Nedim Saban
27 Mart gecesi Dünya Tiyatro Günü’nde, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul Yaşam Derneği bünyesinde tiyatro sanatçıları ile bir araya geleceği için çok mutlu olmuş, CHP’nin en sonunda tiyatrocularla kol kola girerek bir kültür ve sanat politikası oluşturacağı için umutlanmıştım.
Bu köşede birkaç ay önce “Kılıçdaroğlu Neden Geç Kalıyor” başlıklı bir yazı kaleme alarak, partinin seçimlerden başarılı çıkabilmesi için, bir kültür ve sanat politikası belirlemesinde gecikmemesi gerektiği konusunda görüşlerimi belirtmiştim. CHP’li belediyelerin büyük bir bölümünün konser vermekten öteye gitmeyen yüzeysel politikalarını eleştirmiştim. Sadece AKP’den kurtulmak için yüzeysel pohpohlama politikalarının da gerçek solculara yaraşmayacağını düşünerek, Kılıçdaroğlu’ndan kültür politikası talep etmenin bir lüks değil, Türkiye’nin geleceği için bir gereksinim olduğunu düşünüyorum.
“Sizi alkışlıyoruz”, “hep sizi destekledik” diyen bazı meslektaşlarım, büyüklerim ve ustalarımla 13 Haziran sabahı ağlaşmamak için, CHP’ye inanan ama bu partiden somut işler bekleyen yeni kuşağın gözlerinin içine somut biçimde bakabilmek için, CHP’deki değişimde önce kültür devrimi talep ediyorum.
Atatürk’ün kurduğu Halkevleri, ne yazık ki, İsmet Paşa döneminde CHP tarafından kapatılarak, devrimin yaygınlaştırılmasının önü kesildi. Oysa devrim, evrim sürecine girerek, önü kesilemeyen bir akarsu gibi, kuşaktan kuşağa akacaktı.
Şu dönemde partide Cumhuriyet Halk Evleri’nin yeniden yapılandırılmasıyla birlikte, kültürde dil birliği yaratılmış oluyor. Kardeşin kardeşi anlamasının önü yeniden açılıyor. Türk’ün Kürd’ü, Ermeni’nin Rum’u yeniden anlayabilmesi için kültür köprüsü kurulacak, tiyatronun okullarda “Bernarda Alba’nın Evi”ni otuzuncu kez aynı versiyonla sunmak demek olmadığı anlaşılacak, medeniyetin taklitle sürdürülmediğinin ayırdına varılacak…
Kemal Kılıçdaroğlu ile tiyatrocular, 27 Mart’ta bir araya gelince bunlar konuşulur diye umuyordum. Genel başkanın ailesindeki talihsiz kayıp nedeniyle yemek ertelendi ama bütün bunların konuşulmasının ertelenmesi için hiçbir neden yoktu…
Ankara’da oturmayı değil İstanbul için çalışmayı başaran Milletvekili Çetin Soysal’ın öncülüğünde düzenlenen yemeğe katılım oranı yüksek ve düzeyliydi. Katılımcılar arasında Tiyatro Oyuncuları Derneği’ni aydınlığa kavuşturacağını umduğum Altan Gördüm, Eleştirmenler Birliği Başkanı Üstün Akmen, Metin Akpınar, Levent Kırca, Erol Günaydın, Gülriz Sururi, Ahmet Gülhan, Osman Şengezer, Tijen Par, Engin Uludağ, Hakan Altıner, Dilek Türker, Ahmed Levendoğlu, Tamer Karadağlı, Suna Keskin, Göksel Kortay, Ayşe Kökçü, Hülya Karakaş, Sinemis Candemir, Ayça Varlıer, Akasya Asiltürkmen, Hasan Anamur gibi özel isimlerin olduğu davete; tiyatroları yıkılmış olan ve seçimi yine AKP kazanırsa sonları büyük bir olasılıkla TEKEL işçileri gibi olacak olan ödenekli tiyatro camiasından pek az kişi icabet etmişti. Özel televizyon starları ne olur ne olmaz medyada bir el değiştirme olursa, Kılıçdaroğlu ile kılıç çektikleri için kılıç çekilince daralmış olmak istememişti.
Ancak o akşam ne yazık ki, gerek derneğin ödül töreni, gerek Silivri’deki gazeteciler, gerek basın şehitleri ile çok fazla zaman kaybedildi. Bu konuların ne kadar önemli olduğu tabii ki yadsınamaz. CHP’nin politikasını dönüp dolaşıp aynı konularda dolaştırması, seçim öncesinde hazırlıksız yakalanmaktan başka bir şey değil ne yazık ki! Basın şehitleri için ne yapacaksın? Silivri zulümhanesi için, partiden aday göstermenin dışında somut olarak ne öneriyorsun? Memleketinin koskoca bir hapishaneye çevrilmemesi için uzun vadede planların ne?
…
Kılıçdaroğlu kürsüye geldi. Her zamanki gibi sakin, sımsıcak, nüktedan bir konuşma yaptı.
Fransız edebiyatından örneklerle, ‘hiçbir gücün yazara istemezse yazdıramayacağını’ anlattı.
Ne tuhaftır ki, tam beş dakika öncesinde aynı mikrofondan Levent Kırca’ya mizah yaptırılmadığı bir ülkenin örneği veriliyordu.
Sayın Kılıçdaroğlu, bir yandan biz sanatçıları “susma sustukça sıra sana gelecek” ile biten bir kahramanlığa davet ederken, henüz yazılmayan kitabın yazarının hapse atılmadığı bir Türkiye ile nasıl savaşacağını anlatmıyor…
Öte yandan, genelde AKP’den çok daha donanımsız, beceriksiz belediye başkanları kültür politikasında tiyatroları sadece konser düzenleyerek, partizan seçimlerle ilerici özel tiyatroları salonlarında festivallerde bile ağırlamayarak kendi çaplarında cezalandırıyor… Değişen CHP’de edebiyat, sinema, tiyatro ile ilgili değişen en ufak bir cümle yok… Ortada kültür adına somut bir şey yok… Geleceğin daha aydınlık olması için bir ışık yok.
Ama bizlerin sadece bağırması isteniyor! Kimin için? Bugün doğan çocuğa süt, ekmeğin yanında en az iki fikir hediye edebileceğimiz bir ülke sözü vereceksek bağıralım tabii! Ama bağırdığımız zaman iktidarın akan damarları güçlenecekse, vallahi şu an oyum Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’da sanatçılarla buluştuğu günkü mitinglerinde sanatçının kapitalist düzende tanımını açıkça ortaya koyan Türkiye Komünist Partisi’ne gider! Kimse de bana oyları böldün diyemez…