Melih Anık
Beklan Algan ile hiç tanışmadım.
27 Mart 2011’de yani Tiyatro Günü’nde Maya Sahnesi’nde düzenlenen Ayşın Candan’ın moderatörlüğünü yaptığı ve Metin Deniz, Cevat Çapan, Cüneyt Türel, Nihal Koldaş, Cüneyt Yalaz ve Mehmet Esatoğlu’nun konuşmacı olarak yer aldığı panelde anlatılan Beklan Algan’ı tanıyordum.
Aynı duyguyu 2009’da Türkiye Üniversiteleri Tiyatro Şenliği kapsamında düzenlenen sempozyumda o salona girdiğinde esen ‘muhalif’ rüzgârı hissettiğim sırada yaşamıştım. O heyecan ve tutku ile tiyatro için ve üzerine konuştukça hissetmiş olduğum rüzgârın Beklan Algan’ın ‘muhalifliği’ değil ona karşı olanların ‘muhalifliği’ olduğunu anlamıştım. Rahatsızlığım da belki ondandı. Beklan Algan’a ait olan muhalifliği ben seviyor, anlıyordum, olmasa hayallerim yıkılırdı.
Onu ilk ve son kez canlı canlı karşımda gördüğüm o günün ardından Eylül 2010’da ölümünden sonra hakkında ‘sevecen’ gibi görünen ama eski bir hesabı kapatmaya çalışanların söylemlerinde ona muhalif olanları ve niyetleri tanıdım. Biri “Beklan’ın Faust’u sahnelediğini görmeden ölmesem diyordum”; bir başkası “Bir oyun çıkmasın istiyorsan Beklan’a ver denirdi” diyordu. 27 Mart 2011’de ünlü birinin “Tiyatro laboratuarı olur mu, sen doktor musun” diye Algan’a ‘takıldığını’(?) öğrendim. O ‘biri’lerini ismen hatırlamak istemiyorum, çoğu kişi de bir süre sonra onların isimlerini hatırlamayacak ama Beklan Algan’ın tiyatromuzda bıraktığı iz hep hatırlanacak.
Çünkü yanan Dram Tiyatrosu’nun yüreklerimizde bıraktığı ateşin o salonda onlarca oyun seyretmiş bizler için ‘serinletici tesellisi’, enkazın üstünde yükselen ve üzerinde Beklan Algan’ın imzası olan Deneme Sahnesi idi. Enkazdan doğan umutla biz de doğmuş, umutlanmıştık. Sanki yıkımlara bir direnişti onun yaptığı. O salonda sahnelediği Cesaret Ana, her gün bir sanatçının atıldığı günlerde gidenin yeri doldurulsun da perde kapanmasın diye direnen tiyatroda ‘Yüksük’ olduğu Bahar Noktası, Şehir Tiyatroları’nda sahnelediği Sinekler, Makbet, Fizikçiler, Sezuan’ın İyi İnsanı, Oppenheimer Olayı, Adsız Oyun, LCC’de sahnelediği Marat Sade, Anadolu Çocuk Oyunları Kolu (AÇOK) ve de TAL (Tiyatro Araştırma Laboratuarı) ile tiyatromuza getirdiği anlayış, görüş ve yenilik derin bir iz olarak durmakta ve duracak. Yaklaşık yarım asra yaklaşan bu ‘unutulmazlığın’ birkaç kişinin saygısızlığı ile yıkılmayacağını bir kez daha anladık 27 Mart 2011’de. Cüneyt Türel’in ifadesi ile “Tiyatroda gençlerin takipçisi, yeni/ilerici koşuların yakışıklı adamıdır Beklan Algan, halâ ayak izlerini görebilirsiniz.”
Fırat Güllü “90’lı yıllarda bize ‘değdi’, bir oyunumuzu seyretmişti” dedi. 70’li yıllarda bize de değmişti. O yıllarda büo’da sahnelediğimiz Marat Sade oyun dergisinde ona teşekkür ediliyor. Marat Sade Boğaziçi Üniversitesi’nde sahnelenirken, Muhsin Ertuğrul’un oyunu o sahnede seyretmiş olmasında, oyunun Harbiye Tiyatrosu’nda oynanmasında onun ‘dokunuşu’ vardı. Mehmet Esatoğlu, Fatih Camii avlusundaki Fatih Halkevi tiyatrosuna Beklan Algan’ın geldiğini ve oradan kovulan gençlerin sığındığı limanın Beklan Algan’ın Deneme Sahnesi olduğunu söyledi. Beklan Algan, ‘genç’ tiyatroyu takip etti hep.
70’li yıllarda yenilikçi işler yapmaya çalışan bizlerin öncüsü, yaptıkları ile yüreklendiricisi Beklan Algan idi. Beş duyusu ile topladıklarının eseri olan insan, yıllar geçtikçe aslında topladıklarının tortusu kadar değerli olduğunu anladığında, biriktirdikleri içinde ayrımsadığı, parlayan tortulardır. Beklan Algan’dan topladıklarım en çok parlayanlardandır. 27 Mart 2011’de Cesaret Ana’dan seyrettiğimiz filmin o kısa anlarında içimizdeki ‘âsi’nin hala var olduğunu hissetmemizdir bizi güçlü kılan. O ‘isyankâr’ı içimize çakanlardan birinin Beklan Algan olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.
Sonuçlarla ilgilenenler, Tiyatro Araştırma Laboratuarı’ndan mutlaka bir ‘ürün’ bekler. Oysa araştırmalarda süreç, bir ‘yaratım’dır, (ya da ‘onlar’ın anlayacağı şekliyle bir) ‘ürün’dür. Laboratuardan çıkan illâ elle tutulmaz. Görmek için beynin içindeki ‘göz’ gerekli, kafatası çukurları içindeki değil. Beklan Algan’ın tiyatroda açtığı izin takipçisi hâlâ vardır. Tiyatroyu besleyen kaynağın araştırma laboratuarı olduğu, bugün ülkemizdeki tiyatronun sığlığına ve labirentine bakınca daha iyi anlaşılmaktadır. Araştırmayan üretemez, soru sormayan aydınlatamaz. Bu nedenle Ümit Denizer’in belirttiği, Beklan Algan’ın ‘İnsanı tiyatrocu yapan dürtü nedir acaba?’ sorusu tiyatro denilen ‘nükleer santralin kalbinde’ cevabını beklemektedir. Nihal Koldaş’ın ifadesi ile insanın ‘kendi kendisiyle ilişkisini’ aramanın, ‘Her şeyi sıfırlayarak baştaki ana soruya dönen’ bir anlayışın ışığıdır Beklan Algan.
Beklan Algan ‘vizyoner’dir. Cüneyt Yalaz onunla yaptığı konuşmaları özetlerken onu bir türlü tarihin geçmişine götüremediğini anlattı. Laf dönüp dolaşıp geleceğe geliyormuş onunla. Aydının sorumluluğundan, toplumsal işlevinden söz etmiş hep. Oyuncu bir şamandır dermiş, bireysel anlamda ve toplumsal etkileri olan bir Şaman. Prodüksiyon merkezli değil araştırma merkezli oyunlardan, proje merkezlerinden değil kumpanyalardan ve ortak kültürün oluşturulmasından, etik tutarlılıktan bahsetmiş. ‘Bana dinozor diyorlar’ demiş Beklan Algan. Keşke tiyatromuzda onun gibi ‘dinozor’lardan daha çok olsa.
Ümit Denizer, birlikte seyrettikleri oyunlardan sonra Algan’ın “Ben yargıç değilim, neden yaptın diye sormak lazım” dediğini söyledi. Beklan Algan denince akla ilk önce ‘soru sorma’ hemen ardından ‘araştırma’ gelir. Araştırmak için soracak sorularınızın olması gerekir çünkü. Soru sormak için de sorumluluk duymanız, sorunu dert edinmeniz gerekir. Onun için Beklan Algan’a ‘Soru soran ve araştıran şaman’ tanımı yakışır.
Yıllar önce Beklan Algan’ın istediği, Cevat Çapan’ın, anlattığı haliyle bile beni heyecanlandıran ‘Bitmemiş Shakespeare Kolajı’nı bitirmesini, Metin Deniz’in ‘miğferi yeniden delmesini’ bekliyorum. Şimdi Ayla ve Sevi Algan’ın omuzlarında taşınan TAL, oyunu sahnelerse, Beklan Algan’ı düşünerek o oyunu seyretmek nasıl da keyifli olur!
Benim 27 Mart 2011’de Maya Sahnesi’nde olmamın nedenlerinden biri Beklan Algan’a bir teşekkürdü. Panelin sonunda ‘Beklan Algan Vizyonu’nuna duyulan ihtiyaç ve özlem ortaya çıktı.
Tiyatromuzda onun gibi bir başka ‘şaman’ı görememe hüznü ve endişesi, ona olan özlemi çoğaltıyor.