Bale Dansçıları Mazoşist Değildir

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri – Royal Ballet’nin baş balerini Tamara Rojo, en az bir dansçı olduğu kadar bir aktris de olduğunu, performanslarının videolarını görmekten neden nefret ettiğini ve neden Black Swan’in [Siyah Kuğu] kendi mesleğine bir hakaret olduğunu anlattı.

Guardian, 13 Haziran 2011, Çeviri: Elif Karaman

Tamara Rojo. Fotoğraf: Sarah Lee

Bugün benim için muazzam derecede özel bir gün. Covent Garden’da, dünyanın en büyük bale yıldızlarından olan Carlos Acosta ve Tamara Rojo’nun Romeo ve Juliet gösterisinin bir provasına katılıyorum. Önümüzdeki hafta sonu, O2 arenada 10.000’den fazla seyircinin önünde dans ediyor olacaklar. Fakat bu sabah, tek seyirci benim. Pardon, bir de bale üstadı Alexander Agadzhanov ve Prokofiev’in eserini çalan bir piyanist.

Royal Ballet’nin parlak üyelerinden biri olan ve gelecek yılın sanat yönetmeni olarak Monica Mason’ın yerine geçmeye aday olan 37 yaşındaki İspanyol Rojo ile röportaj yapmak için buradayım. Fakat röportajın tam olarak ne şekilde ilerleyeceği tanrılara kalmış. Üç prodüksiyon aynı anda yürüyor: Covent Garden’da imza niteliğini taşıyan rollerinden biri olan Manon’u henüz tamamladı, Romeo ve Juliet’i hazırlıyor ve buradan çıktıktan sonra sekiz saatlik bir provaya gitmek zorunda olduğu Royal Albert Hall’da English National Ballet’nin Strictly Gershwin yapımına konuk sanatçı olarak katılıyor. Bana vaat edilen tek şey ise arabayla yolda giderken onunla konuşma şansı. “O çok hızlı ve çok zeki” diyor halkla ilişkiler müdürü. “Aradığınız şeyi hemen bulur. Dolambaçlı yola girmez.” Ben de “Ama bazen işin enteresan kısmı dolambaçlı yoldan gitmektir” diye mırıldanıyorum.

Neyse, şimdilik bu rüya gibi, ışıklarla dolu prova alanında iki muhteşem dansçıyla birlikte olduğum için mutluyum: Acosta, kaslı, çekici, fazlaca terleyen, ağır ağır nefes alan, muhteşem atlama setlerini icra ettikten sonra nadiren bir çığlık koyuveren; Rojo, küçük, solgun, kimsesiz gibi, kesinlikle terlemeyen ve bağırmayan. Önemli bir oyuncu-dansçı olarak tanınan ve bir genç kız zannedilebilecek Rojo, Romeo’nun öpücüğüyle heyecanlanan Juliet oluyor. Ölüyü oynarken, tek bir nefes belirtisi bile yok; bedeni tamamen gevşek; Romeo’nun onun öldüğüne dair kuşkusuzluğunu paylaşıyorsunuz.

Sonradan bana bir sır veriyor. “Ben biraz metot oyuncusuyum. Halkla iletişim kurmak istiyorsan, gerçek duygularını kullanmak zorundasın. Numara yapamazsın. Bazen insanlar muhteşem bir sanatçı olduğumu söyler. Ben öyle olduğumu düşünmüyorum. Sadece gerçek duyguları aradığımı düşünüyorum ve insanlar bunu biliyor. Ben karakterleri beslemek için duygularımı, özel hayatımı, hatıralarımı, hislerimi kullanıyorum. Halka karşı dürüstseniz, bunu hissederler. Kötü bir performans sergilediğimde bunun dürüst olmadığımdan kaynaklandığını bilirim.”

Agadzhanov’la beraber bir saat geçirdiler. Bu rolleri daha önce pek çok kez beraber icra etmişlerdi, ama son üç yıl hariç ve Royal Ballet’ye 25 yıl sadık kalan Rus dansçı bana provaların onların performanslarını “tazeleyeceğini” söylüyor. “Bence biraz acele ediyorsun” diyor Acosta’ya bir yerde -sanatın sırrı zamanı hükümsüz kılmaktır. Bitiriyorlar, Agadzhanov ve Rojo notlarını karşılaştırıyorlar. Rojo çılgın programından, sağlıksız dizinden ve Romeo ve Juliet’ten sonra çıkacağı o çok ihtiyaç duyduğu tatilden bahsediyor. Ve kucaklaşma. Üstünü değiştiriyor, dans kıyafetleriyle dolu büyük bavulunu alıyor ve arabadayız. Limuzin şoförünün sağlık ve güvenlik sebepleriyle sabit tutucuya koymaya çalıştığı bir bardak kahveyi sıkıca kavrıyor ve reddediyor. “Sorumluluk bana ait”, diyor şoföre net bir şekilde.

Kendisinin sabırsız olabileceği ve bale hakkında ne kadar sınırlı bilgiye sahip olduğumu açıkça belirtmem konusunda uyarılmıştım. İngilizcesi mükemmel. 20 yaşında Scottish Ballet’de dans etmek için İngiltere’ye ilk geldiğinde hiçbir şey bilmiyormuş, fakat dört ayda akıcı bir şekilde konuşmaya başlamış. “İskoçya’ya ilk geldiğimde hiç İngilizce bilmiyordum” dedi bir keresinde, “Ama bunu sorun etmedim ki İskoçlar da sorun etmiyordu.”

Rojo, Carmen’de dans ederken, 2009. Fotoğraf: Alastair Muir/Rex Features

Ona ölüyü oynarken harika olduğunu söyledim ve neden oyunculuğun onun için dans kadar önemli olduğunu sordum. “Bizler hikayeler anlatmak için oradayız, insanları etkilemek için. Bale kendi başına insanları etkileyebilir. Balanchine (Rus koreograf George Balanchine) güzeldir ve güzellik insanları etkiler, ama hikaye dinlemek insanoğlu için doğaldır ve eğer yaptığımız buysa bunu iyi yapmak zorundayız.” O2’de 10.000 seyirciyle iletişim kurabilecek miydi? “Bu heyecanlı olacak, daha önce hiç denenmemiş yeni bir şey, umarım iyi gider.” Uzak mesafeden olduğu kadar devasa ekranlardan onu izleyecek olan bir seyirci kitlesi için farklı bir şekilde performans göstermek zorunda kalıp kalmayacağını henüz bilmiyor. Sessiz sinemanın abartılı oyunculuğundan sakınmaya ne kadar hevesli olduğunu açıklayarak “Kameraların yakın çekimlerde ne kadar yaklaşacaklarını görmek zorundayım,” diyor.

O2 deneyimini ayrıntılı olarak açıklıyor. “Sürekli seyirci kitlemizi genişletmeye ve baleyi seveceklerini asla düşünmeyen insanlara ulaşmaya çalışıyoruz ve bu büyük bir fırsat. Bu algıları değiştirmek için bir şans ki bu, Opera House’taysanız çok zor. İnsanlar balenin demode bir sanat türü olduğunu düşünüyor, fakat sanatı bu çerçeveden çıkartıp başka bir yere koyarsanız insanlar önyargısız yaklaşabilir. Belki de demodesinizdir diyorum. “Hayır, değiliz. Bale çok genç insanlarla dolu bir sanat dalı. Sürekli ilerleyen ve sürekli değişen çok canlı bir sanat.”

Kuğu Gölü’nün duygusal olarak coşkun akıl hastası yıldızı Natalie Portman’a Oscar kazandıran Black Swan filminin popülerleşmeye yardımı dokundu mu? “Mümkün olan her kötü klişeyle kötü bir filmdi.” diyor. “Diyalog komik, şartlar inanılmaz, karakterler parodileştirilmiş, benim için izlemek bile mümkün değildi; utandırıcıydı. Ve biliyorum ki çocuklarının bale yapmasına izin vermeyi düşünen anneler için bu film caydırıcı olacak. Yani bu film sayesinde Opera House’a 200 kişi daha gelecekse bile, uzun vadede bunun bedelini ödeyeceğiz.”

Rojo, Odette olarak Kuğu Gölü’nde. Fotoğraf: Johan Persson

Filmin aklen dengesiz balerin, aşırı hırslı rakipler, baskıcı anne, korkunç sanat yönetmeni gibi abartılı karakterlerini nasıl karşılıyor? “İnsanlara bunun gerçek olmadığını ve eğer birisi onları böyle çalıştırıyorsa bırakıp gitmelerini söylüyorum, çünkü bu yol başarıya giden yol değil, bu yol…” Cümleyi bitirmiyor ama delilik kelimesi kendini hissettiriyor. “Kendini kaybet!” diyorum, filmde megaloman sanat yönetmeninin Natalie Portman’ın Nina karakterine verdiği komutu taklit ederek. Rojo gülüyor; gırtlaktan gelen harika bir gülüşü var. “Bırakıp gidin!” diye cevap veriyor, “Hemen!” “Filmde başrolün gerçek bir dansçıya verilmiş olmasını dilerdim” diyor. “Bir kişinin 12 ayda baş balerin olabileceği iddiasında bulunmak bir hakarettir. Bu ulaşılamaz bir şey. Bu neredeyse ‘yaptığınız şeyin hiçbir önemi yok çünkü herhangi biri bunu birkaç ay içinde yapabilir’ demektir.”

Peki ama klişelerden bazıları doğru değil mi; baskıcı anneler mesela? “Belki mankenlik camiasında çocukları Miss Little Alabama’ya katılan bu tarz anneler vardır, ama ben hiç Opera House’un prova odasına gelip kendi çocuğunun yanlışlarını düzeltmeye çalışan bir anne görmedim. Bu kabul edilemez olurdu.” Peki ya yeme bozuklukları? Portman filmin büyük bir kısmını kusarak geçiriyor. “Eminim bazı insanların yeme bozuklukları vardır, ama popülasyonun geri kalanının da aynı oranda olup olmadığı bilmek enteresan olurdu, çünkü ben öyle olduğunu düşünüyorum.”

Moira Shearer’ın özenti bir baş balerini canlandırdığı 1948 tarihli ünlü Powell ve Pressburger filmi Red Shoes [Kırmızı Ayakkabılar] da bir saplantı portresidir. Bu garip bir rastlantı değil mi? “Bu çok zaman önceydi. Toplum değişti. Eminim o zamanlar bir yönetmenin sizi böyle bir hayat yaşamanız için zorlaması daha mümkündür. Bugün bir yönetmenin özel hayatınıza karışmaya hakkı yok.” Film yapımcılarının ve belki de bizim de, balerinlerin dansı yaşamlarından daha üstün bir yere konumlandırmalarına inanması mı gerekir? “Bu romantik bir bakış ve ben bunu anlayışla karşılarım. Dışarıdan bakıldığında böyle düşünmek bizim pratik, gerçekçi ve düzenli olduğumuzu düşünmekten daha hoş.”

Tabii ki baş dansçılar arasında çekişmeler ve kıskançlıklar olduğu doğru. Aynı prodüksiyonlar için farklı rol dağılımları olması bunu garantiliyor ve eleştirmeler ile bale severlerin karşılaştırma yapmalarına olanak sağlıyor. “Tabii ki bir çekişme var, ama bu en azından benim için sağlıklı bir çekişme.” Rojo’nun, son 10 yıldır Royal Ballet’de kendisiyle beraber baş balerin olan Romanyalı Alina Cojocaru ile şiddetli bir çekişme içinde olduğu söyleniyor. Bunda bir gerçeklik payı var mı? “Birbirimizi çok severiz” diye diretiyor. “Alina’ya gerçekten hayranım ve her zaman ondan bir şeyler öğrenirim.” Ateşi hayranların körüklediğini söylüyor. “Bunlar kötü insanlar. Bir insanı destekleyip diğerine karşı olmayı bir mesele haline getiriyorlar. Biz böyle değiliz.” Dansçılar futbolcular gibi; hayranları onları desteklemeye ve rakiplerine karşı tezahürat yapmaya geliyor.

37 yaşında, tıpkı bir futbolcu gibi, Rojo dans kariyerinin sonuna yaklaşıyor. 40 yaş bale starları için bir dönüm noktası ve Rojo’nun kırk yaşından sonra dans etmesi pek olası değil. Başından beri kariyerinin kısalığının ve kırılganlığının farkında olduğunu söylüyor. “İlk kez sakatlandığında ya da bileğini burktuğunda belki de 12 yaşındasındır ve asla eskisi gibi olamayacağının ve olsan bile bunun iki sene alacağının epey farkındasındır. Ve kariyerin bir işten çok daha fazlası demektir. ‘Tamam, başka bir iş bulurum’ diyemezsin. Bu hayatını adamak istediğin şeydir. Bu bir ilişki gibi, hayatının aşkının seni terk etmesi gibidir. Dünya başına yıkılır.”

Kariyeri bittiğinde çok üzülecek mi? “Bu her sanatçı için bir problem, buna alışmakta zorluk çeken balerinleri anlayabiliyorum. Hiç emekli olmamak istiyorlar ya da boşluk hissediyorlar. Sonunda sanat yönetmeni olmayı düşünüyorum ve buna yönelik hazırlanıyorum.” Kısa süre önce Madrid’de yarı zamanlı performans sanatları lisansını bitirdi ve 2009’da bir ayını Kanada Ulusal Balesi’nin sanat yönetmenin peşinde dolanarak geçirdi.

Çekingen bir tavır takındığı tek an ona Royal Ballet’nin boşalan sanat yönetmenliği pozisyonuna başvuru yapıp yapmadığını sorduğum andı. Mülakatlar şu anda devam ediyor. “Buna cevap veremem,” diyor kahkahalar arasında. “Onlar… Buna cevap veremem, üzgünüm.” Böyle bir rol üstlenmek için “biraz erken” olduğunu söylüyor ama benim tahminim başvuru yaptığı ve yapmadıysa bile ileride önde gelen adaylardan biri olacağı yönünde.

Meğer Kensington’dan Covent Garden’a gelene kadar 20 dakikada tatmin edici bir röportaj yapmayı başarmışız. Burada beni bırakıp gidebilirdi ama yapmadı; tahammülsüzlüğü bir mit olsa gerek. Telefon çağrısını beklerken, Gershwin müzik performansında rol alan (“Bu bir şov” diye açıklıyor Rojo, “Çok derinlikli değil”) İngiliz Ulusal Balesi’nin genç ve heyecanlı ekibiyle dolu mekanda ona eşlik ettim ve muhabbet ettik. Bana İspanya’da çok başarılı iki ebeveynin tek çocuğu olarak büyüdüğünü –babası endüstri mühendisi, annesi ise finans yönetmeni– ve henüz beş yaşındayken yağmurdan kaçarken sığınmak için girdiği okulun jimnastik sınıfında baleye nasıl aşık olduğunu anlattı. Bunun yapmak istediği şey olduğunu hemen anlamış ve okul notlarının düşmemesi koşuluyla ailesi ona izin verene kadar onlara hayatı zindan etmiş. “Çok ağladığımı söylüyorlar.”

İspanya çok sınırlı bir klasik bale geleneğine sahip –Franco mevcut biçimi yok etmiş– ama o özellikle Madrid’de eğitim görmüş, küçük bir İspanyol topluluğuyla profesyonel bir dansçı olmuş ve 1994’te 19 yaşındayken Paris Uluslararası Bale Yarışması’nda büyük ödülü kazanmış. “Bu balede iyi olduğumu düşündüğüm ilk andı.” diyor. Bu ona Scottish Ballet’de solistliği garantilemiş. Royal Ballet ile görüşmeden önce dört yıl dans ettiği English National Ballet tarafından tescillenmeden önce orada altı ay geçirdi.

Bir balerin olmamış olduğunu hayal edebiliyor mu? “Ederim, çünkü çok azimli ve mükemmeliyetçiyim, bu yüzden muhtemelen başka şeyler yapmış olurdum” diyor. “Ama iyi olduğum konuda iş bulduğum için yeterince şanslıyım. Bazen şüphelerim oluyor ve eğer kendi videomu izlemek zorunda kalsam ölürüm, çünkü ben kafamda, gerçekte olduğumdan milyonlarca kez daha iyiyim. Bazen buna değip değmediğini düşünüyorum. Tek bir hayat var ve ben onu dansa adıyorum. Ama bir yandan da yapacak daha iyi bir şey var mı? Belki hayatımı kanser tedavisi araştırmaya harcamalıydım, ama belki de hiçbir şey bulamayabilirdim, en azından şimdi insanlara keyif veriyorum.”

Hiç yorulduğu oluyor mu? “Dans ederken değil, ama eve gidip yemek yedikten sonra birden konuşamaz hale geliyorum. Televizyonun önünde uyuyakalırdım, ya da erkek arkadaşım “Hadi, yatağa geç” derdi. Erkek arkadaşı Londra’nın merkezinde Bloomsbury’de ona yakın oturuyor. Onun hakkında söyleyebileceği tek şey bir dansçı olmadığı. Evlilik olası mı? “Bilmiyorum” diyor. “Ona sormalısınız.” Çocuk sahibi olma konusunda henüz endişelenmiyor. “Çocuk sahibi olmak için hala zamanım var ya da sonradan evlat edinebilirim. Bu şu an beni endişelendiren bir şey değil.”

Peki ya dansçıların katlanmak zorunda olduğu acı? Altı ay boyunca onu dans etmekten alıkoyacağı için, dizinden olması gereken ameliyattan kaçıyor. “Acı çektiğimiz gerçeğine sürekli odaklanmak yanlış. Tıpkı herhangi bir atlet gibi yaralanmalar olabilir çünkü günlük rutinimizde atletler gibi bir yaşam sürüyoruz, ama bu işi yapmamızın sebebi acı değil. Bizler mazoşist değiliz. Acıdan zevk almıyoruz. Bu bir çeşit dinsel ritüel değil. Sanat için acı çekmek zorunda olduğunuzu düşünmezsiniz, düşünmemelisinizdir de.” Bir diğer Black Swan klişesi daha yalan çıktı.

Paylaş.

Yanıtla