Melih Anık
Hemen belirteyim ki aynı fikirde olmasak da karşılıklı saygıya dayanan ilişki sürdürdüğümüz eleştirmenler, yönetmenler, oyuncular var ama bu, “istisna” sayılır. Bilirsiniz “istisnalar kaideyi bozmaz.” Bu yazı “kaide” üzerinedir.
Geçmişte bazı davranışları çok da ciddiye almamışım. Tiyatro dünyası saygı, sevgi ile yürüyor hayâli içinde imişim. Oyun sahnelenir, eleştiri yazılır taraflar hala dost kalabilirler diye düşünmüştüm. Ama tiyatro dünyamızı da çok bilmiyormuşum demek ki. Şimdi geriye baktığımda gördüğüm şudur : Tiyatro dünyası yeni yeni kurallar icat etmiş, adı konmamış bir “oyun”u oynuyor. Örneğin tiyatrocu, hakkında beğenmediği eleştiriyi yazanı, eleştirmen de o kişinin yaptıklarını “görmüyor”. Bu birbirini “yok sayma” hali ile dengeler oluşturuluyor, korunuyor. Taraflardan birinin diğerine “el uzatması” ise “zayıflık” olarak algılanıyor.
Eleştirmenlerin “oyun”a katılıp, eleştiri yazanın değil oyuncunun “taraftarlığına” “soyunmalarına” tanık oldum, tuhaf dayanışma örnekleri gördüm. Bazı tiyatrocular, sitelere baskı kurmaya ve yazının yayımlanmasını engellemeye, yayımlanmış ise kaldırılmasına gizliden, açıktan çalışıyor. Bazıları “bulaşmamaya” gayret ediyor, “görmüyor”. Oyuncu ve eleştirmen “egemenlik” alanları tanımlamaya başlıyor, tiyatro dünyasında “köşeler” oluşuyor, nesnellik kayboluyor. Nerdeyse her oyuncunun bir eleştirmeni var gibi bir durum ortaya çıkmış, isme bak yazıyı anla yani. Taraflar ve taraftarlar oluşuyor, “ahbap-çavuş” ilişkileri ortaya çıkıyor. Ben o âleme “dışarıdan” bakıyorum. Bazı yönetmen ve oyuncuların bana karşı davranışlarını görüp arkamdan konuştuklarını duydukça bu ortamın kuralları hakkında daha çok bilgi sahibi olmaya başladım. Geçmişte yazdığım bir yazı nedeniyle bana saldıranlar arasında imzasını eleştirmen-dramaturg diye atanlar da vardı. Eleştiri dünyasından bir kişi çıkıp ne yapıyorsunuz demedi, haberleri olmadı herhalde! Temelinde “eleştiri” olan bir tiyatro erbâbından gelen bu “kendisine yönelik eleştirilere tahammülsüzlük örnekleri”ibretlik. Benim açıkça eleştiri dünyasını ilgilendiren bir tavra karşı çıkmam o dünyanın kurallarına “ters” ama ne yapayım ki düşüncem böyle.
Tiyatrocu kendini, hep öven eleştirmeni “”seviyor”. Genelde beklenen “reklamcı-eleştirmen”. Ama öte taraftan da oyun çok seyredilirse eleştirmenin katkısını, onu haber yapan tiyatro sitesini önemsiz sayma eğilimi hâkim. O zaman “muhatap alınan seyirci” oluyor. Aslında “bulutlar üstünde” yaşanan şimşekleşme toprağa yıldırım olarak düştüğünde, eleştiri/tiyatro dünyasına yeni girmiş/girecek gençlere olan oluyor. Düşünce belirtmek yerine “kimin alkışını alayım da hayatta kalayım” çabasına dönüşüyor iş. Hele bir de “dramaturg”sa vay haline. Zira eleştirdiği o yönetmen ve oyuncu ile bir gün birlikte çalışma olasılığı da var, nasıl eleştirsin!
Eleştirmen yaza yaza yetişir. Hiç değilse sektör, yazanın düşüncesini özgürce ifade etme hakkına arka çıkmalı. Oysa “baskı”larla korkutma, “ayar verme” halleri önce seyircinin ve giderek eleştirmenin önünde engel olarak duruyor. Ben anlamadığı halde ayaklara fırlayarak alkışlayan seyirci de istemiyorum, birilerinin eteğine tutunarak yazan eleştirmen de. Eleştirinin kurallarının oyuncular tarafından konulması baskısına karşıyım.
Tiyatroda önceden “gardını alma” olarak tanımlanabilecek davranış biçimleri var. Yazmaktan vazgeçirme, yazıyı “manipüle” etme gayretleri gibi. Bazı oyuncular, tiyatro sitelerinden yorum yazanları korkutuyor(!), “ayar vermeye” çalışıyor. Oyuncuların, “Eleştirmene ihtiyacımız var ama eleştirmen şöyle şöyle olmalı” ifadeleri sektörü yönlendirmeye yönelik. Buna en önce eleştirmenler karşı çıkmalıdır. Bu nedenle Engin Alkan’ın “okumaya değer bir şey yok” ifadesini ve Yaşam Kaya’nın onayının “geniş çerçeve” içinde “okunması” gerektiğini düşünmüştüm şimdi de aynı görüşteyim. Tiyatrocu Engin Alkan’ın “eleştiri ile ilişkisi” anlamlı bir örnektir ve son günlerdeki “yorumlaşmaları” da açıklar diye düşünüyorum.
Engin Alkan:
- 2006-2007 yıllarında Üstün Akmen, Zeynep Aksoy, Seçkin Selvi tarafından Keşanlı Ali Destanı oyunu ile ilgili yapılan eleştirilere “sorumsuzca kalem sallayan cahil cüheyla, art niyetli bezirgânlar” ifadelerini kullanarak “cevap verme tenezzülünde” bulunduğunu belirtti.
- 2008 yılında Üstün Akmen ve Hasan Anamur’un İstanbul Efendisi oyunu ile ilgili eleştiri yazılarını sitesinde “Beğendiremediklerimiz” adı altında küçümseyerek yayımladı ve o tarihte “Meğer ne derin bir kovanı çomaklamışım; Oyunlarım hakkında çıkan eleştiri yazılarının(!) malum çevrelerce iyiden iyiye örgütlü karalama yazılarına dönüştüğüne tanık olmaktayım” diye yazdı.
- 2008 tarihinde düzenlediği “Beğendiremediklerimiz” sayfasına benim 2009 Nisan ayında yayımladığım İstanbul Efendisi eleştirimi -herhalde onu beklentisine göre alkışlamadığı için- dahil ederek, “eleştiri” üzerindeki “ön yargılı” tutumunu sürdürdü. Haziran 2009 da benim uyarım üzerine özürler dileyerek yanlış yaptığını kabul etti, yazımı o sayfadan çıkardı.
- Aynı ay içindeki karşılaşmamızda yanıma gelip yazım için teşekkür etti. O zamanki “Görüşelim” talebinin aslında samimi olmadığını iki yıl sonra itiraf etti.
- Aralık 2009’da çıktığı bir tv programı sonrası düşüncelerimi mesaj olarak önce ona gönderdim, “kapılarını kapattı”; yazı olarak yayımladım, kızdı, küstü.
- 13 Kasım 2010’da Alemdar oyununu seyrettikten sonra kendi sayfamda, bir “twit” attım: “Sancılı bir görsellik uğruna yeniden yazılmış bir oyun: Alemdar- Tohum ve Toprak”
- 13 Kasım 2010 tarihinde yani hemen aynı gün, yani ben daha yazımı yazmamış olduğum için o da okumamışken ve de benim RESMEN TAKİPÇİM OLMADIĞI HALDE “Ooo… Melih Anık öfke kuşanmış gene. Hasret ve heyecanla bekliyorum lütufkâr saldırılarını” şeklinde twit yazdı ve durup dururken “polemik” yarattı . (Oyun ile ilgili yazımı “Metafor Denizinde Bir Oyun: Alemdar”ı Aralık 2010’da yayımladım.)
- 3 Şubat 2011-Twit attı: “Tiyatro sitelerindeki yazar sorunu çok abardı. Eline kalem alan üfürmeye başlamış. Gez dur, okumaya değer hiç mi bir şey olmaz”
- 6 Şubat 2011- “ ‘Tiyatro sitelerinde okumaya değer hiç bir şey yok’ derseniz ‘sahnelerde seyretmeye değer bir şey bulmak da zor’ derim” diye twit attım.
- Aynı gün, 6 Şubat 2011- hemen cevapladı: “Fazla alıngansınız Sayın Anık. Analizlerinizin kimisine katılmıyorum ama ‘düşünme ve ifade etme’ ehliyetinizle bir sorunum yok”
- 14 Şubat 2011- “Aynı Twit”de “Bir Tiyatrocu ve Bir Eleştirmen” başlıklı yazımın altına Üstün Akmen onaylayan bir yorum yazınca beş yıl sonra eski defterleri karıştırıp “ittifak” suçlaması ile beni ve Üstün Akmen’i hak etmediğimiz şekilde zan altında bıraktı.
- 21 Şubat 2011- Takipçilerine “saldırı” emri gibi yeni bir twit daha attı: “Eleştirmenin adıma yönelttiği kişisel saldırılarına okurların yanıtı ders gibi”
- Son günlerde yaşadığımız “yorumlaşmalarda” onun geldiğini hissettiğim ‘ruh’ halindeki tükenmişliğe üzüldüğüm için 22 Şubat 2011 günü bir kez daha “elimi açtım” ve yayımlanmak üzere hazırlamakta olduğum yazımı ona gönderdim ve “aklı selim ile düşünerek kamuoyu nezdinde üzerinize düşeni yapacağınızdan kuşku duymuyorum” diyerek “elimi uzattım”. “Kastınız bu tartışmayı sona erdirmekse buyrun durdurun” diyerek önerimi reddetti.
Bazı tiyatrocuların eleştirmenlerle ve eleştirilerle sorun yaşadığını anlamak zor değil. Bu kapsamda RESMEN TAKİPÇİM OLMAYAN BİRİNİN “Ooo… Melih Anık öfke kuşanmış gene. Hasret ve heyecanla bekliyorum lütufkâr saldırılarını” twit’i ile, oluşan bir önyargının küçümseme zarfı içinde nasıl ortaya atıldığını ve “Tiyatro sitelerindeki yazar sorunu çok abardı. Eline kalem alan üfürmeye başlamış. Gez dur, okumaya değer hiç mi bir şey olmaz” twit’i ile de “takıntı” halini alan bir düşüncenin nasıl dışa vurulduğunu görmek şaşırtıcı değil..
“‘Tiyatro sitelerinde okumaya değer hiç bir şey yok’ derseniz ‘sahnelerde seyretmeye değer bir şey bulmak da zor’ derim” ifadesiyle attığım twit’e, RESMEN TAKİPÇİM OLMAYAN BİRİ tarafından, aynı gün gönderilen “Fazla alıngansınız Sayın Anık. Analizlerinizin kimisine katılmıyorum ama ‘düşünme ve ifade etme’ ehliyetinizle bir sorunum yok” mesajı aslında “yazdım bakalım şimdi ne olacak” diye beklendiği ve herkesin kendi davasının “yılmaz” bir takipçisi olduğu açığa çıkmış oldu.
Sonuca tartışarak ulaşma yerine, “Alınganlık yapma, sen kimsin, ne anlarsın, cahil cüheyla, art niyetli bezirgân, ittifakçılar, örgütlü karalama kampanyası, arı kovanı, öfke kuşanma, üfürme, lütufkâr saldırı, muhterisler” vb alay, küçümseme ifadeleri ve “kişiselleştirme amaçlı” suçlamalarla olayın mecrasından saptırıldığını gördüm.
Artık, eleştirmen-eleştiri ve tiyatrocu arasındaki yukarda özetlediğim sağlıksız ortamın yaratılmasında nelerin neden olduğunu anlamış bulunuyorum. Olayları yeniden düşündüğümde eleştirileri kontrol etme, baskı altına alma, manipüle etme çabalarının olduğunu; olmazsa karşısındakini bezdirerek hakkında yazılmasını önlemenin denendiğini ve bazılarının bunu bir hayat şekli olarak benimsediğini; beğenmeseler(?) de haklarındaki eleştirileri “takıntı” haline getirmiş olduklarını görmekten üzgünüm.
Aslında, kimse kimseyi tehdit etmiyor, saldırmıyor, ittifak kuranlar, yer kapmak için çabalayan muhterisler, “örgüt”, “arı kovanı”, “sihirli halı” falan yok! Kimse kimseye karşı değil! Herkes kendinden yana, o kadar! Duvara fare deliği çizip oradan fare çıkacak diye beklemenin kişisel bir algı yanılması olduğu belli.
Bu algıda olanlara söyleyeceğim şudur:
Böyle bir atmosferi “yaratarak” ait olduğunuz sektör hakkında, sizi takip eden, okuyanların zihinlerinde yanlış bir izlenim doğmasına neden oluyorsunuz. Eleştiri yazılarını küçümseyerek sektörünüze yardım edemezsiniz. Yanıldığınız hususlardan biri, tiyatro sitelerinde sizin kafanızdaki eleştirmenler, sizin kafanıza göre eleştiri yazıları beklemenizdir. Eleştiri farklılaşıyor. Cevap yazılarınız ve “adınıza yöneltilen kişisel saldırılara ders gibi bulduğunuz okurların yanıtı” da tiyatro sitelerindeki beğenmediğiniz eleştiri yazılarının altına yazılmaktadır ve eleştiridir. O yazıların altında kendinizi tüketmektesiniz, YAPMAYIN!
Hiç kimse kusura bakmasın, beni “zarif bulsun” diye birini, “Tiyatromuzun Mimar Sinan’ı”, son yönettiği oyunu da “Selimiye” olarak ilan edemem. Ben tecrübeli bir tiyatrocunun son yönettiği oyuna “ustalaştığı eser” diyerek “alkış tutarken”, alkış almaya çalışırsam önce kendime sonra o tiyatrocuya haksızlık ettiğimi düşünürüm. Bugün “ustalaşmışsa” dün yani bir önce yönettiği oyunda “kalfa ya da çırak” mıydı? Artık yolun sonuna mı geldi? Bundan sonra “gelişme” yok mu?
Galiba, tiyatro dünyası, “kavuk taktıran” alkışı çok seviyor. Ben kendimce, (dinleyene göre türü değişen) enstrümanımı usulüne uygun çalmaya çalışıyorum. Beni kendi algı ve anlayışınızın sınırları ölçeğinde kendinize göre adlandırabilirsiniz hiç kimsenin ne yüzüne ne arkasından “boş teneke çalmayacağıma” emin olabilirsiniz.
İlgimi çeken oyunları takip etmeye ve yazılmışlardan farklı olursa düşüncelerimi yazmaya devam edeceğim.
Not:
“Ben kendi blogumda yazıyorum tiyatro siteleri istediklerini alıyorlar” cümlemin içerdiği “etik” anlamı biliyorum ve sorumluluktan kaçmak için yazmış değilim. Yazı yayımlanınca sorumluluk doğmuştur zaten. Bu cümleden amacım benim “dışarıda” olma halimi belirtmek; o sitelere müdahale edilmesin ve aklına esen siteyi “tehdit” etmesin diye örnek oluşturmaktır.
1 Yorum
Sayın Anık;
Aşağıdaki mesajınızda özne belirtmemişsiniz.”Yalancı”lıktan dem vuruyorsunuz ya,haydi dürüstçe özneyi belirtin ki kanuni haklarımı arayabileyim.
“…On Friday 4th March 2011, @melihanik said:
Yazmayacaktım,‘kaşındı’.Yanıma geldi,kendini tanıttı,yüzüme güldü,elimi sıktı,eğildi,büküldü,övücü şeyler söyledi.”Adımın geçtikleri dahil tüm yazılarını beğenerek okuyorum.Üslûbun çok güzel.Hakkımda yazdıklarına alınmadım” dedi.Düşündüm: ya okuduğunu anlamıyordu ya da yalan söylüyordu. ‘Usta’sına içini dökmüş de anladım,yazdıklarım onu‘sıkmış’. Meğerse yalanına bile sahip çıkamayan bir ‘yalancı’ymış.Şimdi ’sayı’lı yalancı oldu! Bu arada ‘özel alanımdır’ diyen ya ‘özel’ini paylaşmayacak ya da takipçileri dışına ‘twitter’ını kapatacak ki ‘havalanınca’ arkası görünmesin!‘Benim ile ilgili olmadığı’için yazık ki bu yazdığımı okuyamayacak(!)…”