Örgütlenme Tartışmaları: Geçmişin Kazanımları, Gelecek Tasarımları (1)

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Fırat Güllü

Yaklaşık 15 yıldır çeşitli alternatif tiyatro örgütlenmeleri içerisinde aktif bir özne olmaya çalıştım. Gerek üniversite yıllarında, gerekse mezuniyet sonrası tiyatro pratiklerinde farklı tartışmaların içerisinde olma fırsatını yakalamış olmak oldukça önemli bir deneyimdi. Mimesis Portali takip edenlerin haberdar olduğu üzere geçtiğimiz ay içerisinde, TTB’den ayrılan bir grup İstanbullu topluluk “Sahne İstanbul” adıyla faaliyet gösterecek bir tartışma platformunu hayata geçirdiler. Bu platform bir örgütlenme girişimi olarak daha önce denenmemiş bir işe girişiyor ve müstakbel bir örgütün oluşumu öncesinde kamuoyunu öncelikle “Nasıl bir örgütlenme?” sorusuna olabildiğince geniş bir yelpazede yanıt aramaya çağırıyor. Dolayısıyla söyleyecek sözü, paylaşacak deneyimi olan herkesin bu değerli girişime destek vermesi elzem hale geliyor doğal olarak.

1990’lı yıllarda Amatör Tiyatrolar Çevresi’nde (ATÇ) yaşanan hareketlenme, alternatif tiyatro adına ümit verici bir gelişme olarak görülüyordu. Ben bu dönemin son aşamasına bizzat tanık olma fırsatını yakalamıştım. O dönemin örgütlenme tartışmaları daha çok geçmişte çok daha dar ve öncü bir yapılanma tarafından başlatılan (İstanbul Sahnesi, Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları, İstanbul Tıp Fakültesi Oyuncuları ve Bakırköy Oyuncuları) bir girişimin, 90’lı yıllarda ciddi bir hareketlenme içerisine giren üniversite tiyatrolarının katılımıyla hatırı sayılır oranda genişlemesinin getirdiği sorunlar üzerineydi. Temel olarak iki eğilim ön plana çıkmaktaydı: Birinci eğilim ATÇ’nin genişleme öncesi dönemde var olan yapısını koruması gerektiğini savunuyorken, diğer eğilim değişen durum gereği yeni ve katmanlı bir modele geçilmesi gerektiğini, aksi takdirde ATÇ’nin bir yığılma alanına dönüşeceğini ve organizasyon yeteneğini tümüyle yitirebileceğini ileri sürüyordu. İlk eğilim alt örgütlenmeler, komiteler, komisyonlar şeklinde iç örgütlülüğünü çeşitlendirmiş bir yapılanmanın uzun soluklu olamayacağını, bir süre sonra bu yapılanmaların birbirine yabancılaşacağını ve örgütün dağılacağını ifade ediyordu. İkinci eğilim ise bu görüşe katılmıyor, farklı sorunlara sahip tiyatro yapılanmalarının üniversiteler, mezuniyet sonrası yapılanmalar, çalışanların tiyatrosu birimleri ya da kültür merkezleri gibi alt platformlar haline örgütlenmesiyle her alt yapının kendi özerk gündemlerini belirleyeceğini, böylece deneyim kriterine bağlı olarak gruplar arasında oluşabilecek hiyerarşik oluşumların da önüne geçilebileceğini vurguluyordu. Tam bu dönemde ortaya çıkan “Eğitimde Cinsel Taciz” tartışması bu tartışmaları ciddi anlamda öteledi ve ATÇ içerisinde yer alan yapıları ciddi bir ayrışmanın eşiğine getirdi.

2000 yılının sonunda kuruluş girişimlerine başlanan İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu (İATP), aslında ATÇ içerisinde yürütülen bu tartışmalardan belli kazanımlarla çıkmıştı. Ağırlıklı olarak yukarıda bahsedilen ikinci eğilimin somut biçimde hayata geçirilmesini savunan grupların ortaya koyduğu bir deneyimdi ve ilkelerini bununla tutarlı bir biçimde formüle etti.

İkinci beş yılında kendisini bir girişime dönüştürmekle beraber sonuçta yaklaşık on yıllık bir deneyime sahip olan İATP geride nasıl bir miras bırakmıştır? Öncelikle İATP içerisindeki gruplar belli bir demokrasi kültürünü hayata geçirme konusunda önemli bir deneyime sahip olmuşlardır. Gruplar tarafından belirlenen ve normalde periyodik olarak değişen grup temsilcileri, platform dahilindeki grupların ya da genel tiyatro ortamının sorunlarına çözümler oluşturmak amacıyla düzenli toplantılar yapıyorlardı. Temsilciler mekanizması belli konularda inisiyatif kullanma hakkına sahip olmakla beraber aslında gruplar adına karar alma yetkisine sahip değildi. Öneri niteliği taşıyan çeşitli kararlar sonuçta gruplara sunulmakta ve gruplar bunları kendi içlerinde tartışarak nihai sonuca ulaşılması amaçlanmaktaydı. Elbette ki demokratik kültür gereği alınacak kararın oy birliği ile alınması gibi bir şart söz konusu değildi. Her grubun alınan kararlara şerh koyma hakkı saklı tutuluyordu.

Bu model elbette ki kağıt üzerinde herkese mantıklı gelen bir modeldi. Ancak uygulanması sanıldığı kadar kolay değildi ve İATP deneyiminde de her zaman hakkıyla uygulandığını iddia etmek de doğru olmaz. Ama böyle bir modelin bir ideal olarak kabul edilmesi bile sonuçta grupları ve onların üyelerini katılımcılığa zorluyordu. Genelde tiyatro alanındaki örgütlenmelerin hiç denemediği ve denenmesini imkansız olarak gördüğü bir girişimdi. Çünkü genelde tiyatro alanındaki örgütlenmeler resmi bir statü kazanma gereğini duyuyor ve yasal zorunluluklar gereği yönetim kurulu seçiyorlar, üyeler de iradelerini bu kurula devretme eğiliminde oluyorlardı. Aslında toplum genelinde angarya olarak görülen örgütsel aktivizmden kaçmak için de uygun bir fırsat sağlayan konformist eğilimler de örgütlerin bir grup aktif unsurun eline terk edilmesini kolaylaştırmaktaydı. Oysa İATP modeli bunun reddi üzerine kuruluydu ve üyelerin iradelerini bir grup temsilciye devretmesini kabul etmeyen bir oluşum olma niteliği taşıyordu. Ancak bu konuda sık sık temsilcilerin, temsilci olma niteliğini kaybederek kendi kendilerini temsil etme niteliği kazanmaları ya da grupların temsilcilerin gündeme taşıdığı konulara ilgi örgütlemeyerek sorunları bir grup aktiviste havale etmeleri türünden sorunlar çıkabiliyordu. Bu eğilimler dönemsel olarak platformu krize sokabiliyor ve eğer sorunların üzerine gidilmezse dayanışma duygularının zedelendiği hatta kamplaşmaların yaşandığı durumlar bile söz konusu olabiliyordu. Sonuçta ilk beş yılın ardından bu tür eğilimler o denli belirleyici olmaya başladı ki yapı kendisini bir girişime dönüştürerek bir yeniden yapılanma sürecine gitme kararını aldı. Ama sonraki beş yıl içinde bu yeniden yapılanma tam anlamıyla tamamlanamadı.

Diğer bir kazanım alt-platformlaşma deneyiminin hayata geçirilmesiydi. Üniversiteler ve çalışanların tiyatrosu diye nitelendirilen iki temel platformun yanı sıra zaman zaman aktif olan ve temelde lise tiyatrosu çalıştırıcılarının oluşturduğu bir eğitmenler komisyonu, oyunlardaki kadın dramaturjisinin ve kadınların tiyatrosuyla ilgili tartışmaların yürütüldüğü bir kadın komisyonu girişimi, bir yayıncılık komisyonu girişimi vs… türünden denemeler uzun soluklu olmasa da işlev sahibi oldukları dönemlerde yapıya belli bir derinlik kazandırdılar. Ancak yukarıda kısaca özetlediğimiz yapısal sorunlar ortaya çıktığında bu alt örgütlenme biçimleri sorun çözücü olmaktan ziyade sorunun bir parçasına dönüşmekten kurtulamadılar. Bu da yapının hantallığının artmasına yol açtı ve her seferinde safra atarak, bir komisyon ya da komiteden vazgeçilerek yola devam edildi. Ve nihayetinde beşinci yılın sonunda en temel platformlaşma biçimleri olan üniversite tiyatroları ve çalışanların tiyatrosu başlıklı iki platformun iç içe geçmesiyle aslında İATP’nin ilk döneminde ilkesel olarak benimsediği katmanlı örgütlenme biçiminden tümüyle vazgeçilmiş oldu. Bu farklı sorunlara da yol açacaktı.

Ortak etkinlikler düzenleme, önce basılı ve ardından internet üzerinden yayıncılık faaliyetleri yürütme ve İstanbul Amatör Tiyatro Günleri türünden komplike organizasyonlar yapma gibi bir çok değerli faaliyeti olmasına rağmen İATP deneyiminde ortaya çıkan çeşitli eksiklikler de söz konusuydu. Örneğin ne bir Eğitim Araştırma Komisyonu’nun var olduğu ilk beş yılda, ne de yeniden yapılanmanın hedeflendiği ikinci beş yılda İATP’yi alternatif bir okul konumuna getirecek eğitim-araştırma etkinliklerinin sistemli hale getirilmesi işi bir türlü halledilemedi. Bu, İATP’nin meydan okuduğu hegemonik sistem kültürüne karşı alternatif bir duruş sergilemesini zorlaştıran bir zaaftı. Diğer bir sorun platformun tiyatro kamuoyunda dönen tartışmalara fazlasıyla yabancılaşması, güçlü bir kamusal duruş gösterememesi ve sık sık kendi soyut gündemlerine gömülmüş bir alt kültür odağı haline dönüşmesiydi. Zaten alternatif olma tercihi yüzünden sistemik bir baskı altında olan, görmezden gelinen, sık sık akıntıya karşı kürek çekmek zorunda olan bir yapı olarak İATP, bir de kendi eğilimleri sonucunda kamusal alandan çekilmeye başlayınca çok ciddi varoluş sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalıyordu. Sonuçta yasal bir zemine sahip olmadığı için klasik bir tabela örgütüne dönüşme “şansı” da olmayan İATP, sekterleşip içe kapandıkça bir arkadaş grubuna dönüşme riskiyle baş başa kalıyordu. Bu hastalığın ilacı kamusallaşmak ve bir örgüt olarak tiyatronun sorunlarına dönük tartışmalara müdahil olmaktı. İşte tam bu noktada İATP’nin kendini fesih edip Türkiye Tiyatrolar Birliği’ne katılmasına kadar gidecek süreç başladı.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Fırat Güllü

1 Yorum

  1. burhan Tarih:

    merhaba,
    tiyatro alanında bir örgütlenme arayışının olması ve bunun tartışılması heyecan verici, fakat geçmiş deneyimlere bakınca bu kadar olumsuzluğun yaşanması tüm heyecanı yok ediyor.
    “nasıl bir örgütlenme” sorusuna, anladığım kadarıyla geçmişten bugüne hep aynı yöntemlerle yaklaşılmış.
    hangi alanda olursa olsun örgütlenme bir paratik süreç içinde gerçekleşir. örgütlenme biçimlerini tartışmak yerine, iş yapmayı, yani patik bir süreci örgütlemeyi deneyebiliriz. iş yapmaktan kastım, şenlikler, eğitimler, deneyim aktarımları, nasıl bir tiyatro, kuramsal tartışmalar,dayanışma, paylaşım vs.gibi yapılması gerekenlerin yanı sıra yaşamımızın diğer alnlarına dair de sözün ve eylemin olmasıdır.
    Başta kültür-sanat alanında yaşananlara dair muhalif bir kimliğin olması bugün daha yakıcı bir şekilde hissedilmektedir.
    Kültür-sanat alanında yaşanan yıkıma karşı sokakta laf söyleyen hiç kimse yok ne yazık ki. Bu sorunları da göz önünde bulunduran, müdahale eden ve bunun içinde çıkacak örgütlülük ve örgütlenme biçimi en doğrusu olacaktır.

Yanıtla