Dikmen Gürün
Yasaklar, sansür ve saldırılar tiyatromuzun da gündeminde yer etti. 1968’de Kadıköy İl Tiyatrosu Aziz Nesin’in Berber Nonoş oyunu sırasında saldırıya uğradı, aynı yıl Aydın Engin’in Devr-i Süleyman oyunu da Aksaray Küçük Opera’da saldırıya uğrayacak ama yine suçlular bulunamayacaktı…
Boris Groys, “Terör Çağında Sanatın Kaderi” başlıklı yazısında sanat alanında yaşananların ve bunlara dair analizlerin zamanın ruhunu yansıttığından söz eder. Bu açıdan bakıldığında ülkemizde o kadar çok olumsuz örnek sıralamak mümkün ki… Örneğin; Mehmet Aksoy’un, Başbakan tarafından “ucube” olarak nitelendirilen heykelinin, bir insanlık anıtı olarak Kars’a kazandırdığı o görkemli ve anlamlı eserin yine Başbakan’ın verdiği “buyruk” üzerine hızla yıkılması dönemin bire bir yansımasıdır. Groys’un altını çizdiği gibi, bugün durduğumuz noktadan bir adım geri atıp çevremize baktığımızda göreceğimiz resim, içinde bulunduğumuz dönemle ilgili ciddi sorgulamalara yol açar. Yüzleşmek zorunda kaldığımız gündelik olaylar sadece suyun üstündeki yansımalarıdır yaşananların, yaşanacakların…
Ekim 2010’da Antalya Film Festivali’ne jüri üyesi olarak davet edilen Sırp yönetmen Emir Kusturica bazı grupların protestolarıyla karşılaşınca kenti şaşkın bir vaziyette terk etti. Benzer bir olay geçen günlerde Antalya Uluslararası Tiyatro Festivali’nde yaşandı. İsrail’den gelen Cameri Tiyatrosu’nun Kalbimi Titret adlı oyunu, İHH İnsani Yardım Vakfı üyelerince Mavi Marmara gemisinde yaşananlar nedeniyle saldırıya uğrayabileceği endişesiyle iptal edildi ve topluluk yine şaşkın, bavullarını topladı gitti. Gündelik birkaç haber ve Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) bildirisi dışında kapandı olay… Dün Kusturica, bugün Cameri Tiyatrosu, peki yarın?
Şiddet bir çözüm mü?
Siyaset ve sanat arasındaki ince çizginin özenle korunması, şiddet ve dar bakış açıları arasında hızla kök salması olası sağlıksız ilişkileri olumlu yönde etkileyecektir kuşkusuz. Genelde tüm sanatların ve özelde tiyatronun duruşu yıllar boyu baskıcı yönetimlerin onunla yaşadığı hesaplaşmaların simgesidir. Aristophanes, “Söz insan düşüncesinin kanadıdır /İnsanı sözdür yücelere çıkaran / Ben de sana akıllıca söz etmekle/ Kanat takmış oluyorum kafana” derken, Schiller insanlık tarihini geniş dünya sahnesinde düşünce uğruna güçlü karakterlerin mücadelesi olarak ele alırken ya da Edward Bond,“Tiyatronun ana teması adalettir”, David Hare, “Sağduyu tiyatronun kalbinde yatar” derken salt tiyatronun değil, tüm sanatların yapısal dinamiğini belirlerler.
Yasaklar, sansür ve hatta saldırılar ne yazık ki zaman zaman tiyatromuzun gündemini oluşturmuştur. Mart 1964’te Şehir Tiyatroları’nda oynanan Brecht’in Sezuan’ın İyi İnsanı yobazların taşlı sopalı saldırılarına hedef olmuş ve repertuvardan kaldırılmıştır. Ulvi Uraz Tiyatrosu 1966’da Kırıkkale’de taşa tutulmuştur, Kadıköy İl Tiyatrosu 1968’de Aziz Nesin’in Berber Nonoş oyunu sırasında saldırıya uğramış ve dekorlar tahrip edilmiştir. Aynı yıl Aydın Engin’in Devr-i Süleyman adlı oyunu Aksaray Küçük Opera’da saldırıya uğrayacak ama yine suçlular bulunamayacaktır, tıpkı yıllar sonra Ferhan Şensoy’un Muzır Müzikal’i oynarken Şan Tiyatrosu’nu yakanların bulunamadığı gibi… Daha o kadar çok örnek sıralamak mümkün ki…
Edward Bond der ki: “İnsanlık olaylarının çözümünde asla şiddete yer yoktur… İnsanlığın yitirildiği noktada uçurumun dibindekilerle yolda yürüyenler arasında hiçbir fark kalmaz.” Sağlam bir toplumsal düzenin koşulu olan eğitimden ekonomiye uzanan altyapıların geliştirilmediği toplumlarda şiddetin tırmanması kaçınılmaz. Tabii ki burada söz konusu olan, sokaklara taşan şiddetin ötesinde, eğitimsizlik, iletişimsizlik, uyumsuzluk üstünden ve özellikle de sanatın her alanında yaşanan kırılmalardır.
Toplumun hafızası sanki kaydedemiyor artık son yıllarda sanatla ilişkili olarak yaşanan onca olayı. Çark hızla dönüyor, kopmalar şiddetli yaşanıyor. “İktidar” sözcüğünün açılımları aynı hızla istismar ediliyor ve ne yazık ki bu istismarlar bir hak halini alıyor.
Cumhuriyet