Üstün Akmen
Semiha Berksoy Opera Vakfı Stüdyo Sahnesi, Yannis Ritsos’un (1909–1990) 1966’da Atina’da başlayıp 1971’de Sisam (Samos)’da tamamladığı dramatik monolog biçimindeki bir şiirini (Alışkanlıklar da Değişir / Adam Yayıncılık-Şiir Dizisi / 1984-Sayfa 51), daha doğrusu, anıların zindanında kalmış İsmene’nin iç dünyasını yansıtan bir uzun şiiri sahnelemekte.
Bu uzun şiiri Cevat Çapan Usta dilimize o kendine özgü mükemmel biçim ve biçemiyle, dil bilgisiyle çevirmiş; Zeliha Berksoy Usta, Ritsos’un şiirini sahne üstü için yorumlarken, Sophokles’in Antigone tragedyasından tanıdığımız, yalnızlığa yargılı bu kahramanı, neredeyse Ritsos ile kol kola girerek yoğurmuş. Mitolojik söylencedeki olaylarla, Yunanistan’da 21 Nisan 1967 sabahı gerçekleştirilen darbe ile başlayan askeri yönetimi, yani birçok bakımdan anakronistik (Tarihi olay ya da olguların, içerisinde geçtiği zaman ile olay ya da olguda yer alan nesne ya da özelliklerin birbiriyle uyumsuzluğu) “Albaylar Cuntası”, yani Papadopoulos’un trajik diktatörlüğü arasında ilginç bağlar kuran Yannis Ritsos’un daha da derinine inmiş. Ahhh… Güya ülkenin değerlerini onarmak için mini eteğin ve erkekler için uzun saçın bile yasaklandığı, adalarda mahkum kampları kurulduğu, entelektüellerin sürgün edildiği o günler… Shakespeare, Aristophanes gibi yazarlar da dahil, kitapların yasaklandığı o günlerin şiir metnindeki hümanist anlayışla iktidar, aşk, cinsellik, din, bağlılık, ölüm, özgürlük, erdem gibi konulara eğilen şairin eleştirel bakışını daha bir öne çekmiş, (okurun değil) izleyici jetonunun daha çabuk düşmesini sağlamış.
İsmene’nin yalnız başına yaşadığı büyük sarayın terk edilmişliğini, anılarla zenginliğini, aynı zamanda boğucu havasını, geçmiş özlemini, “… Neden günah sayılıyordu insanın, isteklerine uyarak yaşaması (age: Sayfa 63)” dizesinde ifadesini bulmuş olan istediği gibi yaşayamamış olmasının kırgınlığını şiirleştiren Ritsos, Sophokles’in tragedyasını bir de İsmene’nin açısından sergileyerek olayın perde arkasını göstermiş, eski söylenceye yenilik eklemiş. Zeliha Berksoy ise, fevkalade çağdaş bir yorumla şiirin mantığını, tiyatronun mantığına adeta şırınga etmiş.
Zeliha Berksoy, hiç kuşkum yok ki, rejisörlüğün ince bir diplomasi gerektirdiği bilincinde olan bir yönetmen. İsmene’de de bu gerçek ayan beyan ortaya çıkıyor. Eseri sahnelemek için uygun dekoru bulmuş, sonra o ele avuca sığmaz olanı yakalamış. Yani, monologun akışında mükemmeliyeti sağlamış. Karakterlerin hareketlerini belirleyenin çevre olduğunu iyi bilen bir usta olduğunu bir kez daha kanıtlamış. En önemlisi, şairin dizelerine kuş kondurma hevesine kapılmamış, şairin söylediklerinin dışına çıkmamış. Diğer taraftan, oyuncusunun yaratıcı kişiliğini geliştirmenin yollarını aramış, ondaki (elbette önceden saptadığı) yaratıcılık kaynaklarını yeniden “keşfetmiş”, korumuş, gözetmiş, genişletmiş.
İsmene’yi bir çiçek gibi sevimli, bir bardak su gibi duru, iki iki dört eder gibi kolay anlaşılır; tutkusuz, iyi bir mitoloji kahramanı olarak o kadar iyi çizmiş ki şaşırmamak olası değil. Şaşırdım ve: “İsmene’nin masumluğu, gençliği, utangaç tazeliği bu kadar mı iyi anlatılır yahu” diye içimden geçirdim. İsmene’yi canlandıransa Almila Uluer Atabeyoğlu. Atabeyoğlu’nu da çizgilerin arasına daldırmış, böylece başka bir boyuta, elektronların yörüngesine, mikro ve makro evrenlerin dünyasına girmesini sağlamış.
Almila Uluer Atabeyoğlu, insan ruhunun iç didişmesini, bu bitmez tükenmez iç savaşı Zeliha Berksoy’dan aldığı güçle mükemmel işliyor; aşkın tragikomedyasını da delik deşik ediyor, mutluluğa doğru kulaç atan, mutluluğu yakalamaya çalışan insan figürünü de ihmal etmiyor. Görsel kodları, küresel, uzamsal, eş zamanlı bilgi doğrultusunda uyumlaştırıyor. Dizelerin kuruluşundaki noktalama özelliklerini tümce yapısının ritmine mükemmel uyduruyor. Birçok görsel gösterge dizgesi eş zamanlı ve bireşimsel (sentez anlamında kullanıyorum) olarak, uzamsal ortak varoluşları içinde algılanıyor. Almila Uluer Atabeyoğlu oyun boyunca kendisine “Helal olsun oyunculuğuna senin” dedirtiyor.
Yönetmen Zeliha Berksoy, gerçeğe uygunluk etmenleriyle teatrallik etmenlerinden birinin doğruluğunu, ötekinin yanlışlığıyla bilerek ve isteyerek kapıştırırken; Almila Uluer Atabeyoğlu oyunculuk ve uzlaşma üzerinde ısrar ederek durumun gerçekliğini güçlendiriyor. Zeliha (Beksoy) Hoca, gerçeklik ya da gerçeğe uymadığını, gerçekle çeliştiğini bile bile tasarladığı, düş gücüyle oyuncusu için yarattığı konumun çerçevesini mükemmel belirler ve beslerken, oyuncusu Almila Uluer Atabeyoğlu oyunculuğunun ruhunu öylesine “doğal” ve dolayısıyla gerçek etkisi yaratan etmenlerle dolduruyor ki, rol yapmasına hiç mi hiç gerek kalmıyor. Sunuma yönelik oyunculuğuyla teatral konvansiyonun altını çiziyor. Bedenini, görünüşünü, sesini, duygulanımlarını bu işe adamakla kalmıyor, İsmene ile tam anlamıyla özdeşleşiyor. Açıkça söylemem gerekir ki Almila Uluer Atabeyoğlu’nun oyunculuğu gevşeme, yoğunlaşma, duyusal ve duygusal bellek tekniklerini, kısacası bir rolün figürleşmesini önceleyen her bir şeyi içeriyor.
Yardımcı rollerde İpek Taşdan ile Hakan Ummak yönetmenin verdiği, bedenlerinin katılımıyla kendilerini belli edecek yönlendirici devinduyumsal ve duygulanımsal şemayı gerçekten kusursuz uyguluyorlar. Özellikle Hakan Ummak, “Üstüne çok iyi oturan” üniformasıyla, muhafız alayı birliğinden genç bir subay olarak canlı, yakışıklı Yunan delikanlısı karakterine (age: Sayfa: 51), “Özellikle de ortası çukur o çene (age: Sayfa: 66)siyle pek uymuş. Başak Özdoğan’ın yalın, ama fevkalade kullanışlı sahne tasarımı; anlık etki yaratan, bir duygunun açığa vurulmasını sağlayan, bir eylemin örtülmesine yarayan (spotsuz, ışıldaksız, reflektörsüz, projeksiyonsuz) ışık düzeni; gene Başak Özdoğan imzalı giysi tasarımı oyunun başarısına kuşkusuz katkı sağlıyor. İlke Boran’ın gerilimli/ağır santimantal bestelerden seçtiği müziklerde, her nota çizgisi, Almila Uluer Atabeyoğlu’nun mükemmel tonlamalarıyla birlikte titremeye, titreşmeye başladığında, her bir hece kendi ritmiyle de titreşir hale geliyor. Titreşimler maddeselleşiyor. Madde olmayan öğe madde biçimine bürünüyor.
Semiha Berksoy Opera Vakfı Stüdyo Sahnesi yapımı İsmene, 2010–2011 tiyatro sezonu oyunları arasında “En İyi”lerin başını çekiyor.
GÖZLEMEVi”NİN GÖZLEME NOKTASI
Meriç Sümen’in 50. Yıl kutlamasını Hıncal Uluç’tan öğrendik
Balemizin Tanrıçası Meriç Sümen’e bu ülke çok şey borçludur. Nevsâl Baylas’ın “Dansa Âşık bir Kuğu: Meriç Sümen”ini (Yapı Kredi Yayınları/Haziran 2010) de okursanız, bu kanı iyiden iyiye kendini kanıtlıyor. Tanrıça bugünlerde, 50. Sanat Yılı’nı gururla kutlamış. Haberim olmadı. Olmasın, ben her gördüğüm yerde ona özel saygımı iletiyor, sevgilerimi sunuyorum zaten. Ne mutlu bana ki “Judith”de, “Fındıkkıran”da, “Romeo ve Juliet”te, “Kuğu Gölü”nde onu izleme onuruna erişmiş biriyim. Nice “pirounette”lerine, “glissade”lerine, “pas seul”larına, “battu”larına, “elevation”larına, hayranlıkla alkış tutmuşlardanım.
Geçenlerde Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen, Hıncal Uluç’a telefon edip: “Meriç Sümen’in 50. Yılını kutlayacağız” demiş, Uluç da: “İki elim kanda olsa ordayım” diye yanıtlamış, fırlamış Ankara’ya gitmiş. Köşesinde yazdı, Büyük Tiyatro kulisinde (sanırım fuaye olacak) küçük ama anlamlı bir törene tanıklık etmiş. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da oradaymış. Ama bakmış ve şaşmış, Türk Kültür-Sanatı’ndan pek az insan var. “Daha acısı” diyor Hıncal Uluç, “Meriç Sümen’in gecesi, bir Bale Galası ile süslenmişti. Salonun dörtte biri boştu. O gece bilet satıldığını sanmıyorum. Hem Meriç’in 50. Yılı, hem gala… Kim bilir kimler davetliydi ama bi zahmet gelmemişlerdi. Gelmeyeceklerini haber verme zahmetine bile katlanmamışlardı ki, o sıralar boş kalmasın.”
İşte burada yanılıyor Sevgili Hıncal Uluç, Rengim Gökmen bizlere telefon edip Ankara’ya, Meriç Sümen gecesine çağırmadı. Yani, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü nezdinde herkesin Hıncal Uluç kadar itibarı yok.
Herkesi bilmem, ama ben Rengim Gökmen indinde Hıncal Uluç kadar itibarlı olamadığıma hayıflanıyorum, ama bilvesile Meriç Sümen’e hiç değilse buradan nice yıllar diliyorum.
Haaa, bir de Rengim Gökmen, hangi tiyatro adına Meriç Sümen’e şilt verdi, doğrusu pek merak ediyorum.