Bilal Akar
Geçtiğimiz günlerde sona eren Terakki Vakfı 16. Gençlik Tiyatroları Festivali’nde Halkalı Toplu Konut Lisesi Tiyatro Topluluğu’ndan Wolfgang Borchert’in “Kapıların Dışında” oyununu izleme fırsatım oldu. Bir üniversite topluluğunda tiyatro yapan biri olarak, birkaç sene sonra beraber tiyatro yapacağımız arkadaşların üretimlerini, emeklerini izlemek oldukça keyif vericiydi. Elimde bir program dergisi olmadığı için prodüksiyonun künyesini yazamıyorum ancak arkadaşların gösterdiği kolektif emeği kutluyorum.
Wolfgang Borchert, Nazi Almanya’sı döneminde muhalif kimliğinden dolayı yaşadığı sorunlar yüzünden sağlığını kaybedip 36 yaşında öldüğünde arkasında şiirler ve öyküler bırakmıştı. Ancak ona asıl ününü kazandıran, savaştan döndüğü bir hafta içerisinde yazıp bitirdiği fakat sahnelenmesini göremeden öldüğü, “Kapıların Dışında” oyunu olmuştu. Dışavurumcu bir tarzda kaleme alınan oyun, Borchert’i Yıkım Edebiyatı’nın en tanınan yazarlarından biri haline getirdi. Oyun, güçlü bir anti militarizm vurgusu ve nihilizan bir toplum eleştirisi ihtiva etmektedir. Oyun Türkçeye Behçet Necatigil ve sonrasında Yüksel Baypınar tarafından çevrilmiş. Bu iki çeviri arasında yorumsal çok fazla fark olmamasına rağmen, kişisel olarak Behçet Necatigil’in kurduğu dilin, daha vurgulu olduğunu ve dramaturjik noktaları daha görünür kıldığını düşünüyorum.
Grubun, dramaturjik açıdan oldukça ağır ve derin bir metin oyun olan “Kapıların Dışında”yı neden tercih ettiklerine dair bir bilgim yok. Lise tiyatrolarında görmeye alışmadığımız bir metin ve bu metinden doğan bir oyunculuk izlemek önemliydi. Halkalı Toplu Konut Lisesi Tiyatro Topluluğu metne müdahale etmiş. Oyun metni nispeten kısaltılmış, bazı sahnelerin sıralamaları değiştirilmiş, “Öteki” ve “Tanrı” tiplemeleri kaldırılmış, sahneler anlatıcıvari bir bağla bağlanmış, bunların yanı sıra oyunda var olan nihilist vurgu tercih edilmemiş. Oyunun geneli boyunca, oyunculuk performansları ve seyirlik niteliği yüksek sahnelemeler izledik. Tiplemelerin genel aksiyon çizgisinde oldukça tutarlı bir performanstı. Grotesk yorumlanmış odakların ve tiplemelerin yanı sıra yalın oyunculukların da var olduğu çeşitli bir oyunculuk üslubu tercih edilmiş. Bu çeşitlilik sahnelerin ritimlerini de olumlu bir biçimde etkilemiş.
Metinsel ve rejisel müdahalelere gelecek olursak, Beckmann’ın ilk tiradında yapılan kısaltmalar, karakterin durumunu ortaya koymasını zorlaştırıyor. Zira oyunun açılışında yer alan bu tirat Beckmann’ın koşullarını, psikolojisini görebildiğimiz bir yerdi. Metinde yer alan tekrarlar, dramaturjik anlamda çok önemli bir yerde duruyor. Bu tekrarlarla, seyircide yaratılan yabancılaşmalar, vurgu noktaları sahnelemede törpülenmiş durumda. Yazarın üslubunda yer alan tekrarlanan, yarım bırakılmış cümleler genel anlamdan bağımsız değil, bu durumdan mütevelli metnin diline müdahale ederken dikkatli olmak gerekiyor.
Oyunun başından itibaren var olan “Öteki” tiplemesinin kullanılmaması bunun yerine “anlatıcı”ların bağladığı sahnelerin varlığı Beckmann’ın çizgisini görmemizi zorlaştıran bir müdahale olmuş. “Öteki”, oyunda kendisini “evet diyen yanın” olarak tanımlıyor. Bu tiplemenin atılması, Beckmann’ın kişiliğinde yer alan diyalektik tartışmanın ortadan kalkmasına yol açmış. “Öteki”nin yönlendirmeleri, aralarında yaptıkları tartışmalar, karakterin psikolojisine ve algısına dair önemli ipuçları içeriyordu.
“Tanrı” tiplemesinin olmaması ise, “cenaze müdürü” ile aralarında olan bölümlerin hiçbirinin olmamasına yol açmış. Dramaturjik bir tercih olarak bu vurgu kaldırılmış olabilir. Zaten bununlar beraber “cenaze müdürü”nün dramaturjisi de tamamen değişmiş durumda. Oyunun özünde, deyim yerindeyse “ölüm tanrısı” olarak nitelenen, gerçeküstü bir düzlemde kurgulanan tiplemenin bu yorumu tercih edilmemiş. Bu tercih, ortaya konulan oyunun dramaturjisine uygun bir durum, zira Beckmann’ın nihilist tavrını ortadan kaldıracak bir tercih.
Metindeki makaslamadan nasibini alan bir başka metafor ise “gözlük” metaforu. Diğer kısaltmaların aksine bu metafor, oyunun kurgulanmasında, dayatılan resmi ideolojiyi, devletin ideolojik aygıtlarının dayattığı söylemi somutlayan bir araçtı. Ayrıca Beckmann’ın hayata “bakış”ını etkileyen, yaşadığı olaylara tepkisini belirleyen ve her sorulduğunda kendine ezberletilen şekilde (“Evet, gaz maskesi gözlüğüm. Gözlük kullananlarımıza bunu askerlikte verdiler; gaz maskesi takarken de düşmanı görüp vurabilelim diye”) cevapladığı bir soruydu.
Genel kurguda yer alan sahnelerin yerlerinin değişmesi ise bence yanlış bir tercih olmuş. Zira “Öteki”nin Beckmann’ı bu yerlere bu sırada yönlendirmesinin farklı etkileri vardı. Bu konuda “Kapıların Dışında” üzerine daha önce kaleme aldığımız yazıya bakılabilir. Öncelikle Beckmann’ın çektiği acılar, uyuyamaması, hissettiği sorumluluk onu ister istemez Binbaşı’ya –sorumluluğu devretmeye– gitmeye yöneltiyordu. Bayan Kramer ile olan bölümde ise, her yerden dışlanmış, soyutlanmış olan Beckmann’ın oyun boyunca ilk defa umutlu olduğu kısma geliyorduk ki düşüşü daha keskin ve net oluyordu. Düşüşün varlığı kaldırılmak istenmiş olabilir ancak oyunun genel çizgisine yapılan bu müdahalenin tiplemenin kurgusal derinliğine zarar verdiğini düşünüyorum.
Halkalı Toplu Konut Lisesi Tiyatro Topluluğu’nun böylesine ağır, uzun dramaturji tartışmaları, eğitim-araştırma gerektiren bir metnin altına girmesi kutlanması gereken bir durum. Kaldı ki, grup her ne kadar oyun metnine yaptığı müdahalelerle kendi seçtikleri vurguları da zayıflatmış olsalar da, oyunun altından kalktıkları rahatlıkla söylenebilir. Hem oyun yorumlamaları, hem de yaptıkları değişiklikleri bir bağlama oturtmaları açısından oldukça başarılılardı. Gerek dramaturji gerek oyunculuk düzeyi açısından şenliklerde izleyebildiğim birtakım üniversite gruplarından üst bir seviyedeler. Grubun sanatsal, maddi koşullarını bilemediğim için süreçleriyle ilgili çok fazla detaya giremiyorum ancak böyle bir metinden, aksamayan, yorumlamaları güçlü, sanatsal kalitesi yüksek bir oyun çıkardıkları için emeklerine sağlık.