Üstün Akmen
Gazetelerden okudum, Çiçek Arif (Arif Keskiner) ile Azmi Yılmaz, Çiçek Bar’ı devretmişler. Kendi isminin dışında “Arif”, “Arif’in yeri”, “Sinema Sevenler Derneği” olarak da anılan mekânı işadamı Hüseyin Türkan’a vermişler. Çiçek Bar dediğim, Taksim’den Sıraselviler’e girişten 70 metre sonraki küçük meydanın ortasındaki Billurcu Sokakta, sokağa girişten 20 metre sonra sağdaki tek katlı villa.
Ama ne villa!
Nasıl Bir Villa
1985 yılından bu yana sinema ve tiyatro sanatçılarının, yazarların, ressamların, gazetecilerin, televizyoncuların, iş adamlarının uğrak yeri, buluşma mahalli çok özel bir villa. Bir anlamda ikinci ev… Kurulduğu günden bu yana el değiştirmeden, varlığını hiç bozmadan koruyan bir vaha.
Ben Çiçek Bar’a, Jorj’un Nişantaşı Kulis’i ve Ortaköy Ziya’nın kapanışlarından hemen sonra dadandım, kısa süre içinde pazartesi müdavimlerinin arasına katıldım. Son birkaç yıldır kapısından içeri (kutlamalar-anmalar hariç) hiç adım atmadım. Nedenini, önceleri hemen her müşteri ile selamlaşırken, son yıllarda salonu dolduranlardan selam verecek tek bir kişiyi bulamaz oluşum olarak özetleyebilirim. Özetleyebilirim, ama bu yanlış olur. O zaman: “Yanımda oturan sevgilime bıyık buranlar vardı” diyerek dertlenebilirim. Çiçek Bar’ın müşteri profili kısa bir süreç içinde öylesine değişti, öylesine yozlaştı ki, esas nedeni bu yozlaşmanın “teşkil” ettiğini açık yüreklilikle söyleyebilirim.
Azmi’nin Zebellahlığı
“Çiçek Bar”da resim, fotoğraf, takı, karikatür sergileri açılırdı. Özel anma günleri düzenlenir, yaş günleri kutlanırdı. “Çiçek Bar”ın sahiplerinden Arif Keskiner, sağ elinde bastonu, sol elinde ayağına ve sapına kâğıt peçete doladığı kırmızı şarap dolu kadehiyle bütün konuklarla özel olarak ilgilenir, peşi sıra diğer patron Azmi Yılmaz mutlaka hal hatır sorardı. “Çiçek Bar”da sohbet vardı. Barın çevresinde toplaşanlar, kimi zaman birbirlerine de sataşarak sohbete dalar, kahkahalar salonu sarıp sarmalardı. Maç günleri, eski şef Sanlı Aslan’ın “deniz kenarı” olarak betimlediği ön bölümde kısık sesle televizyon izlenirdi. “Çiçek Bar”da o günlerde müzik yoktu, modern zamanların hercümerci hiç höykürülmedi, tınıların oradan oraya uçuşarak kulağı nasıl yadırgattığı hiç bilinmedi. Dilek Türker’in doğum günü kutlamalarından birinde içimden gelmiş, bir şarkı çığırayım demiştim de, hiç unutmam Azmi yanı başımda bitivermişti.
Çiçek Bar’ın Olmazsa Olmazları, Çalışanları
Şef Arif Koşar, Safa Onay, Rıza Ballıkaya, Cafer Can, Mustafa Can, Esat Yağız, Erdal Dağdır, Salih Karapınar, Mehmet Yücel Çiçek Bar’ın olmazsa olmazlarıydı. Onlar müşterilere adlarıyla hitap eder, her müşterinin ne içeceğini ne yiyeceğini bilirlerdi. Esat Yağız’ın, bir akşam çok içtiğim konusunda beni uyarması anılarım arasındadır, onlar müşterinin eve nasıl döneceğini bile düşünürlerdi. Barın arkasındaki duvarda pazartesi müdavimlerinden ünlü Ressam Alâettin Aksoy’un Yaşar Kemal’den Onat Kutlar’a, hatta Şerif Gören’e Çiçek Bar’ın müdavimleri için kaleme aldığı dörtlüklerden oluşan “Karadeniz dilinde” “Çiçekname” panosu vardı. Barın ucundaki İsmet Ay’ın taburesine o gurbete gitmezden önce asla oturulmazdı. (“Çiçek Bar”da ölene öldü gözüyle bakılmaz, o kişinin gurbete gittiği varsayılırdı.) Pazartesilerden bir pazartesi akşamı, İsmet Ay’ın etrafında kümelenmiş, söylediklerini, anılarını dinlerken bir ara: “… örneğin ben bir gay’im” dediğinde, boş bulunup “estağfurullah” sözcüğünü ağzımdan kaçırışımı dün gibi anımsarım. İsmet Ay: “Ne demek estağfurullah, ben gay’liğimle övünüyorum” diye dakikalarca süren fırçasını atmıştı. Köşedeki masa Kemal Sunal, Tarık Akan, Rutkay Aziz, Zeki Ökten, İrfan Tözüm, Bülent Kayabaş ve Yaman Okay’ındı. O masaya oturulamazdı.
Kimler Geldi, Kimler Geçti Çiçek Bar’dan
Çiçek Bar akşamlarında Adonis’i, Elia Kazan’ı, Bertolucci’yi, Dido Sotiriyu’yu, Abidin Dino’yu, Aziz Nesin’i Yaşar Kemal’i görmek mümkün olabilirdi. Pazartesi akşamlarıysa Ali Poyrazoğlu’na, Levent İnanır’a, Volkan Severcan’a, Yaman Tezcan’a, Umur Bugay’a, Mücap Ofluoğlu’na, Onat Kutlar’a, Hıfzı Topuz’a, Aydın Boysan’a, Melih Âşık’a, Tuncer Cücenoğlu’na, Güneri Artunkal’a, Mustafa Alabora’ya, Osman Hızlı’ya, Memet Ali Alabora’ya, İsmet Ay’a, Hüseyin Baş’a, Demirtaş Ceyhun’a, Ersan Uysal’a, Amele Erol (Özkök)’a, Sümer Tilmaç’a, Genco Erkal’a, Acun Günay’a, Kıymet Coşkun’a, Deniz Kavukçuoğlu’na, Savaş Dinçel’e, Tuncer Kurtiz’e, Ali Sirmen’e, Erhan Abir’e, Nuri Dikeç’e, Osman Şengezer’e, Yaman Tüzcet’e, Erdal Öz’e, Çiğdem Erken’e, Mehmet Yaşin’e, Şener Şen’e, Yücel Erten’e, Dilek Türker’e daha kimlere kimlere rastlamak, onların elini sıkmak, selamlaşmak, tanışmak sadece ve sadece Çiçek Bar’da olasıydı.
Çiçek Bar Kültürü
Çiçek Bar’da oluşmuş bir kültür vardı. Bunlardan en önceliklisi ve önemlisi, Çiçek Bar kadınların tek başına gelebilecekleri bir yerdi. Orta locada çarşamba günleri Macide Tanır, Işık Yenersu, Güler Ökten otururdu. Kimsenin kimseyi rahatsız etmediği, herkesin birbirine saygı duyduğu bir mekândı Çiçek Bar. İstanbul’un benzersiz yerleri arasında sayılan Çiçek Bar’a ben en son geçenlerde Mimar/Yazar Aydın Boysan’ın doğum gününü kutlamaya gittim. Kapıda kendisini sanata ve sanatçı dostlarına adamış, dünya tatlısı Banu Zeytinoğlu tarafından karşılandım. “Âlâ” rakısı tanıtıldı, iyice(!) tattık. O gün Çiçek Bar’ın devrolduğunu bilmiyordum ve küçük bir topluluğa hitap eden bir ‘kulüp’ olduğu söylense de müşteri profilinin gurbete gitmeler, yaşlanmalar, kulübe yeni dadananların farklı arayışlar içinde oluşları, alkol fiyatlarına bindirilen zamlar nedeniyle değiştiği gerçeklerini iyi niyetle düşünüyordum. Çiçek Arif (Keskiner) ve Azmi Yılmaz’ın gemiyi başka ellere teslim ettiklerini kimler biliyordu, kimlerin haberi yoktu bilmiyordum.
Aydın Boysan’ın 90. Yaş Gününü Kutladık
Mimar/Yazar Aydın Boysan’ın 90. doğum gününde Çiçek Bar’ın duvarları ilk kez darbukayla, klarnetle, kanunla tanıştı ve bizler Aydın (Boysan) Abi’nin yaş gününü coşkuyla kutladık. Meğer Aydın Boysan’ın doğum günü, bir anlamda Çiçek Arif’in ve Azmi Yılmaz’ın veda partisiymiş, farkına varamadık. Aydın Boysan’ın dansöz ile karşılıklı oryantal gösterisini çılgınca alkışladık. Nebil Özgentürk’ün özel olarak hazırladığı “Aydın Boysan Belgeseli”ne daldık. Yeni işverenle yola devam edecek olan tüm çalışanların o gün gözlerinde bulamaçlı hüzünler vardı, nedenini anlayamadık.
İçimi Aydınlatan Ortam Yok Artık
Çiçek Bar’ın devredildiği haberini okuyunca Çiçek Bar’da, doğru olanla saçma olanın arasındaki gerçeğin ikilemini yaşamışlardan olduğumu anımsadım. Çiçek Bar insanlarını, evrende her hangi bir zaman diliminde yaşamış insanlar topluluğu olarak tanımladım ve bu nedenle zaman ve mekân gibi belirleyici bir işaret taşımadıklarına inandım. Ancaaak, o insanların yaşam içerisindeki durumlarını belirlemelerinde davranış ve jestlere sahip olduklarına yıllar boyu tanıktım, onlarla birlikte yaşamıştım. Çiçek Bar’daki dostluk, saygı ve sevgi ortamı yıllar boyu içimi aydınlatmıştı. Doğru olanla saçma olanın arasındaki gerçeğin ikilemini de orada sıklıkla yaşamıştım. Çiçek Arif’i de, Azmi’yi de tüm çalışanlarla birlikte yüreğimin içinde pamuklarla sarıp sarmaladım.
Nasip İyem De Çekti Gitti İşte…
O gün, tam da o gün, yani Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı’na “ucube” teşhisi koyan ve “tez yıkıla” emrini veren Başbakan’a engel olamayan Kültür ve Turizm Bakanı’nın: “Boğazköy Sfenksini 95 yıl sonra Almanya’dan geri getirdik” diye böbürlendiği gün, usta seramikçi Nasip İyem’i de yitirdik, kaybının yasını tuttuk. Sanatçının kazandığı ilk başarılarıyla sanatının kişisel olmayan ününü paylaşmasına, giderek içgüdüsel ve olabildiğince alaylı biçimde başarı denilen olguyu geri çevirmeye doğru yönelişine tanık olduğum sanatçılardandı Nasip İyem. Sanatının kişisel, kazançsız, özgür olduğu; kendi kendinin farkına varmadığı, kendi kendine güldüğü, kendi kendini alaya aldığı evreyi elden bırakmayan ender sanatçılarımızdandı. Yaratıcıydı, üretkendi, üstün görsel yeteneği ve ustalığıyla seramik heykeller yarattı; yanı sıra mutlu bir eş ve kolları kanatları olan bir anaydı. Düşünsel olarak da dönemsel hareketlerin daima içinde yer aldı. Tıpkı 60 yıllık aşkı Nuri İyem gibi… Ve bunun hep böylece sürüp gitmesini istedi.İstediği, kaskatı bir yüzle, kendine sunulan ünleri payeleri alarak yaşına hainlik etmek değil, kendi kendine gülüp durmaktı. Öyle de davrandı. Gerçekçi seramik heykellerinde bereketli Anadolu kadınlarını yaptı. O heykellerde coğrafya vardı. Üç boyutlu yapıtları hep sevgiyle, aşkla biçim kazandı.Yaşamının, iradesi dışında kendisini ağırbaşlı bir duruma getirilebilecek olmasından, olasılığından korkar gibi yaşadı.Bir sanatçının sanat karşısındaki alçakgönüllülüğü vardı gözbebeklerinde. O gözbebeklerini bugün ve yarın unutmam asla mümkün değil.Gittiği yer ışıkla dolsun diyorum.Böyle bir annenin kadife elini yaşamları boyunca omuzlarında duyacak olan Müjde ve Bülent Tanla’ya, Ümit ile Evin İyem’e sabırlar diliyorum.