Mimesis-Söyleşi (Hamburg’ta Göçmen Tiyatrosu başlıklı yazı dizisinin sahibi M. Kemal Adatepe’nin Serçecik Çocuk Tiyatrosu ile yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.) Çocuk tiyatrosu konusu Hamburg Türk göçmen topluluğu içinde eksikliğinden yakınılan, olması istenilen, ancak olması için çok da fazla gayret gösterilmeyen bir konu. Geçmiş yıllarda birkaç küçük okul müsameresi yapılmış, velilerden çocuklarına tiyatro çalışması yaptırılması istekleri gelmiş, fakat bu istekler karşılık bulamamış. Büyükler tarafından çocuklara yönelik olarak bir tiyatro oyunu hazırlama denemesi ise hiç olmamış. Alman tiyatrosundaki çocuk tiyatrosu – gençlik tiyatrosu ayrımı ise Türk göçmenlerce yapılmamakta.
Bu durum büyük ölçüde aktif olarak tiyatroyla ilgilenenlerin çocuk tiyatrosunu pedagojik eğitim alınmış olması gereken özel bir alan olarak görmelerinden kaynaklanmakta. Çocuklarla ve gençlerle ilgili her alanda pedagojik bir eğitimin şart olduğu Almanya’da çocuk ve gençlik tiyatroları için tiyatropedagojisi oldukça önemli bir eğitim alanı. Şimdilik bu alanda eğitim görmüş ve Türkçe çocuk tiyatrosu yapmak isteyen kimse olmamış. Ancak yine de 2009 yılında Türkçe oyun sunan bir çocuk tiyatrosu, Serçecik Çocuk Tiyatrosu kurulmuş. Gülin Sertbaş ve Funda Bozok’la yaptığımız şöyleşide bu çocuk tiyatrosunun hikâyesini belgelemeye çalıştık.
***
Hamburg’daki amatör Türk göçmen tiyatrosu üzerine yaptığım söyleşiler sırasında sizlerin ilk çocuk tiyatrosunun kurucuları olduğunuzu öğrendim. 2010 yılında çocuklarla birlikte hazırladığınız oyununuzu sahnelediniz. Çocuk tiyatrosu çalışmalarına neden ve nasıl başladığınızı, amaçlarınızı, bu amaçlara ulaşıp ulaşamadığınızı, ne gibi deneyimler ve sonuçlar elde ettiğinizi ana hatlarıyla da olsa sizlerden öğrenmek istiyorum. İsterseniz söyleşimize sizleri tanımakla başlayalım. Bize kısaca kendini tanıtır mısın Gülin?
Gülin Sertbaş: 1972 yılında Hamburg’da doğdum. On günlük bebekken Türkiye’ye götürülmüşüm. Anneannemin yanında büyüdüm. Onaltı yaşında buraya, Almanya’ya geldim. Buraya geldikten sonra da Türkiye’ye gidip gelmelerim oldu; zaman zaman Türkiye’de yaşadım, çalıştım. Burada grafik tasarım okudum. Uzun zaman reklam ajanslarında sanat yönetmeni olarak çalıştım; şimdi de aynı iş alanında çalışmaya devam ediyorum. Bir de geçen sene göç konusunda belgesel bir film çekimi yaptım.
Türkiye’de eğitimini nerelerden aldın?
Gülin Sertbaş: Çocukluğum Aydın’da geçti. Daha sonra İzmir’de kolejde okudum. Liseyi bitirmeden buraya geldim. Burada önce Almanca öğrenmek için kurslara gittim. Daha sonra Internationale Schule für Grafikdesign Alsterdamm’dan (Uluslararası Alsterdamm Grafik Tasarım Okulu) mezun oldum.
Tiyatroya ilgin nerede, nereden, nasıl başladı?
Gülin Sertbaş: Tiyatroya daha önceden de ilgim vardı, ama yoğun olarak 2003 yılında başladı diyebilirim. Tabii tiyatroya gidiyordum. Hamburg’daki tiyatroları da izliyordum. Ama o zamanlar doğrusu tiyatroda oynarım diye bir düşüncem yoktu, sadece seyirciydim. 2003 yılında Tiyatro İstasyon-İletişim’e katıldım. Çok güzel, hoş bir ortamdı. Yaklaşık bir, birbuçuk yıl sonra ilk kez „Düdüklüde Kıymalı Bamya“da rol aldım. O benim ilk oyunum oldu. Daha sonra „Bilder einer Immigration“da oynadım. En son 2009 yılında Kiel’de „Bilder einer Immigration“da yer aldım, ondan sonra belgesel film çekimleri nedeniyle tiyatroya ara vermek zorunda kaldım.
Funda, şimdi biraz da sen kendini bize anlatır mısın?
Funda Bozok: 1983 İstanbul doğumluyum. 2004 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde ekonometri bölümünden mezun oldum, aynı yıl eşimin yanına Hamburg’a geldim. Burada ilk olarak Almanca kurslarına devam ettim. Sonra üniversiteye başvurdum ve kabul edildim. İşletme okudum, mezun oldum. 2005 yılında çalışmaya başladım, şu anda da bir firmada bilgi analizcisi olarak çalışıyorum.
Lise birinci sınıftan beri tiyatro ile içiçeyim. Lisede tiyatro gruplarımız vardı. Üniversiteye başladığımda, Taksim’deki Türkiye Araştırma Vakfı’nda tiyatro grupları var, oraya katıldım. İlk olarak çocuk tiyatrosu ile başladık. Okullar için çocuk tiyatrosu hazırladık ve oynadık. Bu süreç bir sene kadar sürdü. Sonra okul programının yoğun olmasından, bazı organizasyon sorunlarından dolayı grup dağıldı. Zaten kısa bir süre sonra da ben buraya geldim. Buraya geldikten dört, beş ay kadar sonra internet üzerinden İstasyon Tiyatro-İletişim’i bulduk, eşimle birlikte katıldık. Tiyatro İstasyon-İletişim benim buraya, Almanya’ya alışma sürecimde hem sanat anlamında hem insanlık anlamında benim için çok büyük katkı oldu. Üç sene boyunca arka arkaya üç oyun çıkardık. İlk oyun „Bir Garip Akşam“dı [2005]. Ardından „Düdüklüde Kıymalı Bamya“da [2006] son olarak da „Bilder einer Immigration“da [2007] oynadım. Sonra öğrenimimden dolayı ara vermek zorunda kaldım. Üç senedir oynamıyorum. Geçen sene Gülin’le birlikte çocuk tiyatrosu yaptık. Tiyatro benim için hayatımın her aşamasında çok önemli bir şey oldu. Meslek olarak seçmek istedim zamanında, ama çok tanıdık bir söylemdir, ekonomik kaygılardan dolayı sınav sürecinde tercihlerimi başka alanlarda yaptım. Ama kıyıdan köşeden onunla uğraşmaya devam ettim.
Çocuk tiyatrosu yapmak düşüncesi nereden aklınıza geldi; kimin fikriydi?
Funda Bozok: Fikir Gülin’indi.
Gülin Sertbaş: Küçük bir kızım var, dokuz yaşında; Okulda Türkçe öğretmeninin velilerle yaptığı dönem toplantılarında, haftada gördükleri bir iki saatlik Türkçe dersleri yetersiz kaldığından, çocuklarımızın Türkçelerini geliştirmek için daha ne yapabiliriz konusu tartışılırken tiyatro çalışmaları yapma fikrini ortaya atmıştım. Veliler fikri olumlu buldular ve desteklediler.
Burada doğmuş büyümüş çocuklarda hep gözlemlediğim bir şey var; ev ortamında Türkçe konuşulmasına rağmen Türkçe’de çok zayıf kalıyorlar. Bu gerçekten çok zor bir durum. Bu zor durumu aşabilen çok az aile var. Tiyatronun içinde olduğumdan bana verdiği katkıları düşünerek tiyatro yoluyla eğlenceli bir şekilde çocukların Türkçe dilini geliştirmelerinin daha kolay olabileceğini düşündüm. Fakat bu işin ağır bir sorumluluğu da var. Çocuklarla çalışmak gerçekten zor. Fakat benim gözlemlerim şu oldu; illa okuluna gitmiş olmak gerekmiyor, illa pedagog olmak gerekmiyor, fakat biraz çocuklar hakkında bilgili de olmak gerekiyor. Çocuklarla iletişim sağlıklıysa, ki bunu yapabilenler var, Funda gibi, gayet güzel yürüyor, mümkün.
İlk önce uzun zamandan beri tiyatronun içinde olan kişilerle, Olgay ve Serap Sadak ile görüştüm. Uzun bir tiyatro tecrübeniz var, bunu çocuklara yönelik olarak da yapamaz mıyız, böyle bir projeyi siz başlatmak istemez misiniz diye kendilerine sordum. Bu projeyi onların başlatmaları bana daha mantıklı gelmişti. Fakat onlar bu konuya pek sıcak bakmadılar, çocuk tiyatrosu konusunda fazla bilgileri olmadığını, yapamayacaklarını söylediler. Zaten artık yılın uzun zamanında da Türkiye’de kalıyorlar.
İlk olarak projenin maliyet hesaplarını yaptım, daha sonra da bu projeyi destekleyebilecek kurumlarla, kişilerle görüşmelere başladım. Herkes konuya sıcak bakıyordu, fakat henüz ortada başlanmış, yapılmış bir şey olmadığı için çekimserdiler. Bu arada TGH [Hamburg ve Çevresi Türk Toplumu] ile de görüştüm. Onlar projeye sıcak baktılar, ilgilendiler, ekonomik olarak da destekleyeceklerini söylediler ve başlamamızı istediler. Bunun üzerine Funda ile görüştüm. Funda projeye sıcak baktı, birlikte çalışmayı kabul etti. Bundan sonra oturduk birlikte bir oyun aramaya başladık. Oyun arayışlarımız oldukça sıkıntılı geçti; bizim çocuklarımıza uygun bir oyun yoktu. Çünkü çocukların Türkçeleri gerçekten çok zayıftı. Bir cümleyi tamamıyla doğru konuşmakta çok büyük zorluk çekiyorlardı. Dolayısıyla çok basit bir oyun olması, ayrıca çocuklar için eğlenceli de olması gerekiyordu. Uygun bir oyun bulamayınca oturduk biz bir oyun yazdık. Çocukları zaten tanıyorduk. Dansedebilenler vardı, şarkı söyleyebilenler vardı. Bunları da düşünerek bir oyun yazdık.
Benim gözlemlerim çok olumluydu. Çocuklar severek geliyorlardı. Oyunu da sevdiler, içinde buldular kendilerini. Ama bizim amacımız güzel bir tiyatro oyunu çıkarmaktan ziyade, eğlenceli bir şekilde, tiyatro ortamında, şarkılarla çocuklara Türkçe dilini sevdirmek, öğretmek ve geliştirmekti. Asıl amaç buydu.
Oyun Türkçe miydi?
Funda Bozok: Evet Türkçeydi; iki kez TGH’da oynandı.
Oyun hakkında duyduklarımdan nedense Almancaymış gibi bir imaj edinmiştim.
Funda Bozok: Almanca bölümler de vardı ama ağırlık olarak Türkçe idi. Almanca olması zaten amaca ters düşerdi.
Çocuk tiyatrosu projenize başlarken çocuklardan oluşan değil de çocuklar için oynayan bir tiyatro hiç düşünmediniz mi? Neden sadece çocuklarla tiyatro yapmayı tercih ettiniz?
Gülin Sertbaş: Projenin asıl amacı çocuklara Türkçe’yi sevdirmekti. Eğer yetişkinler tarafından Türkçe’de olsa bir çocuk tiyatrosu yapılmış olsaydı, çocuklar Türkçe ile haşır neşir olmayacaklardı. Genel olarak çocuklar okul çağına kadar ev içinde anne babalarından ya da diğer yetişkinlerden çat pat da olsa Türkçe öğreniyorlar. Fakat okula başlayınca Almanca ağır basıyor ve zamanla Türkçeleri geriliyor, hatta unutuyorlar. Okulda arkadaşlarıyla devamlı Almanca konuştukları için zamanla ana dilleri Almanca haline geliyor.
Ayrıca zaten yeterince tiyatro grubu vardı. Yeni bir grup kurarak rekabet ediyor olmanın gereği yoktu. Çocukların Türkçe konuşabilecekleri bir oyun içinde, çocuklarla birlikte tiyatro yapmak gerekiyordu. Eğer imkanlar elverseydi aynı yerden aynı şekilde devam etme durumu olabilirdi. Bu proje çocuklar için ve çocuklarla birlikte bir projeydi.
Bu arada unutmadan sorayım, oyunun ismi neydi?
Gülin Sertbaş: “Bizim Zamanımızda”; 2010 yılında iki kez oynadık.
Şimdi sözü biraz da Funda’ya vermek istiyorum. Funda, Gülin bu oyun için sana geldiğinde sen bu olayı nasıl karşıladın; neler hissettin, neler düşündün, olay senin açından nasıl gelişti?
Funda Bozok: Gülin bana geldiğinde ilk önce çok sevindim, heyecanlandım. Zaten tiyatroyu seven birisiyim ama Serap ablanın kaygıları bende de vardı. Ben Gülin’e şunu söyledim; ben bu işi yaparım, severek yaparım, fakat şayet pedagoji eğitimi almış birini bulursan önceliği ona ver, birini bulamazsan ben yaparım. Bence de pedagoji eğitimi olmazsa olmaz bir nokta değil, ama olsaydı daha iyi olurdu.
Gülin Sertbaş: Zaten Funda’nın çocuklarla deneyimi vardı.
Funda Bozok: Evet, daha önce de çocuk tiyatrosunda bir tecrübem vardı. Sonrasında karar verdik, başladık. Gülin’in de dediği gibi önce oyun oynadık, bulamayınca kendi oyunumuzu kendimiz yazdık. Çocuklar için en iyi nasıl olur diye epey kafa yorduk.
Oyunun rejisini kim yaptı? Birlikte mi yaptınız?
Funda Bozok: Başlangıçta Nilüfer isimli bir arkadaşımız vardı, ben onunla birlikte başlamıştım. Fakat o kısa bir süre sonra ayrıldı. Rejiyi biz Gülin’le ikimiz yaptık. Zaten amacımız oyuncu yetiştirmek, çocukları oyuncu yapmak değildi. İsterlerse ilerde konservatuarlara, oyuncu yetiştiren okullara giderler, oralarda en iyi şekilde yetiştirilirler. Bizim amacımız, Gülin’in de söylediği gibi tiyatro aracılığıyla çocukların ana dillerinin gelişimine katkıda bulunmak ve bu şekilde onların özgüvenini arttırmak, özgüvenlerinin gelişmesine katkıda bulunmak. Yoksa bizim amacımız çok iyi bir tiyatro oyunu yapalım, her şeyin en iyisi olsun değildi. Sonuçta çocukların anneleri babaları geldiler, yarım saatlik bir mizansen oyun izlediler; ama o yarım saatlik oyun çocuklar için daha farklı bir şeydi. Orada, sahnede bulundukları an ağızlarından çıkacak bir cümleyi onlar arkada elleri ayakları titreyerek bekliyorlardı. Çünkü orada bir çoğu ilk defa bir kalabalığın önünde Türkçe konuşma fırsatı buldular. Belki de bir çoğu o günden sonra Türkçe konuşurken kendisini daha bir özgüvenle ifade etti. İşte bizim amacımızda bunu gerçekleştirmekti. Ben bunu son oynumuzda gördüm. Bu benim için yaptığımız çalışmanın karşılığını almış olduğumuzun göstergesiydi. Çünkü benimle Türkçe konuşurken daha iyi ve daha güvenli konuşuyorlardı. Başlangıçta yarı Almanca, yarı Türkçe, eller ağızda, tamamıyle özgüvensizlerdi. O yüzden oyunun rejisi, sahnelenmesi gibi tiyatro sanatı açısından taşınan kaygılar çok da önemli değildi.
Ayrıca çalışmalarımız sadece oyuna odaklı değildi. Haftada iki saatlik çalışmanın bir saatinde jimnastik hareketleri, oyunlar, kendilerini ifade etmeleri için fırsatlar, günlük yaşamlarındaki Almanca konuşmaları onlara farkettirmeden Türkçe yapmalarını sağlayacak ortamlar yaratmaya çalışıyorduk. Son bir saatte de oyun için çalışmalarımızı yapıyorduk. Çalışmalarımız da bir oyun içindeydi. Yani bir amaç için, oyun oynayacağız, sahneye çıkacağız diye çocukları sıkıntıya sokmuyorduk. Zaten çok sıkı bir plan, disiplin içinde yaşıyorlar. Daha çok, işte Türkçe konuşuyoruz, oyun da oynuyoruz, eğleniyoruz, sonunda da sahneye çıkacağız, herkes bizi alkışlayacak, çocukları bu şekilde motive ettik.
Oyunun hazırlık aşaması ne kadar sürdü?
Funda Bozok: Ekim 2009’da başladık, 2010 Mayıs ayında oyunu sergiledik. Haftada bir gün iki saat çalıştık.
Çocuklar kaç yaşlarındaydılar?
Gülin Sertbaş: 7 – 11 yaşları arasındaydılar.
Oyunu nasıl yazdınız; birlikte mi yazdınız, yoksa çocuklar da bu sürece katıldılar mı?
Gülin Sertbaş: Oyun arayışı, nasıl bir oyun olabilir düşüncesi uzun bir zamanımızı aldı. Bir nine fikri, bir nine geçmişi anlatabilir düşüncesi vardı. Geçmişte bazı şeyler nasıldı, bunu bir nine aracılığı ile anlatabilirdik. Kültürü geçmişten bu güne eklemek, Türk geleneklerinden göreneklerinden parçalar yansıtmak aslında güzel bir fikir olabilir diye düşündük. Mesela oyunda Nasrettin Hoca var, Karagöz ve Hacivat var, bayramlarda uygulanan görenekler var. Mesela bir bölümde bir bayram, el öpme, şeker verme canlandırılıyor. Ama daha önce de belirttiğim gibi, çocukların Türkçeleri çok zayıf olduğundan hem içerik olarak, hem dil olarak basit tutmak zorunda kaldık. Cümlelerin onların anlıyabileceği ve konuşabileceği bir şekilde olması gerekiyordu. Yoksa onlar için çok zor olurdu, sıkılabilirlerdi, yapmak istemeyebilirlerdi.
Funda Bozok: Şimdi bunu oluşturduk, yapıyoruz şeklinde değildi. Önce biz hazırlandık, oyunun ana planını yazdık. Bundan sonra çocuklarla tanışmamız, karşılıklı birbirimize ısınma süreci başladı. Bu süreç içinde hangi çocuğun nasıl bir rol üstlenebileceğini anlamaya çalıştık. Bazı çocuklar dans etmeyi, müziği çok seviyorlardı, onlara uygun bölümler bulduk. Bu arada oyun da değişimlere uğramaya, yeniden yazılmaya, çocuklara uygun bir hale gelmeye başladı. Çok dinamik bir süreçti bu.
Gülin Sertbaş: Oyunun içeriği ise şöyle; çocukların kendilerini bulabilecekleri bir dünya olursa daha kolay olabilir diye düşündük. Oyunda çocuklar Türkiye’ye, Antalya’ya, dönüş yapmış bir ailenin çocuğu olan arkadaşlarını ziyarete gidiyorlar. Gidilen evin iki çocuğu ve bir de nine var. Çocuklar Almanya’dan gelen arkadaşlarını ninelerine tanıştırıyorlar. Oyun sırasında çocuklar kendi aralarında oynarken nine de onlara bakıp „Bizim zamanımızda…“ diye anlatmaya başlayıp kendi çocukluğundaki oyunları, bayram eğlencelerini anlatıyor. Nine „Bizim zamanımızda…“ diye konuşmaya başladığında çocuklar da ninenin söylediği dönemi canlandırmaya başlıyorlar. Nine „Bizim zamanımızda bayramlar…“ dediğinde çocuklar sahnenin öbür tarafında bir bayram sahnesini canlandırıyorlar, nine bizim zamanımızda beş taş oynardık dediğinde çocuklar diğer tarafta beş taş oynamaya başlıyorlar gibi. Oyunun ismi de zaten ninenin „Bizim zamanımızda…“ diye konuşmalara başlamasından geliyor. Nasrettin Hoca ile Karagöz ve Hacivat’ta oyunun motifleri içinde yer aldılar.
Karagöz ve Hacivat’ı nasıl yaptınız; çocuklar mı canlandırdılar yoksa gölge oyunu mu yaptınız?
Gülin Sertbaş: Bimer’le film olarak gösterdik.
Oyununuzda Türkiye’deki gelenekleri, görenekleri canlandırdınız. Çocuklar sizle çalışmaya başlamadan önce bunlardan haberdar mıydılar, biliyor muydular, yoksa oyun sırasında mı öğrendiler, habersiz miydiler?
Funda Bozok: Kimisi biliyordu, kimisi bazılarını az çok tanıyordu, bazısı da hiç bilmiyordu.
Oyundan sonra ne gibi bir değişiklik oldu çocuklarda; nasıl algıladılar bütün bu olayı?
Funda Bozok: Canlandırdığımız her sahne ile ilgili çalışmalarda ve çalışma sonralarında çocuklarla konuştuk. Mesela bayram sahnesi onlar için çok tipikti. Neredeyse hemen hepsinin tanıdığı bir şeydi. Hemen hepsinde, şunu gördüm: bayram çok önemliydi; işte bizde böyle oluyordu, ya da bizde şöyle oluyordu, Türkiye’ye gittiğimizde şöyleydi diye kendileriyle ilgili bir şeyler anlatıyorlardı. Bu hikâye kafalarında hemen bir yere oturdu. Karagöz ve Hacivat’ı tanımayanlar vardı. Onlara Karagöz ve Hacivat’ı anlattık. Bu dönemde Türkçe öğretmenleriyle birlikte çalıştık. Onlar bizle paralel olarak derslerinde Karagöz ve Hacivat ile ilgili hikâyeler okuttular. Çocuklar bilmedikleri şeylere daha çok ilgi duydular. Örneğin bir öğrencimiz bir yerlerden bir Karagöz ve Hacivat hikâyesi bulmuş, bunu da oynayalım diye getirdi. Değişik fikirler çıktı.
Gülin Sertbaş: Aslında bir taşla üç kuş vurmuş olduk; hem Türkçe öğrendiler, hem tiyatro çalıştılar, hem de geleneklerimizi öğrendiler.
Bu çocuklar ne oldu daha sonra; onlarla çalışmaya devam ediyor musunuz? Bırakanlar, yeni katılanlar oldu mu?
Gülin Sertbaş: Funda üniversite eğitimine ve çalışmaya devam ediyor. Bu nedenle de tiyatroya şimdilik vakit ayıramıyor. İnşallah ileriki dönemlerde yeniden tiyatro için vakit bulur.
Funda Bozok: Çalışmalarımızı cuma günleri yapıyorduk ve ben tam gün çalıştığım için cuma günleri buna vakit ayıramıyorum. Ama proje devam ediyor.
Gülin Sertbaş: Dolayısıyla benim başka bir yönetmen bulmam gerekiyordu. Leman Stehn’le görüştüm. Ancak o da sağlık problemlerinden dolayı zamanında projeye başlayamadı. Şimdi 2011 Ocak ayından itibaren Leman Hanım çocuklarla çalışmalara başladı. Fakat bu sene geçen seneki gibi bir oyun çıkmayacak. Zaman az olduğu için küçük bir oyun olacak. Ailelere yönelik olarak çocukların çalışmalarını gösteren kısa bir oyun. Biz geçen sene halka açık olarak oyunlarımızı sahnelemiştik; amacımız çocuklar görsünler, heveslensinler, katılsınlardı. Bu seneki çalışmalar bu boyutta olmayacak. Burada şunu eklemek istiyorum, bu sadece bizlerin çalışmalarıyla olmuyor, ailelerin de katkıda bulunması gerekiyor. Geçen sene bize veliler bu konuda çok yardımcı olmuşlardı, katkılarda bulunmuşlardı.
Funda Bozok: Veliler de oyun hazırlanırken kostümlerin, dekorların hazırlanmasında büyük katkılarda bulundular, el birliği ile hazırlamıştık. Gülin’de bütün her şeyi, çalışma yapılacak yerin bulunmasından , bütün organizasyonun eksiksiz yapılmasına kadar her şeyi gönüllü yapmıştı.
Çalışmaları nerede yaptınız?
Gülin Sertbaş: Altona’da bir tanıdığın bürosunda. Ayrıca TGH’da; çocukların sahneyi tanımaları için TGH’nın sahnesini kullandık.
Tiyatronuzun bir ismi var mıydı?
Gülin Sertbaş: Serçecik Çocuk Tiyatrosu.
Leman Hanım sizin oyununuzu mu devraldı, yoksa kendisi yeni bir oyun mu hazırladı?
Gülin Sertbaş: Kendisi bir oyun hazırladı tabii ki. Onun tecrübeleri, deneyimleri daha fazla.
Çalışmalarınıza başlamadan önce Hamburg’taki Alman çocuk tiyatroları ya da gençlik tiyatroları ile bir temasınız oldu mu? Onlar bu konulara nasıl yaklaşıyorlar?
Gülin Sertbaş: Jenfeldt’te göçmen çocuklarla tiyatro çalışmaları yapan bir proje vardı, onlarla konuştum. Onlar sadece Türkiye’den gelen çocuklarla değil, çeşitli ülkelerden gelen çocuklarla ilgileniyorlardı. Öğretmenleri hangi ülkeden gelirse gelsin 7 – 12 yaş grubundaki çocuklarda çeşitli sorunlar görülebiliyor. Çünkü çocuklar ikinci bir dünya tanıyor, görüyorlar. Onların yaptıkları çalışmalar çocukların Almanca öğrenmeleri ya da Almancalarını ilerletmelerine yönelikti. Oyunları çocuklarla beraber geliştiriyorlardı. Sahnede her çocuğun geldiği kültürden bir şeyler sergileniyordu. Bu da ayrı bir renk katıyordu.
Şimdiye kadar gördüğüm kadarıyla Hamburg’ta çocuk oyunları genel olarak yetişkinler tarafından yazılan ve sahnelenen çocuk oyunları. Belki gözden kaçırmış olabilirim ama çocukların içinde bire bir yer aldığı sadece bu projeyi biliyorum. Bu proje de aslında çocuklara pedagojik yönden katkıda bulunmak ve Almanca öğrenmelerine yardımcı olmak amacıyla hazırlanmış bir proje.
Funda Bozok: Çocuk tiyatrosunda durum Türkiye’de de aynı. Okul müsamereleri dışında çocuk tiyatroları her zaman yetişkinler tarafından hazırlanıp oynanıyor. Benim içinde bulunduğum grup da böyle bir gruptu. 18 – 28 yaşları arasındaki gençler çocuklar için oyunlar hazırlıyorlardı.
Sizin projeniz çocukların Türkçe’yi öğrenmelerine, sevmelerine, geliştirmelerine yönelikti. Aynı şekilde Almanca için çocuk tiyatrosu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gülin Sertbaş: Çocukların isterlerse Almanca tiyatro çalışması yapabilecekleri ya da sadece seyirci olarak gidebilecekleri bir çok çocuk tiyatrosu var zaten. 2010 yılının Eylül ayından beri Hamburg Thalia Tiyatrosu’nda Shekspear’dan uyarladığı „Hamlet“ oynanıyor. Kızım „Hamlet“te sahne alıyor. Bizim çocuklarımız için sorun tiyatro çalışmalarına katılmak ya da tiyatroya gitmek değil, Türkçe tiyatro yapmak ya da Türkçe tiyatroya gitmek.
Funda Bozok: Bu konuda benim aklıma gelen, fakat zaman sorunu nedeniyle en azından şimdilik gerçekleştiremeyeceğim bir düşünce, proje, uyum sürecine katkıda bulunmak açısından, çocukların değil de anne babalarının Almanca, çocukların ise Türkçe konuşacağı bir tiyatro oyunu hazırlamak. Çünkü anne babaların Almanca ile sorunları var, çocukların da Türkçe ile. Böyle bir proje ilginç olabilir gibi geliyor bana! Bilmiyorum gerçekleştirilebilir mi?
Bu güzel söyleşi için her ikinize de teşekkür ediyorum. Bitirmeden önce sizler bizlere son söz olarak ne söylemek istersiniz?
Gülin Sertbaş: Şimdiye kadarki çalışmalarımız büyük ölçüde TGH’nın desteğiyle oldu. Onların destekleri olmasaydı belki yine olurdu ama herhalde daha zayıf kalırdı. Biz şimdiye kadarki çalışmalarımızın olumlu sonuçlarını gördük. Bundan sonrası için de benzer bir destek bulmamız gerekiyor. Gönül ister ki çocuklar için bir merkez olsun, bu tür çalışmalar orada yapılsın. Çocukların bu gibi etkinliklere ihtiyacı var aslında.
Funda Bozok: Sonuç olarak ben zaten çocuklarla diyaloglarımda hissettim onlardaki gelişimi ama, velilerden şunu duyduğumda tam istediğimiz sonuca vardığımıza inandım: „Çocuklar evde bizimle Türkçe konuşmuyorlardı, şimdi konuşuyorlar!“ Bizim istediğimiz sonuç buydu.
M. Kemal Adatepe