Son bir haftada tiyatro kamuoyunu ilgilendiren önemli bir tartışma başladı. Devlet(in) Tiyatroları’na ihtiyacımız var mı? Bu konuda bir kesim kesin ve net bir dille buna karşı olduğunu bildiriyor ve hatta bu kurumun tasfiye edilecek olmasını sanata yapılmış bir saldırı olarak görüyor. Diğer bir kesimse bu kurum sırtımızda kambur, atalım gitsin diyor.
Türkiye’de modern tiyatronun izlediği serüven düşünüldüğünde “devletin tiyatrosunu ne yapacağız” sorusuna o kadar da kolay cevap veremeyeceğimiz aşikârdır. İlk modern Türkçe oyunların sergilendiği Hagop Vartovyan (Güllü Agop) Tiyatrosu’nun kurulduğu 1870’li yıllardan itibaren bu topraklarda devlet tiyatroyu kendi kontrolü altına almak için her türlü yolu denedi. Aslında Devlet(in) Tiyatroları adlı kurumun ortaya çıkışı bu girişimin farklı evrelerinden birisidir sadece. Sonuçta şunu unutmamak gerekir: Tiyatro insanlarını özgürce yaratan gerçek sanatçılar olmaktan çıkarıp birer “memur” tipine dönüştürerek tiyatroyu kontrol altında tutmayı başarabilirsiniz ama bu yapılanı evrensel standartlar açısından gerçek anlamda sanat olarak adlandıramazsınız.
Ancak elbette ki bu hantal yapının alternatifi sanata yararcı bir perspektifle yaklaşan ve kapitalizmin argümanlarını kabul edip sanatı vahşi piyasanın ellerine bırakan bir anlayış da olamaz. Çünkü sanat da tıpkı eğitim ve sağlık gibi kamusal bir ihtiyaçtır ve sanat üretiminin rekabetçi piyasa mekanizmalarının insafına terk edilmemesi, kamu tarafından desteklenmesi gerekir. Tabii burada oluşturulacak model toplumun genelini dikkate almalı ve her vatandaşın sadece sanat ürünlerini takip etme değil, aynı zamanda bireysel olarak sanat yapma hakkını da garanti altına almalıdır. O zaman Devlet(in) Tiyatroları’nı “aynen koruyalım” ya da “kapatalım gitsin” tarzı kolaycı yaklaşımlara teslim olmadan bu konuyu tüm tarafların fikirlerini alarak ve geniş bir zaman dilimine yayarak tartışmak gereklidir.