Nedim Saban
Seçim anketlerine bakıp “yine geliyorlar”, ya da hayata bakış açınıza göre “yine gitmiyorlar” diyorsanız, sakın demeyin!
Burası sürprizlerin memleketi.
AKP’nin seçim zaferi ilan ettiği 2007 gecesinde yani 100 kişiden 47’si kapalı bir biçimde AKP’liyim demişken, kuaförde tıraş oluyordum, kalfası, çırağı, ustası, müşterisi “aaaa bak Konya’yı da aldılar, Ankara’dan da çıktılar, Mardin’i de süpürdüler, Erzurum’dan şu kadar milletvekili çıkarttılar” gibi hayretler içinde kalınca, bu 47’nin hiçbiri burada değilmiş meğer diye tüy diktim.
Meğer ertesi gün benden daha çok saçı olan arkadaşlarım, peruk takanlar, kel başında şimşir tarağı olanların da başına aynı şey gelmiş.
Nerede bu % 47 kardeşim?
Hani, azımsanacak bir azınlık olsa varoşların bir köşesine gizlenmiş, biz görememişiz dersiniz, ama memleketin yarısı oy vermediğini söyleyip, AKP’yi birinci çıkartıyorsa var bu işin içinde bir iş!
Ya duygularımızı ifade etmeyi bilmiyoruz, ya da ifade ettiğimiz duygular yalan!
….
Akşam Gazetesi ilk çıkacağı günlerde kamuoyunda anket yaptırmış: Nasıl bir gazete istersiniz diye? Herkes 4 sayfa kültür sanat eki istemiş. Ankete kanıp bu kadar çok kültür sanat sayfasıyla çıkan Akşam sabaha çıkamıyormuş neredeyse. Sanat sayfalarını azaltmış, tiraj patlamış.
Facebook etkinliklerinde yaşamını sığınma evlerine adayan bir aktivist haykırıyordu: “Etkinliğe 700 kişi katılacak diye hazırlanıyorsunuz, sığınma evinin önünde 7 kişiyi zor buluyorsunuz. Temizlik yapacak ekipleri bile kuramıyoruz.”
Artık facebook’ta profil oluşturarak trend yaratmak, dışarıya çağdaş insan görünmek mümkün.
AKP’ye oy vermiyor, sığınma evlerine yardıma gidiyor, aynı gün aynı saatte nasıl oluyorsa hem Kars’ta heykel yıkılmasın diye savaş veriyor, hem İstanbul’da Hrant’ın arkadaşları arasında panele katılıyor.
Aslında yok öyle bir şey…
Kendisine sorarsan ilerici…
Ama ya evin ilerisindeki internet cafede, ya da arkadaşlarından geri kalmamak için twitter’da, skype’de filan.
Sanal kadın, sanal adam.
Güvenlik ağlarını iyi kurmuş.
Güneydoğu’da kadınlar öldürülür, İstanbul’da transseksüeller şiddete maruz kalır, ona bir şeycikler olmaz, olamaz, olsa olsa sanal ortamda fırsat sitelerini ziyaret ederken kredi kartının limitini hacker’lara boşalttırır.
Bir burnu kanasa, biriyle kavgaya tutuşsa da bir tokat yese, bir risk alıp başarısız olsa ya da gerçek anlamdaki bir başarısını kutlasak, onun gerçekten var olduğuna inanacağız belki de.
….
Geçen gün vizyona giren “Türkan” filminin facebook sayfasında 650.000 hayranı var. Ama ilk hafta sonu filmi onca sinemada sadece 25.000 kişi izlemiş!
Dön 2007’de AKP’ye oy vermeyen benim kuafördeki kalfaya, çırağa, ustaya sor. Kesin hepsi izlemişlerdir. Ya da vakit bulamamışlar ama ilk fırsatta izleyeceklerdir.
Filmin prodüksiyonunda, özellikle Türkan’ın “basılan” ev önü ve Lütfi Kırdar konserindeki finalinin daha ihtişamlı olmasını beklerdim. Ancak, Rüçhan Çalışkur’un sadece fiziksel olarak değil, olağanüstü bir oyunculukla hayat verdiği çağımızın en önemli idealistlerinden Türkan Saylan’ın mutlaka görülmesi gerekiyor. Çalışkur, böyle bir kahramana başka bir ülkede bu kadar başarılı bir biçimde can verseydi ne Oscar’ı, ne Altın Palmiye’si kalırdı.
Bizim yapmamız gereken bu filme böyle başarıyla can veren Çalışkur’u, Tardu Flordun, Ragıp Savaş, Binnur Kaya, Tanju Tuncel, Begüm Birgören, Burçin Oraloğlu ve isimlerini sayamadığım onlarca oyuncuyu ödüllendirmek için filme giderken, en azından bir genci de yanımızda götürmek. Gençlerimize bu film sayesinde bu ülke böyle insanlar gördü diyebilmenin onurunu yaşatmalıyız.
Oya Yüce/ Cemal Şan/ Ayça Mutlugil tarafından dramatik kurgusu son derece sağlam olarak kurgulanmış olan senaryoda Türkan Saylan’ı “melek” olarak göstermek için Lepra Hastanesi’ndeki palyaço sahnesi gibi sahneleri biraz abartılı bulduğumu söylemeliyim. Kanımca, çağın en önemli devrimcisinin yaşama farklı bakan iki oğluna yemek masasında çıkıştığı sahnedeki gibi daha çarpıcı bir kişilikte ele alınsaydı, çok daha unutulmaz bir karakter ortaya çıkardı.
Bu filmde Egemen Bağış’a “Allah sizi başımızdan eksik etmesin” mantığında olan nice sanatçımız oynamaktan korkmuş. Ürkmüşler üç paralık diziden atılmaktan herhalde ki, role altın harflerle imza atmanın onurunu Çalışkur’a bırakmışlar.
Ben Ajda Pekkan Hanımefendi’nin Egemen Bağış beye yaptığı nazik bağışı “yalakalığın kitabını yazmak ” olarak değerlendiren Uğur Dündar gibi düşünmüyorum. Zamanında Emel Sayın hanımefendi de eli kanlı generallerle aynı sofrada hoşaf içerdi.
Bunlar en azından öne çıkıyorlar.
Benim derdim sanal takılanlarla!
Facebook’unuzu açın da, suratınızı gösterin. Adamsanız ortaya çıkın, “Korkağım, ödleğim, gericiyim, statükocuyum, ben sadece sanal olarak var olan bir çağdaş insanım, aslında yokum” deyin!
Birgün‘de yayınlanan bu yazı yazarı tarafından Mimesis için revize edilmiştir.