Sanat, İnsanî Olanla Yumuşatılmış Hayatlar Sunar Bize [1] ya da Ankara’dan Bir Vanya Dayı Geçti
Deniz Gümüştekin
Ankara’nın yıllardan beri gelen, kemikleşmiş tiyatro izleyicisi olmanın getirileri çoğu zaman akıl karıştırıcı olabiliyor. Tiyatro Stüdyosu’nun Vanya Dayı oyununu merakla bekledim. İzledim. Oyun bittiğinde içim içime sığmıyor değildi, güzel miydi evet ama bir şey vardı, eksik-fazla, olan-ol(a)mayan hususlar vardı. Kısacası çok da memnun ayrılmadım oyundan.
Çehov sahnelemenin tuzaklı ve çetrefilli olduğunu düşünmüşümdür her zaman. Dört perdelik oyunları budamanın zorluğu -illa ki bir şeyler parlatılırken bir şeyler fazlasıyla atlanacaktır-, dekorun, oyunculuğun, kostümün, gerçekçiliğin ve elbette seyirciyi tatmin edebilmiş olmanın gerekliliği.
Akün Sahnesi’nde gerçekleşen temsilde, sahnenin derinliğinin ve eninin geniş olması, seyir yerinin aşağıdan yukarıya doğru eğimli düzeni nedeniyle ne kadar yukarıda oturuyorsanız, oyunun üzerinizdeki, gerçeklik etkisi o kadar azalıyor denilebilir. Işığın oyun alanının dışına taşması sahnenin genişliğinden kaynaklı, teknik bakımdan, göze batan unsurlardan biriydi. Dekoru daha bir yukarıdan görüyor olmanın sebebiyle da, gerçekçi etkisini yitirerek, oyunsu ve fazla teatral bir etki yaratmasına neden oldu. Ancak tüm bunlara karşın ışık, oyunun etkili etmenlerindendi. Tasarım olarak sade, etkili ve bir o kadar yumuşak ve doğal. Gözü yormayan, oyunun duygusal değerlerini yansıtan atmosferik ışığı muhteşem bir tasarımdı.
Çehov’un oyunlarında 1880-1900 yılları arası, geçiş dönemi Rusya’sının toplumsal kargaşa ve bunalımı mutlaka vardır. Dönemde, toplumsal ilişkilerin dengesinin kaybolduğu, toplumsal kuşaklar arasında uçurumun açıldığı bir dönemdir. Bu yüzden, oyunlarında mutlaka her kuşağı yansıtacak tipler olur. Dramatik kurgunun bel kemiğini oluşturan ise, bir öykü değil, bu çatışmaların ve uzlaşmazlıkların gerilimidir. Taşra ortamında geçen oyunlarında, yalnızlık olgusunun yanında, yalnızlığı yaşayan oyun kişilerinin bilgili ve aydın olması, onların hayatları için hiçbir anlam ifade etmez ve bilgili olmaları hayatlarını değiştirici nitelikte değildir. Yine de tüm kasvet ve melankolinin içerisinde, Çehov oyunlarının vazgeçilmez kavramı umuttur. Gelecek umudu, gelecek günlerin, yılların daha iyi olacağı düşüncesi bu oyunların olmazsa olmazıdır. Umutla birlikte çalışmak, çabalamak, özveri ve sabır, oyunlarındaki diğer temalardır. Çehov’un karakterleri, kendi ile çatışan, vicdanlı, umutlu ve çalışkan kişilerdir. Oyunlarında genç kuşak her zaman umudun taşıyıcısıdır. Bir kuşak öncesinin kadınları ise, tembel ve uyumsuzdurlar. Var olmaları için, varoluşlarını sürdürebilmeleri için, hayatlarında her zaman sırtlarını yaslayacak bir erkek olmalıdır, erkekleri olmalıdır. Daha da önceki kuşakların kadınları ise, geçmiş zamanın aristokrasini yaşayan, entelektüel ve güzel ama mutsuz kadınlardır. Günlük yaşamın sıradanlığı ve olağanlığı oyunlarının zeminini oluşturmaktadır. Tavuklara yem atarken konuşmak, şapkanın akan sahne içerisinde kaybolması ve oyunun kişisinin konuşurken şapkasını arayıp bulması… Çehov sahnelerken, hüznün ironisi, komedinin trajedisi, ilişkilerin anlamı, olağanlık, sıradanlık, duygu ve gülünçlüğün biraradalığı verilebilmeli ve sahnelemede ihmal edilmemelidir.
Tiyatro Stüdyosu’nun Vanya Dayı çalışmasında, tarihsel arka planın yoğunluğunun baskınlığından bahsetmenin çok da olası olduğunu düşünmüyorum. Yaklaşan Rus Devrimi’nin yarattığı etkiyi ve buhranı, repliklerden anlayamadığımız gibi, dönemi ve Ekim Devrimi’ni biliyor olmanın verisiyle, sahne üzerinde gördüklerimizi birleştirerek arka plandaki tarihi görüp, zihnimizde besleyebiliyoruz. Zihnimizin beslenme sürecinde, elbette oyun, yolunu yitirmiş orta sınıf, köylülerin sefaletini bize veriyor ancak temsilde, yaklaşan devrimin etkisinde, düzen bozulmadan önce, toplumsal sınıfların ayaklarının altından kayan o sağlam zeminin biraz daha parlatılmaya ihtiyacı vardı. Değerlerin çatışması, düzenin bozulması, kuşak çatışmaları oyunun bel kemiğiydi adeta. Özellikle kuşak çatışması, bir ömrün geçişi, gençliğin hasreti ve gençliğe duyulan arzu belirgin biçimde vurgulanmış.
Sahnede, Sofya ve Vanya Dayı’nın sabır ve özveri ile çalıştığını öğreniriz. Ancak ellerinde, elle tutulur hiçbir şey yoktur. Mutsuz ve yalnızlardır. Sofya oyunun sonundaki konuşması ile umudun taşıyıcısı olduğunu bir kez daha gösterir. Ancak doktora âşıktır ve bir diğer açıdan da, hayatını devam ettirmek için doktora ihtiyaç duymaktadır ancak asla, mutsuzluğunu gurursuzluğa taşımaz ve muhtaçlığını belli etmez. Büyükanne Mariya Vasilyevna Voynitskaya sahnede tam olarak, geçmiş kuşağın aristokratı ancak bugünün hiçbir şeyi, etkisiz insanını oldukça başarılı temsil etmiş.
Oyunculuk bakımından tatmin edici olduğu söylenebilecek olan oyunda, keşke biraz daha dadının altı çizilebilinseymiş. Oyunculuk açısından kararında ve göz dolduran bir performans sergilenirken en azından Çehov oyunlarındaki toplumsal sınıfın taşıyıcısı olan oyun kişilerinden metin ve replik bağlamında değerlendirildiğinde dadının hakkı tam olarak verilememiş.
Kostüm ve dekorla dönemsel etkiyi yakalayan oyunda, efektler gerçeklik etkisini kıracak niteliğe sahipti. Gerçekçi, gerçeklik tasarısını, gerçekleştirmek istenirken, gerçekliği, sahnede oluşan sihri kıracak biçimde gelen sesler olmasa da olurmuş. “Oyunun böylesi efektif bir etkiye gereksinimi var mı?” sorusu, dekorda görsel olarak çözümlenebilirmiş cevabını da beraberinde getiriyor.
İki perde olan oyunda, mekan değişimini ışıkla destekleyen rejide, dekor değişiminin bu kadar uzun ve yayılarak yapılması ne kadar işlevli diye düşünüldüğünde, evet, Çehov oyunlarının günün olağanlığı ve akışı içerisinde geçiyor olması mantığını desteklerken bu sefer de o zaman dekorda neden bu kadar bütünlüklü bir gerçeklik arayışına gidilmemiş düşüncesi de zihinde hemen vuku buluyor. İzleyici olarak dekor değişimlerinde sahneye bakıyor olmak ve zamanının uzunluğu bakımından, zaten uzun olan bir oyunda, izlemeye olan ilgiyi kırdığını düşünüyorum. Müzikle desteklenmeye çalışılan dekor değişimlerinde, müzik kesinlikle ve tek kelimeyle muhteşem ancak dekor değişiminde gözlerimizi kapatıp müziği dinlemiyoruz, sahneye bakıyoruz ve yavaş yavaş sahneye getirilen ve sahneden çıkarılan dekor parçalarını görüyoruz ve bu da müzikle birlikte sahnede olan dekor değişimini izleme zevki yaratmıyor.
Oyunun ikinci perdesinde Vanya Dayı’nın Profesörü vurmaya çalıştığı sahne, dinamik, yüksek, başarılı idi. Oyunun belki de en güzel sahnesiydi. Bu sahneyi sadece hareketli olmasının izleyicinin dikkatini ve izleme algısını arttırması bakımından başarılı olması değil, aynı zamanda Çehov oyunlarındaki güldürü öğesinin de başarı ile işlenmesinden kaynaklanmakta. Oyunun genelinde de, Çehov’un ironik komedisi ve güldürü öğesi işlenmemiş adeta cevher gibi parlatılmış. Genel olarak oyunla ilgili izlenimim Çehov sahnelerken, hüznün ironisi, komedinin trajedisi, ilişkilerin anlamı, olağanlık, sıradanlık, duygu ve gülünçlüğün biraradalığı verilmiş ve sahnelemede ihmal edilmemiş olması takdir edilesi.
Çehov oyunlarındaki genç karakterlerin sabırlı olması, çalışmaları ve adeta sabır sınavından geçmeleri hali, oyunu izleyen genç kuşak içinde geçerliydi, gerçekten oldukça uzun bir oyun ve kopmadan oyunu izlemek sabır istiyor. Genellikle Ankara’da vasat oyunlar izliyor olmaktan kaynaklı olarak mı Vanya Dayı temsilinden çok da memnun ayrılmadım bilemedim… Yine de Çehov oyunu izlemek güzeldi…
[1] Süreyya Karacabey’in güzel bir sözü