(Bilsak’lı) Halide Eşber’in Yazıp Oynadığı “Son Yarım Saat”i Kaçırmayın!
Savaş Aykılıç
Danışman: Nihal Koldaş
Sebep: Jale Sancak
Fotoğraflar: Merih Akoğul
Grafik Tasarım: Eda Bahadınlı
KONU: (BROŞÜRDEN) Uzun yıllardır görüşmediği anne babasının ani-beklenmedik ölümleri üzerine sadece yarım saatliğine uğramak durumunda kaldığı doğup büyüdüğü evde, anne ve babası ile tekrar geçmişin hesabını gördüğü tek kişilik oyun.Her Cuma saat:20.00’de Tiyatro Karakutu’da ve her Pazar Kadıköy-Ada Cafe’de..izlenebilir.
Mehmet Ergen’in “Mükemmel” Bulduğu Oyun
Cumartesi akşamı facebook’uma eski kankam Mehmet Ergen’den bir not düşüyor : “(Halide) Eşber’i izledin mi? Mükemmel!”… “Hıh” diyorum içimden, “İstanbul’da mükemmel bir oyun olacak da benim haberim olmayacak ve ben kaçırmış olacağım”! Hayır efendim, buralar bizden sorulur… Mehmet yanılıyor olmalı! Gidip bir de ben göreyim bakayım neymiş bu “mükemmel olan”? Eğer gerçekten mükemmel olsaydı daha önce işitmez miydik, görmez miydik canım!… (Şaka şaka, her zaman yaptığım gibi, yine, kendi üzerimden “böyle düşünenleri” hicvetmeye, onlar(ın önyargılarıy)la eğlenmeye çalışıyorum…
Oyun Her Pazar Kadıköy Bahariye-Ada Cafe’de Saat 20.00’de
Kadıköy’de Altıyol ya da “Boğa”nın (heykelin) olduğu yer diye anılan yerden Bahariye Caddesi’ne çıkıyoruz. İlk soldan içeri giriyoruz, inciler boncuklar takılar satan dükkan ve tezgahların arasından geçerek TKP’nin Nazım Hikmet Kültür Merkezi karşısındaki Ada Cafe’de alıyoruz soluğu.
Ada Cafe’nin işletmecisi de eski Bilsak’lı arkadaşlarımızdan Alp Giritli… Yazlık bahçesi de olan, duvarları yağlı boyalar, karikatürler, afişler, fanzinlerle dolu şirin mi şirin bir gençlik mekanı… Siyah bir fon önünde “sahne”de bir tek sandalye var “dekor” adına… Bir de “yüzlük” birkaç spot…
Fuaye Müziği Bile Egzantirik, Egzotik ve Ezoterik
Fuaye müziği olarak Afrika mı Çin mi yoksa Hint mi ya da Avustralya yerlileri- Aborjini mi olduğunu kestiremediğim bir ezgi-müzik çalıyor… Neden sonra, kulaklarım alışıyor ve bunun Eşber tarafından söylenen bir ninni (sonradan öğrendiğime göre bir Ermeni ninnisi imiş…) olduğunu idrak ediyorum bir anda…
Derken müzik kesiliyor ve saat tam 20.00’de “Son Yarım Saat” başlıyor… İçeri tepeden tırnağa siyahlar içinde bir “yaslı” (yaşlı değil) kadın süzülüyor… Başındaki siyah başlık nedense bende bir anda Treblinka Toplama Kampına gaz odalarına götürülen Yahudi kadınları anımsatıyor… (Ben de kripto bir Hazar Yahudisi miyim ne…J)
Bilsak’lı Halide Eşber’i “Anlama Kılavuzu” İçin Bkz. “Bilsak Tiyatro Kursu” Misyonu
Halide Eşber Bilsak’lı olduğu için Bilsak Tiyatro Kursu’ndan söz etmek oyuncunun ve oyunun daha iyi anlaşılması ve yerli yerine konması için ufuk açıcı olabilir: Bilsak Tiyatro Kursu, 1984 yılında aynı adı taşıyan (Bilsak) Kültür Merkezi (Cihangir-Alman Hastanesi arkası-Soğancı sokakta) içinde 1402’liklerce kuruldu… Bilsak binasının ve işletmesinin başında Ahmet Ağaoğlu, Tiyatro Kursu’nun başında Beklan Algan vardı…
Bilsak Tiyatro Kursu, mevcut tiyatro eğitiminin dışında ve üstünde, çağdaş dünya tiyatrosu standartlarında alternatif bir oyunculuk kursu ilke ve iddiaları ile yola çıktı… Sadece iki yıl sürdü ama Beklan Algan’ın “LCC” ve “Tiyatro Araştırma Laboratuarı”nda olduğu gibi bir kuşak tiyatrocu üzerinde kuramsal ve pratik bir dolu iz bıraktı, dönemine damgasını vurdu denilebilir…
Sahne dersleri (atölyeleri) seçkin devlet ve şehir tiyatrosu sanatçılarınca veriliyordu: DT’den Ahmed Levendoğlu, Müge Gürman, Levent Öktem, Nihat İleri… İBŞT’den Beklan Algan, Ayla Algan, Erol Keskin, (aynı zamanda Beklan ve Ayla Algan’ın LCC’den öğrencileri olan) Taner Barlas, Macit Koper…
Kuramsal (Teorik) derslere ise; Mitoloji-Güngör Dilmen Kalyoncu, Tiyatro Tarihi ve Kuramları-Haluk Şevket Ataseven, Sahne Tasarımı-Metin Deniz, Estetik-Prof. Dr. Süleyman Velioğlu, Semiyoloji (Göstergebilim) -Ahmed Senemoğlu, Antropoloji-Ahmed Güngören…
Birinci yıl ücretli, ikinci yıl burslu (ücretsiz) olarak sürdü… Daha sonra bu kurstan mezun Nihal Geyran Koldaş bir grup arkadaşı ile (zaman içinde sadece Nihal Geyran kaldı ve o hala devam ediyor…) Bilsak Tiyatro’yu kurdu; dolayısı ile Bilsak Tiyatro, Bilsak Tiyatro Kursu’nun içinden doğdu…
Bugün bakıyorum da Bilsak Tiyatro Kursu’ndan mezun olup da hala tiyatro yapanlar, yapmaya çalışanlar, tiyatro ile yatıp kalkanlar… Bir elin parmakları kadar… Mehmet Ergen, Hülya Aslan, Nihal Geyran Koldaş, Eşber Çelik (Uzun bir aradan sonra), Kubilay Zerener, (2. Yıl’dan Şerif Erol, (unuttuğum ya da atladığım varsa bağışlasınlar), bir de bendeniz (Savaş Aykılıç)…
Bilsak Tiyatro Kurslarının ezici çoğunluğu üniversite öğrenimi gören öğrencilerdi… Aramızda en çok mimarlar (Nihal Geyran Koldaş, Arhan Kayar, Canan Dölay, Deniz Bilgesu), mühendisler (Alp Giritli, Önder Güvenç, Kubilay Zerener) vardı…Hülya Aslan ve Zeynep Casalini lise öğrencileri idi o zamanlar…Mehmet (Ergen) de bir yerlere kaydını yaptırmıştı ama gitmiyordu… Ben İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğrencisi idim…
Ne günlerdi ama…
“Türk” Virginia Wolf’u Bir “Bilinç Akışı” Yazar Ve “Türk” Grotowski’si Bir Oyuncu Olarak Halide Eşber
Karşımda bir kadından çok sadece bir yüz var şimdi… Bembeyaz, makyajsız (ya da çok az makyajlı) gözleri, o kocaman gözleri, bakışları, mimikleri, yüz çizgilerini, yüz ifadelerini ön plana çıkaran “yaslı” bir yüz…
Tanıyorum onu, bu Bilsak Tiyatro Kursu’ndan arkadaşım, romancı ve oyuncu Halide Eşber… Ama bu sefer gülmüyor, yas tutuyor… Kime? Babasına mı? Ölen kim? Belki de kendine! Gençliğine… Acılarına… Mutluluğu ondan esirgeyenlere… Ruhunu örseleyenlere, onu acılara gark edenlere… Faşistçe ona baskı yapanlara… Onu engelleyenlere…
Trans-Andantal Oyunculuk
Her şey hem çok belirsiz hem çok belirli… Hem açık hem kapalı… Hem derinde hem yüzeyde… Sahnedeki hem Eşber, hem de değil… Bir büyücü, bir şaman, bir “cadı” gibi, içine hayatı boyunca kendisine eziyet eden hortlaklar, ruhlar, cinler girmiş gibi, esrik, vecd içinde, trans halinde bir oyunculuk…
Sahnede öyle güçlü bir duygu, düşünce, coşku anaforları ve metaforları var ki soluğunuzu tutuyorsunuz, gözünüzü kırpamıyorsunuz… “Kirke” ya da “Siren” karşısındaki “Odiseus” gibi taş kesiliyorsunuz yerinizde…
Replikler, olaylar, durumlar, acılar, ezmeler, ezilmeler, duygusal şiddet ve eziyetler bir çağlayan gibi çok yüksek bir hızla, debi ile yüreğinizi burkarak, heyecanlara gark ederek akıp gidiyor iç içe geçerek…
Şaşırtıcı, Sarsıcı, Şok Edici, İnsanın Kanını Donduran Bir Tiyatro
“Everest My Lord” ya da “İşte Baş İşte Gövde İşte Ayaklar” (Sevim Burak) bile bunun yanında daha “açık metin”ler olarak sayılabilir… Metin yoğun psikoloji ve bilinçaltı ile dokuz kat boğumlanmış gibi duruyor… İlk boğumu izlerken açmaya çalıştım… Üzerinden şu kadar gün geçti hala diğer boğumları çözmeyle meşgulüm! Bazı yerleri ihtimal ölünceye kadar, hiçbir zaman çözemeyeceğim…
“Konsantre Oyun” diyebiliriz bu oyuna… Yoğun, imbiklenmiş, süzülmüş, bekletilmiş, emek verilmiş… Saat zamanı evet yarım saat sürüyor ama neden bana saatlerce sürmüş de daha da saatlerce zevkle izleme arzusu verdi?
Ben mi çok “mazoşist”im, metin mi çok “sadist”? Sahnedeki oyun üzerinden ister istemez ben de kendi “iç” hesaplaşmaya; bilinçaltımla yüzleşmeye çağırdı… Unuttuğum ya da baskı ve kontrol altına aldığım kendi hortlaklarımı; “Marquis de Sade”larımı; “Frankeştayn”larımı, “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde”larımı yattıkları mezarlardan, su dolu fanuslardan canlandırıp, vitrin camlarını tuzla buz ederek onlarla yeniden karşılaşmayı ve onları bir kere daha “cehenneme” göndermeye davet etti bu oyun beni… (Bu özel imlerden hiçbiri yok oyunda, bunlar benim izlenimlerimi ve duygularımı anlatmak için başvurduğum ortak kahramanlar…)
Sarstı, etkiledi, “titretti”, “özüme döndürdü”… İnsanoğlunun “İlkel”, “vahşi”, “sadist”, “kötü”, “faşist”, “diktatör”, “aşağılık” yanlarını bir kez daha gözler önüne serdi… Üstelik bunu hiçbir özel isim/aidiyet/millet/ülke/zaman/yer vb… anmadan yaptı…
Bu anlamda yüzyıllardır, binyıllardır tüm insanlığın ortak trajedisine parmak basan, evrensel, bir metin ile karşı karşıyayız… Biraz Sevim Burak biraz da Wirginia Wollf dersem belki bir çağırışım yapar henüz izlemeyenlerde…
Belli belirsiz de olsa oyun küçük hikayeciklerden (anekdot, kıssa, anlatı…) oluşuyor… Bir kadın bir cenaze vesilesi ile otuz yıl önce ayrıldığı eve geri dönerse gör başına ne iç hesaplaşmalar gelir!… O evde anne, baba, büyükanne vb ile yaşanan acı hatıralar, acılar, üzüntüler, baskılar…
Şamanik, Ayinsi, Ritüelistik Ama Aynı Zamanda Yeni, Çağdaş Ve Modern Bir Oyun
“Büyüme” ve “olgunlaşma”, “uygarlaşma” adı verilen tokadı / yumruğu / kırbacı / maşayı / kayışı /mobbing’i (duygusal baskı ve işkence) yemedi / duyumsamadı ki… Donmuş / katılaşmış / sertleşmiş / acımasızlaşmış / vicdansızlaşmış / hastalıklı / takıntılı / çürümüş / bozulmuş / yozlaşmış değer / düşünce / tavır / gestus / mimik ve beden dilleriyle, duruşları, susuşları ile birer Capo, birer SS Nazi’sine dönüşmüş, yaşamı yaşarken ölüme ve cesede dönüştürmekte usta kargalar / ifritler /kara büyücüler… birer birer Halide Eşber adlı “şaman”ın içine girip canlandılar o gece…
Bu sıra dışı performansı (daha iyi ve hakkı ile) anlamak / algılamak / alımlamak için Bilsak Tiyatro’nun işlerinden / üretimlerinden haberdar olmanız yol gösterici olabilir… Zira bu -alışılageldik- bir Ödenekli Tiyatro ve onun oyunu ötesinde çok daha başka bir gösteri / performans / deneyim…
Dikkat: Bu Oyunun, Alışıldık (Statücü) Sanat Ve Tiyatro Algılamaları Üzerinde Yıkıcı Bir Etkisi Olabilir
Nihal Geyran Koldaş, Beklan Algan, Jack Nicholson, Eric Morris, “Actor Studio”, “Rol Yapmayın Lütfen”… “Grotowski”, “Jozef Szajna”, “Tiyatro Araştırmaları Laboratuarı”, “Bilsak Tiyatro Kursu” vb. haberdar iseniz; Hacıabdullah Lokontası’nda yenilen bir “ayva tatlısı” üzerine “kaymak” konmuş gibi lezzet alacağınıza garanti verebilirim…
Deneysel Bir Oyun ve Oyunculuk ile Bilinçaltımızdaki Travmalara (Zorlanmalara) Mazoşist ve Zevkli Bir Yolculuk
Çok farklı, çok değişik, bir oyunculuk tekniği, “özyaşamöyküsel yazarlık ve oyunculuk” malzemesinden ya da buradan yola çıkılarak geliştirilen bir farklı metin ve tiyatro tadı almak için bulunmaz bir fırsat… Tam bir “Deneysel Oyun” ve “Oyunculuk”…
Özellikle birbirinin eşi, eski, donmuş, katılaşmış, yaşamayan bir sanattan bıkanlar, yenilik, tiyatroda yenilikler, yeni tatlar, yeni ve değişik algılar ve algılama biçimlerini incelemek, görmek ve yaşamak isteyenler için çölde bir vaha bu oyun…
Metnini ve oyunu özellikle romancılarımız, hikayecilerimiz, oyun yazarlarımız çok beğenecek ve ilgi çekici bulacaklar diye düşünüyorum… Entelektüellerimiz, her disiplinden sanatçımız, akademisyenlerimiz; üzerine incelemeler, tezler yapılabilecek, saatlerce konuşulup tartışılabilecek bir oyun arıyorlarsa kaçırmasınlar…
Göz göze, yürek yüreğe oynanan bu oyun “göz kontağı mesafesi”ni aşmaması gerektiği için her seferinde çok sınırlı sayıda seyirciye oynuyor… Rezervasyon için (Her Pazar saat 20.00): Ada Cafe (0532 541 09 63 ve 0216 450 33 32)