Melih Anık
“Bütün renkler aynı hızda kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler” (Özdemir Asaf)
Renk denince aklıma ilk bu iki dize geliyor. Bebek’teki barına “park ettiğimiz” yıllarda gecenin geç bir saatinde masamıza teklifsizce “kendi malı”(!) gibi oturup, “dinleyin, yeni bu” diyen şairin okuduğu şiirleri hatırlıyorum. Şimdi içimi dağlayan şiirleri, bizi küfürlerle barından kovmasını oyun haline getirdiğimiz için o zaman bilerek “anlamazdık”! Alkış almak değildi amacı. Önemli olan şiir dinlenecek ve belki bir şeyler söylenecek üstüne. Hesaba falan da bakmazdı şair. Olmadı mı hepimizi kovardı barından. Biz ertesi gece gene o bara giderdik “hesabı kapatmak” için, o da bizi karşılardı hiçbir şey olmamış gibi. Hayatımızdaki beyazlar kirlenince onu daha iyi anladık!
Hemen arkasından kahverengiye “sinir olan” şirket patronu geliyor aklıma. Adamın Yahudi kökenli olduğu bu nedenle kahverenginin ona SS subaylarını hatırlattığı dedikodusu yayılmıştı şirkette. Yasak değildi ama yükselmek isteyen yöneticiler, kahverengi giymemeleri gerektiğini bilirlerdi.
Yaşadıkça renkler “kod”landı beynimizde. Beyaz: Saf ; Siyah: Güç; Mavi: Özgürlük; Yeşil: Huzur; Kırmızı: Canlılık; Sarı: Zekâ; Pembe: Rahatlık; Turuncu: Güven; Kahverengi: Doğallık; Gri: Denge. 7 renk (mavi, lacivert, mor, kırmızı, turuncu, sarı, yeşil) dönerse beyaz çıkar ortaya. Bir kırınım ağından geçen ışık dalgalarının girişimi, bir renk tayfı meydana getirir. Beyaz, tüm renklerin renk tayfında hızla karışmasıyla ortaya çıkan bir renktir. Beyaz bir anlamda toplanış bir anlamda dağılış demektir. Hayat da öyle değil mi ? Bir ağdan geçerek parçalanan renkler ya da hızla dönen çeşitli renklerden ortaya çıkan “Beyaz” bir son. “Robert Sözlüğü de bize öğretiyor ki “Beyaz” kelimesinin kökeninin tam olarak ne olduğu karanlık” (Zabou Breitman’dan)
Renklerle “işimiz” var bizim! Artık beyaz “saf”, mavi özgürlük, yeşil huzur değil; gri ortada, turuncu güvensiz, pembe kaypak, sarı inzivada, kırmızı kanlı, siyah kör, kahverengi moda! Renklerimiz karışıp “solunca” kalakaldık ortada.
Sevilay Saral’ın renklerini “kod”larla “okuma”dım ben. Farklılıkları vurgulamak için seçmiş, özel bir gönderme yok renklerin kodu üzerinden, Bayan Kahverengi doğal, Bayan Pembe kaypak, Bayan Siyah ve Bayan Beyaz arasındaki Bayan Gri olsa da. O nedenle renklerin peşine takılmamalı, “insan”ı takip etmeli.
Otobüs on rengi taşıyor. On kadın bir otobüste aynı yöne doğru yolculuk ediyor. On renk on hikâye aslında. Renkler “dönünce” “sır”lar dökülüyor; (renk) çark(ı) “dönünce”, hayat çıkıyor ortaya.
Sevilay Saral metaforlar üzerine kurduğu oyununda “kadınların” hikâyesini anlatıyor. Kadınlar, hikâyeleri ve duruşlarıyla sorunu koyuyorlar ortaya. Hikâyelerin içindeki “erkekler” sahnede yok.
Kadın Oyunları kitabının önsözü, Sevilay Saral’ı (1965) feminist bir tiyatrocu olarak tanıtıyor. Oyunlarından ilki olan Beş Kadın’ı yazmasının biraz tesadüfi olduğu belirtilmiş. Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği’nde (BÜMED) açılan tiyatro kursunda çalıştırıcı olarak yer almış. Kursiyerler yıllar önce üniversiteyi bitirmiş daha önce tiyatro yapmamış kadınlarmış. Kursun sonunda sahnelenmesi gündeme gelen oyunu yazma sorumluluğu Sevilay Saral’a düşmüş. Tesadüf olarak başlayan bu süreçte katılımcıları kadınlardan oluşan bir tiyatro faaliyeti için kadın meselesini merkezine alan bir oyun yazması da onun tercihi olmuş. Saral, katıldığı, sorumluluk aldığı kurslar çerçevesinde gözlemlerini “Kadınların Tiyatrosu” formunda oyunların yazımında kullanmaya başlamış. Sahneleme sürecinde de oyunların yazımı devam ediyormuş. “Kadınlara ait sıcak, samimi sansürsüz bir dil üzerinde yapılan çalışmalar, kadınlara özgü argo kullanımı” belki de salt kadınların seyirci olduğu oyunlarının nedeni olabilir. (Kadın Oyunları kitabındaki Gülbahar Tunç’un önsözünden yararlanarak)
Saral’ın oyunlarında oyun karakterleri çoğunlukla kadın. Kadınlar kendilerine verilen toplumsal rolü reddetmekte ve kendi hikâyelerini yazmaya kendi kaderlerinin efendisi olmaya kararlı, başka “efendi”lere boyun eğmek yerine. Saral’ın konuya hâkimiyeti, kendi duruşundaki kararlılık oyunlarında yansıyor. “Kahraman” yok, ekip var oyunlarda. “Durum”, kahramanın önünde. Otobüs’te konu, iki kırılma ile sürprizli bir akış içeriyor. Onun için anlatmamalı ki tat kaçmasın. Ama (Sarı’nın) yılandan korkusu ile (Beyaz’ın hatırlattığı) “yılana(?) sarılma” durumu başarılı bir yazar anlatımı. (Belki yazar da şaşıracak benim bu algıma!)
Otobüs, Saral’ın gözlemciliğini, esprili dilini, şefkatini, özeleştirisel yanını ortaya koyan sinematografik ögeleri ile öne çıkan bir oyun. “Episod”lardan oluşmuş kurgusu, kelimelerle çizdiği “karakterleri” ile başarılı. Diyalogları sinema dilini hatırlatıyor. Konuşmalar, karaktere uygun ve onu ortaya çıkarıyor. Siyah’ın yanlış algıya neden olan (okurken bende ilk başta “dönme” izlenimi uyandırdı) ilk replikleri ile Bayan Mavi’nin “Hocam sen git de öğrencilerine ver bu dersleri….” (sayfa 21) ve “Etraf hasta dolu. Hem hasta hem salak…” (sayfa 22) gibi Siyah’a ait olsa iyi olur dediğim replikler dışında başka bir itirazım yok.
Bayan Pembe’nin “Bana düşen rol böyle ben ne yapayım?”(sayfa 43) çoklu anlamaya açık bir söylem ama bu “epik” gibi de algılanacak olan replik, oyunun genel rejisine uymuyor. Zira oyunculukta dramatik ögeler ağır basıyor, oyuncular karakterleri “giymişler” gibi.
Oyunun rejisi de Sevilay Saral’a ait. Bir yazarın kendi oyununu yönetmesi eseri kilitlermiş gibime geliyor. Oysa dışarıdan bir gözün oyuna bakması ve algıladığını sahneye aktarması yazar için öğretici seyirci açısından daha yaratıcı olur kanısındayım. Oyun için de zenginleştirici olmaz mı?
Saral’ın rejisinde kullandığı “koltukların dansı”, oyuna görsel bir zenginlik katmış. Koreografi (Banu Açıkdeniz, Gülcan Küçük) oyunun en önemli ögesi ve oyuna çok şey katıyor. Bir anlamda oyun “okuma”sının olmazsa olmazı. Oyunun bu kadar sıcak ve sempatik oluşunun ve masalsı anlatımın koreografiden ve hareket yönetiminden (Metin Göksel) kaynaklandığını düşünüyorum. Episodlar arası geçişleri sürekli hale getiriyor. Tekerlekli koltukların sahne üzerindeki devinimleri ile elde edilen dans düzeni rejiyi destekliyor. Koltukların kendi etrafında ve sahnede “dönüşleri”, Newton çarkını hatırlattı bana. Ama “yazılı” olduğu hususunda kuşkularım var. Zaman zaman serbest (gelişi güzel) hareketler var gibi geldi bana. Kurallı bir dans düzeninden bahsetmek zor. Beyaz’ın devreye girmesinden sonraki mizansen ile otobüs içi bazı sahnelerin yeniden gözden geçirilmesini öneririm. Otobüs dışı sahnede de bir dağınıklık var gibi. Sahnede herkesin ayakta durması küçük salonda sorun yaratıyor olabilir. Fon perdesine yansıtılacak görüntüler iyi olabilirdi. Oyunu tekerlekli koltuklarda oturan seyirciler arasında oynamak da bir seçenek ama geniş ve düz bir alan gereksinimi işi zorlaştırıyor.
Işık Tasarımı (Cüneyt Yalaz, Zilan Kaki) ve Işık-Efekt (Sezin Gündoğan, Gülsen Özbekar) yeterli ama bu oyunun daha gelişmiş teknik olanaklar ile bambaşka bir etki yaratacağını sanırım onlar da biliyordur. Film seyretme sahnesinde ışıktan yararlanmak iyi olurdu. Onları sınırlayan mevcut teknik olanaklar olmalı.
Müzik (Diler Özer, İbrahim Odak, Rumeysa Çamdereli, Volkan Kaplan) oyunu bozmuyor ama özel bir katkı vermiyor ve iz bırakmıyor. Bayan Gri’nin söylediği şarkının akustikten “digital”e geçerek büyümesi ve gecenin içinde yankılanarak kaybolmasını hayâl ettim.
Abartılı bulduğum Siyah kostümü dışında, kostüm (Nilgün Ilgıcıoğlu, Özlem Pehlivaner) tasarımını karakterlere uygun buldum.
Otobüs, on yetenekli kadın oyuncu tanıtıyor bize. Sinemacılara, dizi yönetmenlerine onları seyretmelerini öneririm. İçlerinden bir kaçının dikkat çekeceğine eminim. Bir başka oyunda (Selam Sana Shakespeare) da seyrettiğim için yetenekleri konusunda daha çok sözüm olan Aysel Yıldırım’ın (Siyah) rol yaratmaktaki başarısını dikkatlere sunmak isterim. Umarım onun bu başarısı “ödül”lendirilir. Ona bir hatırlatma yapmak isterim: Gurbetçi “holigan” tavrı, başta çok sert sona doğru da çok yumuşak. Ortasını bulmalı derim. Dikkatimi çeken bir diğer oyuncu Ayşan Sönmez (Turuncu). Ayşan’ın canlandırdığı karaktere verdiği “hayat” izlenmeye değer. Zeynep Okan (Pembe), Pınar Gümüş (Kırmızı) ve Senem Han (Kahverengi) rolden gelen sempatiyi ve olanakları yetenekleri ile çok iyi değerlendiren oyuncular. Banu Açıkdeniz (Beyaz), Başak Doğan (Gri), Gülcan Küçük (Yeşil), Nihal Albayrak (Mavi), Sema Merve İş (Sarı) diğerlerine oranla daha az olanaklı rollerinde çizdikleri karakterleri çok başarılı olarak sunuyorlar. Oyuncuların başarısına bakarak, oyunculuk yönetiminde Metin Göksel’e de bir alkış gönderiyorum.
Beğendiğim afiş tasarımını (Zeycan Alkış) özellikle dikkate sunuyorum.
Oyunun sonunda anlatılan masalda “Notalara karşılık veren dal parçası, her bir şarkıda ayrı bir renge bürünecek/ Turuncu, kahverengi, mavi, yeşil, sarı, pembe, kırmızı/ Hatırlayacağız o an insan olduğumuzu/ Biz o zaman uçmaya başlayacağız işte” diyor yazar, “Halâ hazır değil miyiz kanatlanmaya?”
Doğrusu ben öyle bitsin isterdim. Bayan Siyah’ın söylediği masalı “renkler” korosu söylesin ve Bayan Beyaz kararı seyirciye bıraksın diye gönlümden geçirdim. Yazar, masalı Siyah’a, son sözü Beyaz’a bırakmış. Alçak gönüllü bir tonda giden oyun, masalla aniden “yüksek” ve didaktik bir dile geçiyor. Siyah ne kadar da akademikmiş dedirtiyor insana. Onu hazırlayan bir şey de yok. Oyun sonu, “kuvvetli” bir masalın arkasından zayıf ve naif bir “onlar ermiş muradına” gibi kalıyor. Beyaz ortaya çıktıktan sonra “düşen” oyun “vurgulu” bir son arıyor gibi. Oysa oyundaki dans eden koltuklarla anlatılan hikâyenin sonuna yakışır bir masal-tiratla bitmesi daha etkili olurdu. Seyirciye anlatılmalı o masal. Hayat çarkı döndü, renkler “Beyaz”ı buldu. Oyun sonunda “renklerin birliği” ve renklerin “Beyaz”a arka çıkmasının görünmesi daha etkili olurdu.
Otobüs, sezonun seyretmeye değer iyi oyunlarından biri. Herkes için bulunacak bir şey var. Beyoğlu’da bir geceyi “dolduracak”, gecenin sonunda, insanı pişman ettirmeyecek bir oyun. Her gün o kadınlardan biri öldürülüyor bu toplumda. Düşünen düşünür, düşünmek istemeyen güler. Kadın oyunu diyenlere aldırmayın, aynı otobüste on erkek de benzer acılıkta hikâyelerin konusu ve karakterleri olabilirdi. Ben sahnede “insan”ı gördüm.
Özdemir Asaf ile başladım onunla bitireyim. “Ben üç şey biliyorum; / Dinlemekle dört kılana anlatacağım.” Şair o zamanlar bizden umutluymuş ama, anlattıklarını zamanla “dört” kılabildik galiba. Otobüs’ü “dört kılan” siz olabilirsiniz.
İlgi:
Kadın Oyunları-Sevilay Saral-BGST Yayınları(Mart 2007)
Bir Kadın Uyanıyor- Sevilay Saral-BGST Yayınları(Mart 2006)