. Tabii bir de seyredenlere mesaj taşıyordu mutlaka…
1992’de, 100’üncü doğum yılı kutlanacak olan Muhsin Hocamızın hayatını; “Perdeci” adıyla, yetişkin oyunu olarak hazırladık. Ve dünyada ilk kez gerçekleşen bir gösterim biçimiyle, seyir halindeki bir Boğaziçi vapuru ile 10 Boğaziçi iskelesinde sergiledik… Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Özel Ödülü’ne layık görülen “Perdeci”; yüksek maliyetler nedeniyle, yaz oyunu olarak, İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında sadece dört kere gösterilebilmişti. Gelecek sezon için Kültür Bakanlığı’nın özel tiyatrolara yardım bütçesine başvurduk. “Biz yeni projelere destek veriyoruz. Siz bu oyunu sahnelemişsiniz” gerekçesiyle reddedildik!
Üzüldük! Gerçekten çok üzüldük! Ve küstük! “Tiyatro Gemisi Battı” diye bir ilan yayınlayıp, sahne üstü çalışmalarımızı bitirdiğimizi duyurduk… Ama tiyatro düşünmeden edemiyorduk! Yeni oyunlar yazmaya devam ettik ve birikimlerimizi genç tiyatrocularla paylaştık…
Sonuç
Bir de baktık, 2008’e gelmişiz… Genel Sanat Yönetmeni olarak atanan gençlik arkadaşımız Orhan Alkaya’nın davetiyle; 30 yıl sonra Şehir Tiyatroları’na geri döndük… “Muhsin Hoca, kendi adını taşıyan bu binadan çok kırgın ayrıldı!” diyen Orhan Alkaya; O’nun tiyatroda yapmayı arzu ettiklerini hayata geçirmeye kararlıydı…
Öncelikle, yaşlı oyuncuları çok yoran çocuk oyunlarının yükünü, onların omuzlarından aldı. “Şehir Tiyatroları Çocuk Birimi”ni kurdu. Sadece çocuk oyunlarında görev verilecek genç bir ekip oluşturdu. Ve çocukların beden ölçülerine göre inşa edilmiş, özel çocuk tiyatrosu salonlarının yapılmasına öncülük etti… Turgut’la bana verdiği görev de, Çocuk Birimi’nin Yönetmeni Aslı İçözü’nün asistanlığı idi. Üsküdar sahnesinin inşaatı devam ediyordu. Bu nedenle Çocuk Birimi’nin merkezi olarak seçilen Kerem Yılmazer Sahnesi’nde, önerdiğimiz oyunların provalarına başladık…
(İşte şimdi, bu salonun bize çok ilginç bir rastlantıyı yaşatan hikâyesine geldi sıra! Yine 90’lı yılların başına dönmemiz gerekiyor… AÇOK’un artık kendisine ait bir salonunun olmasını istiyorduk. Moda Sineması’nı yoktan var eden, Karadenizli müteahhit arkadaşımız İzzet’ten yardım istedik. Üsküdar Belediyesi’nin yeni bir kültür merkezi inşa ettiğini söyledi. “Orasını beraber kiralayalım. İnşaat yarımken devralalım ki, içini sizin istediğiniz gibi yapayım ben.” dedi. Belediye muhatap olarak karşısında kurum görmek istediği için, AÇOK Limitet Şirketi olarak kiracı olduk. Yapı ustaları hemen işe başladılar!
Bazı inşaat malzemelerini, kapılarını çaldığımız üretici firmalar bize hibe ettiler. Ama asıl büyük finans kısmını, aile bütçelerimizden kısarak biz üstleniyorduk. En son oynadığımız “Perdeci” dâhil, bütün oyunlarımızın dekor parçalarını, aksesuarlarını, kostümlerini, afiş ve broşürlerini; hepsini, binanın inşaatı biten idari bölümlerine taşıdık. Ve bu salona, Muhsin Hocamızın sahneye çıktığı ilk tiyatronun adını verdik: “Odeon” dedik…
Her şey güzeldi, fakat aile bütçesinden keserek inşaat yapma işi, gelip bir yerde durdu. Tek kuruş çıkarmamız mümkün değildi artık. İzzet, bir çözüm önerdi: “Başka bir kiracı bulalım” dedi. Araştırıldı, tiyatro çevresine haber ulaştırıldı, sonuçta Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer salona talip oldu. Maddi güçleri olduğu için hızla inşaatı tamamladılar. Ancak ne yazık ki, spotların bağlanacağı demir ayaklara kaynak yapılırken yangın çıktı… Yeni bina, Zuhal Olcay ile Haluk Bilginer daha perde açamadan, birkaç saat içinde yandı bitti kül oldu…
Üsküdar Belediyesi tabii ki AÇOK’un kira mukavelesini feshetti. Yangın yerini temizledikten sonra, yerine yeni bir inşaat daha yaptı. Ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları kiracı oldu. Salonun adına da Kerem Yılmazer Sahnesi dedi… Heyecandan uzayan parantezi artık kapatalım ve kaldığımız yerden söz bağlayalım:)
Turgut, “Büyüyünce Ne Olacaksın?” adlı çocuk oyununu 30 günlük provayla çıkardı orada. Hemen peşinden “Değişim Üçlemesi” başlığı altına topladığımız oyunlarımızın provalarına giriştik… Çocuk oyunu “Benim Arkadaşım Yok” ve yetişkin oyunu “Dönüşüm”ü, Turgut sahneliyordu; gençlik oyunu “Her Şeyin Bir Sınırı Var”ın yönetimini de ben üstlendim…
Yine güzel eleştiriler alan oyunlarımız, Şehir Tiyatrosu’nun bir geleneği olarak, bütün semt sahnelerini dolaşıyordu. Marmara Bölgesi’nde turnelere da gidildi… “Dönüşüm” 2008–2009 sezonunu, Gaziantep Üniversitesi’ndeki gösterileriyle kapadı. İstanbul’a döndükten üç gün sonra Orhan Alkaya’ya gelen bir telefon, Genel Sanat Yönetmenliği görevinden alındığını bildiriyordu! Bu da Muhsin Ertuğrul’dan beri yaşanan bir Şehir Tiyatroları geleneğiydi…
Çocuk Birimi Başkanı Aslı İçözü de istifasını verdi. Bize de “gelin çalışmalarınıza devam edin” diyen olmadı… Şimdi ne mi yapıyoruz? Tiyatro düşünmeye devam ediyoruz tabii ki… Önümüzdeki sezonda, bir “hukuk felsefesi” oyunuyla, yetişkin seyirciler karşısına çıkmayı arzu ediyoruz… Ve geçtiğimiz Eylül aramızdan ayrılan Beklan Algan Hocamızın: “İnsanı tiyatrocu yapan dürtü nedir acaba?” diye sorguladığı olayı çözmeye çalışıyoruz…
Kıssadan hisse
Yani, şimdi, Odeon Tiyatrosu yangınında yok olan AÇOK arşivinin külleri içine yayılmış Kerem Yılmazer Sahnesi’nin fuayesindeki adamlar, panonun karşısına geçmiş: “Kim ulan bunlar?” diyorlar…