Nedim Saban
Tiyatro sezonunun sonlandığı şu günlerde tiyatromuzun sağlıklı yaşam koşullarında devam edebilmesi için göz ardı edilmemesi gereken bazı gerçeklerin altını çizme gereğini duyuyorum.
Bir tiyatronun sanatsal ilkeleri ve hedefleri ne olursa olsun, er geç ticari gerçeklerle yüzleşmesi gerekliliği doğacağı, hele hele günümüzün vahşi kapitalizm koşullarında salt seyirci sayısıyla belini doğrultmasının yeterli olmayacağı kesindir.
İyi bir tiyatro yöneticisi, çağımızda ne yazık ki çok iyi hesap tutan, PR yapan, ortaya çıkardığı yapıtın seyirciyle buluşması için doğru adımlar atan bir kişi de olmalıdır artık. Salt sanatsal vizyon ya da doğru bir politik bakış açısı tiyatroyu ayakta tutmak için yeterli olmuyor ne yazık ki.
Batı ülkelerindeki “artistic director” ve “managing director” ayrımı bu yönden son derece önemlidir. Ancak, bu ayrım yapılırken, iki görevi üstlenen kişinin de vizyon sahibi olması ve birbirlerinin sorumluluk alanlarını çok iyi biçimde kavrayabilmeleri, çalışma alanlarında sinerji yaratabilmeleri gerekir.
Tecimsel tiyatrolarımızda “müdür” kavramı kapıda bilet kesen, turnede oyunculara yatacak yer ve yiyecek ayıran kişiden öteye gidemeyince; “tiyatro patronu” kavramımızda ise hesabını kitabını bilen, tiyatrosunun vizyonunu ve geleceğini planlayan kişiler hemencecik “tüccar” olarak sınıflandırılınca, tiyatronun geleceğini düşünmek neredeyse günah haline dönüşmüştür.
Bugünkü yazımda, “günah” işlemeyi de göze alarak, Türkiye Tiyatrosu’nun geleceğini karartacak olan birkaç tehlikenin dikkatini çekmek istiyorum. Öncelikle, yıllardır artırılamayan bilet fiyatları nedeniyle full kapasite oynayan tiyatroların bile, ödenek bulamadıkları takdirde zarar etme riskiyle karşı karşıya kaldığı bir ortamdayız. Geçmiş yıllarda devlet, tiyatroya sağladığı çok kısıtlı ödeneklerle kimi zaman ipleri ele geçirmeye çalışmış; kimi zaman hatır gönül ilişkilerine dayanarak birkaç kez perde açan topluluklarla süreklilik gösteren tiyatrolar arasında ayrım sağlayamamış, sürekli değişen ve kıstasları belli olmayan ödeneklerle kendi yandaşlarına ödenek çıkartmak için fırsat bilmiştir. Oysa özel tiyatrolara da ödenekli tiyatrolar gibi bir döner sermaye çıkartılarak, bilet fiyatlarını sembolik rakamlara düşürerek halka hizmet veren toplulukların koltuk başına düşen farkının devlet tarafından karşılanması, sanatın halka sağlıkta olduğu gibi bir hizmet politikasıyla ucuz ama yetkin bir yoldan eriştirilmesi çok radikal bir çözüm olabilir.
Öte yandan, koltuk sayıları kısıtlı olan alternatif tiyatrolar, bugünlerde çeşitli seminerler yaparak yeni bir yapılanmaya gidiyor; bu yapılanmayla gerek broşür basımı, gerek tanıtım, gerek medya desteği konusunda pek çok konuyu dillendiriyor. Bu işbirliği yapılırsa, çağdaş ülkelerde olduğu gibi, vakıf ve kuruluşlar söz konusu mekânları desteklemek için bir yarış haline girecektir. Çünkü köşe başındaki ufacık bir tiyatroyu desteklemekle, genç seyirciye hitap eden, yenilikçi kuşağa seslenen bir kitlesel oluşumu desteklemek arasında çok büyük bir fark olacaktır.
Bu yıl hızla türeyen fırsat sitelerinin bir yandan tişört, bir yandan tenis raketi ve kayak ayakkabısı satarken, öte yandan tiyatro bileti satmasının tiyatroya hiçbir yararı olmadığı gibi, çok büyük bir zararı olmuştur. Yarı fiyatına satılan ve tiyatroların kasasına yüzde 25 olarak giren biletler, salonların dolu olmasını tetiklese de, gelir vergileri ve KDV’ler düştükten sonra, tiyatroya uzun vadede külliyen zarar verir. Tiyatroların fırsat sitelerinde bilet satmasını bekleyen izleyici gişeye gitmemektedir. Bu nedenle, tiyatrolar ortak karar alarak, yine yurtdışındaki uygulamalarda olduğu gibi son dakikaya kadar satılmayan biletler dışındaki biletleri kesinlikle fırsat sitelerinin hizmetine sunmamalıdır.
Devlet Tiyatroları’nın Taksim’de bilet sattığı gişenin benzeri gişeler, belediyelerin desteğiyle kent meydanlarına kurulup, son dakika biletleri indirimli olarak buralarda satılabilir. İstanbul Devlet Tiyatrosu, iki yıldır Taksim Meydanı’nda bilet sattığı gişesini özel tiyatrolarla paylaşabilirdi. Özel tiyatrolara her fırsatta büyük destek sağlayan genel müdür Lemi Bilgin bunun düzenini kurmaya sıcak baktığı halde, her nedense sanat yerine bürokratik engeller çıkartmayı yeğleyenler Londra, Paris, New York’taki gibi “son dakika indirimli bilet” satışının önüne set çekti. Bu yazıdan sonra belki Taksim Meydanı kalmamış olacak, kalacak olursa da umarım böyle bir uygulama hayata geçirilir, tiyatromuz biraz nefes alır.
Artık sadece iyi bir tiyatro oyununu oynamak yeterli değil çünkü. Nerede diye soran seyirciye ise verilecek cevap ise çok zor! Bugün burada, yarın orada, ama genellikle metropolün buluşma noktaları olan yerlerden çok uzak yerlerde… Çünkü buluşma noktaları, tuhaf tuhaf binalara peşkeş çekilmiş… Ya da rantriyeler boş bırakılan, yıkılmak istenen güzelliklere göz dikmiş!
Şimdi mucizeler yaratarak, doğru yerde, doğru zamanda, doğru kadroyla bir oyun kurduğunuzu düşünün, ayakta kalabilmek için ne yazık ki bu gerçeklerle de yüzleşmek zorundasınız. Bu yazıyı niye mi yazdım? Bugün seçim yasakları varmış. Politika konuşmak yasak. Seçimden sonra, haftaya buluşuruz.