The Independent, 8 Ocak 2011, Çeviri: Taner Olçum
Mimesis Çeviri – John Malkovich, o kadar düşük ve baygın bir sesle konuşuyor ki, bir çift kulağa onları adeta zorlayarak meylediyor. Sesini, oldukça tehditkâr bir etki yaratacak şekilde kullanmaya alışmış olan bir oyuncu için, böyle bir kullanım gittikçe daha yumuşak ve kıvrak gelmeye başlıyor. Koltuğunun ucuna, kıvrılmış ve sokmaya hazır bir yılan gibi oturan Malkovich, yumuşak ama net bir ifadeyle “Bak” diyor, “beni sevmelerine muhtaç değilim.”
Geçtiğimiz otuz yıllık süre zarfında bu ses, sinemadaki en karanlık karakterlerle eş anlamlı bir hal aldı. Peki gerçek Malkovich aslında kim? 57 yaşındaki aktörle, jüri başkanlığına tayin edildiği Marakeş Film Festivali’nde bir araya geldik. Ve bir şekilde konu reel politikanın çetrefilli arazisinde dolanmaya başladı.
Yaptığı o garip açıklamalarda gerçek düşüncelerini mi aktarıyor; yoksa Ortadoğu’daki çatışmadan tutun da paparazzilerin yaptıkları kabahatlere kadar (kafalarının uçurulması gerektiğini savunuyor ceza olarak) hemen her konuda atıp tutarak, ortalığı karıştırmak hoşuna mı gidiyor, bunu kestirmek güç. Bir keresinde, Ortadoğu uzmanı Robert Fisk’i İsrail ile ilgili görüşleri yüzünden vurmayı arzuladığını açıklamıştı. 1980lerin sonlarında birlikte çalıştığı oyuncu arkadaşlarından biri, onun yaydığı huzursuzluğun gerçekten büyük bir şaka olup olmadığını merak ediyor. “O kadar sağ görüşlü biri ki, şaka yapıyor herhalde diye düşünmek zorunda kalıyorsunuz” diyor William Hootkins.
Malkovich uzun yıllardır oy kullanmıyormuş, çünkü dediğine göre, siyasi “kahramanlarımızın” kendisini hayal kırıklığına uğrattığını görmek istemiyormuş. Ona göre bu kahramanlar ofise tıkılmış, kötü adam pantomimlerinden ibaret. Obama’nın başkanlığının ve bu süreçte Amerika’daki algılanışında yaşanan değişimin bunun tipik bir örneği olduğunda ısrar ediyor.
Peki, erkten ve demokrasiden vazgeçmek sevimsiz bir düşünce değil mi? “Benim sevilmeye ihtiyacım yok ki” diye tekrarlıyor böyle sorduğumuzda; “dünyanın farklı yerlerine gidip, sevdiğim her çeşit insanla birlikte çalışıyorum. Benim bir kurtarıcım ya da kraliyet hanedanım yok. Hayatımı, insanlara karşı davranışlarımla şekillendirmek ve kurmak istiyorum”.
Öyle görünüyor ki Malkovich, bahsettiği bu uzun yolculuğunda heyecanlı ve neşeli. Sıradaki konumuz ise: gizlilik. İspiyonculuk sitesi olan Wikileaks’in, “durum güncelleme”ye duyduğumuz şehvetli iştahı ve ne yediğimizden tutun da uluslararası istihbarat konularına kadar birçok ufak ayrıntıyı yansıtmaya alıştığımız Facebook kültürünün bir uzantısı olduğunu söylüyor.
“Peki, sürprizler ne? Arapların Ahmedinecat’ı sevmiyor, Putin despot biri ve Berlusconi’nin bunga-bunga’lara[1] zaman ayırabilecek kadar boş vakti var. Wikileaks’in tek dediği şey, “Öğretmenimin iç çamaşırı çekmecesine baktım ve bakın ne buldum – kocaman bir dildo”.
“Herkes kendi sırlarını ifşa ediyor. İnsanlar şöyle bir şey söyleme ihtiyacı duyabiliyorlar: ‘Şu an bir röportajdayım. Birkaç dakika içinde banyoya gireceğim. Ayak tırnaklarımı da kesebilirim… Sonra da kusarım belki.’ Tamam de kimin umurunda? Maalesef ki bazılarının umurunda. Mahremiyet diye bir şeyin olmaması modern dünyanın bir özelliği. Yakında uçakla bir yere gitmeden önce havaalanlarında proktoloji[2] yaptıracağız. İnanın,” diyor ve başını sallıyor, “yakında olacak bunlar.”
İnsan; Malkovich’in öfkesinin sebebinin, kendi mahremiyetinin istila edilmesi olup olmadığını merak ediyor. Bunu sorduğumda omuz silkiyor. Fransa’da on yıl kaldıktan sonra döndüğü ve son birkaç yıldır yaşadığı Cambridge, Massachusetts’i çevreleyen Doğu Yakası’nda, durumu şu an o kadar da kötü değil. “Avrupa’da yaşarken bariz bir şekilde öyleydi, hatta İngiltere’de daha da beterdi” diyor. “Fakat Cambridge’de kimse sizin kim olduğunuzu umursamıyor.”
Soğukkanlı görünüşüne rağmen, Malkovich’in bir anda parlayabilen ya da sönebilen duygulara sahip bir kişiliği var. Bir an oldukça dikkat kesilmiş görünürken, bir an sonra tüm ilgisini yitirebiliyor.
“Galiba Mysteries of Lisbon’du” (Portekiz yapımı bir film). En son ağladığı film hakkında konuşurken “Çok fazla ağlayan bir bebek gibiyim” diyor ve ekliyor, “Bazen bir şeyler iyi olduğu için de ağlıyorum. Bir filmde aktör üzgün görünmeye çalışıyordu ve çok rahatsız ediciydi. Mutlu ya da komik olmaya çalıştığı anlar ise oldukça dokunaklıydı.”
Kurnaz bir nezakete, ara sıra ortaya çıkan gamzelere ve keskin, Neandertal’e benzer kaşlarla bezeli yüzü oldukça devingen; bir an çok çekici, hemen ardından garip ve asimetrik.
Buluşmamızdan bir gün önce, Marakeş Film Festivali’nin açılışında, sahneye ilerlerken mağrur bir ağırbaşlılıkla boy gösterdi. Yakın planda, daha ince, tilkivari ve Hollywood’daki “karizmatik canavar” rollerini buyruğu altına almasını sağlayan içten ve sert bir endamla görünüyor.
Malkovich’in göze çarpan bir kaç tane romantik başrolü (Bernardo Bertolucci’nin Sheltering Sky [Çölde Çay] filmi, bunlardan birisidir) ve yine birkaç tane komik rolü oldu (Saturday Night Live’ı sundu ve Spike Jonze’un Being John Malkovich [John Malkovich Olmak] adlı filminde kendisini oynadı). Bu filmde, bir bilet alarak aktörün zihnine bir portal aracılığıyla girmek isteyenler, New Jersey otobanı dışında bir hendeğe iniş yaptıktan 15 dakika sonra, başka bir portalden hızla dışarı fırlatılırlar. Kara komedi unsurlarının ve varoluşsal sorunların harmanlandığı film, Malkovich’e muazzam bir bağımsız film şöhreti ve takip edilecek bir kült imaj kazandırdı.
1980’lerde filizlenen film kariyeri, Stephen Frears’ın Dangerous Liaisons [Tehlikeli İlişkiler] adlı filmindeki nefes kesen performansıyla iyice sağlamlaşmış oldu. Bu filmde, pudralı peruk ve süslerle abartılı bir görünüme sokulan aktör, sapkın bir baştan çıkarıcılığa sahip Vicomte de Valmont’u canlandırdı. (Annie Lennox bu performansından o kadar etkilenmişti ki Walking On Broken Glass şarkısına çektiği klipte peruklu Vicomte’u tekrar canlandırmasını istemişti.
Malkovich’in Iago-vari habis bir zekâyı somutlaştırmadaki yeteneği, o zamandan beri kurnaz suçluları ve psikopat roller oynamak üzere seçilmesini sağladı. Çoğunun yan roller olduğu bu performansların bazıları o kadar güçlüydü ki, başroldeki aktörlerin onun yanında sönük kalmasına yol açmıştı. Kötü olan bazı performansları ise çizgi filmlerdekine benzer abartılı oyunculuklarla felaket bir hal almıştı.
İronik bir şekilde, elinde olsa, kendisine kötü adam karakterlerinde rol vermeyeceğini belirtiyor. Moda tasarımcısı Bella Fraud ile 1999’da yaptıkları kısa film Strap Hanging gibi tür dışı çalışmaları kendisine daha yakın bulduğunu söylüyor. Bu film, tsunamilerden çok korkan ve eğer bir dalga gelirse havayla şişecek şekilde tasarlanmış plastik iç çamaşırlar yapan bir banliyöde sakini hakkındaki gerçek bir öyküye dayanır. “Beni daha çok yansıtan şeyler, bu tür işler” diye itiraf ediyor aktör. Ya da 1970’lerde televizyonda çıkan bir medyumu canlandırdığı sevimli aile komedisi The Great Buck Howard [Muhteşem Howard] gibi işler.
Kendisini en çok özdeşleştirdiği karakterin, John Steinbeck’in Of Mice and Men [Fareler ve İnsanlar] adlı romanının 1992’deki adaptasyonunda oynadığı sessiz, kazayla bir cinayet işleyen nazik dev Lennie olduğunu söylüyor. Karanlık sırlara sahip zor adamların karakterlerini üstlenmenin çok yorucu olabileceğini söyleyen Malkovich, “Fakat benden beklenen tam da bu, ve insanların bende sevdiği şey de bu” diyor.
“Kötü adamları” oynamanın teknik ve etik zorluklarının küçümsenmemesi gerekiyor. Şu an, The Infernal Comedy’nin [İlahi Komedya] günümüze bir tiyatro oyunu olarak uyarlamasında Jack Unterweger rolüyle turnede. Karakter, 70’lerde cinayetten yargılanıp serbest bırakılışının ardından entelektüeller tarafından rehabilitasyonun gerçekleşebileceğine dair iyi bir örnek olarak lanse edilen ama cinayetlere devam eden bir seri katil. “Kötü adamların çoğu, iyi insanlarla aynı şeyleri düşünür ve hissederler. Jack Unterweger için üzülmüyorum, öldürdüğü kızlara üzülüyorum, fakat bu benim rolü yaşamama engel olamaz. Yargılamak benim değil, halkın, mahkemelerin ve adalet sisteminin görevi.”
Hafta başında, kendisi de festivalde yer alan Keanu Reeves filmlerde kötü adamları canlandırmanın daha kolay olduğunu ve daha az uğraştırdığını öne sürdü. Malkovich’in öfkeyle parlamasına neden olan “bu yersiz düşünce”, ona göre “birçoğunun bu rolleri berbat bir biçimde oynamasının sebebi.”
John Malkovich 1970’lerin ortasından beri aralıksız çalışıyor; yetmişten fazla filmde oynayan ve yöneten aktör, aralarında Juno ve Ghost World gibi bir dizi başarılı bağımsız sinema örneğinin de bulunduğu eserlerin de yapımcılığını üstlendi. Hollywood stüdyolarının Malkovich talebi kesintisiz devam ediyor; at yarışlarıyla ilgili bir Disney filmi olan Secretariat, geçen ay gösterime girdi ve Steven Spielberg’ün aksiyon şubesinin devamı olan Transformers serisinin 3. filmi bu yaz sinemalarda yerini alacak.
Öte yandan Malkovich bu aralar 1976’da kariyerinin başladığı tiyatro sahnesinde en nefes kesici prodüksiyonunu üretmekle meşgul. Giacomo Variations adında bir oda operası hazırlıyor. Opera, Casanova’nın son yıllarının hikayesini dinleyeceğimiz o devasa 4000 sayfalık anılarına Mozart’ın müziğinin eşlik etmesiyle oluşacak ve Malkovich’i artık yaşlanmakta olan Lothario rolünde dönem kostümleri içinde göreceğiz.
Bu arada İlahi Komedya, ABD, Kanada ve özellikle ilk kez sahnelendiği ve tam da dehşet verici Josef Fritzl olayı ortaya çıkarken Viyana’da müthiş tepkiler aldı. Oyun, Haziran ayında Londra’daki Barbican tiyatrosunda da sahnelenecek.
Malkovich, Unterweger’in iç dünyasını canlandırma fikrinin kendisinde Viyanalı bir orkestra şefi tarafından bir barok orkestrasının da eşlik edeceği, ismi o dönem belli olmayan oyunu yönetmesi ve rol alması için teklif geldiğinde oluştuğunu söyledi.
“Ona (şef Martin Haselböck) birçok fikir sunduk. Ona, insanların gerçekten oyuna gelmelerini istiyorsan, ilgi çekecek olan şeyin Jack Unterweger hakkında bir opera yapmak olacağını söyledim.”
Oyunun Fritzl davasıyla olan benzerliğinin, Viyana’da konuyla ilgili hassasiyetleri incitmediğini söyleyen Malkovich, “Olağanüstü karşılandı. Ulusa edilmiş bir hakaret olarak algılanmadı, ayrıca Amerika’da oldukça fazla sayıda manyak var. Biz de bundan kendimize düşen payı alıyoruz; elbette o kadar manyak değil, ama bazen şiddet dolu, hatta katil olabiliyoruz. Jack Unterweger’dan önce kendi Jack Unterweger’ımız vardı, adı Jack Henry Abbott idi. In the Belly of the Beast [Canavarın Karnında] adını verdiği, korkunç derecede güçlü, hüzün ve endişe dolu, başarılı bir kitap yazdı ve bir kısmıyla tanışık olduğum birçok ünlünün mücadelesi sayesinde tüm ömrünü hapiste geçirdikten sonra serbest bırakıldı. Ve çıkar çıkmaz genç bir çocuğun bağırsaklarını deşti, ve tekrar hapse döndü .”
Malkovich esasında yönetmen olarak kadroya girmişti, fakat sonrasında iki sopranonun eşlik ettiği bu tek kişilik oyunda rolü devralması için ikna edilmişti. “Rol için çok iyi İngilizce konuşan genç bir Avusturyalı istemiştim, çünkü Unterweger ufak tefek, zayıf ve oldukça iyi görünümlü biriydi. Fakat şef bunu çok istediğinden, en sonunda oynamayı kabul ettim. Rol için oldukça fazla doğaçlama yaptım.”
Malkovich’in daha ticari bir dünya olan Hollywood film endüstrisine girişi, 1970’lerde tesadüf eseri tiyatroya adım atmasıyla oldu. Doğduğu şehir Illinois’te biyoloji okuduktan sonra gezgin bir kariyeri oldu; bir aktrise aşık olana dek okul servislerinde şoförlük ve evlerde badana yapıyordu. Sevgilisini provadan almaya gittiği bir gün, sahne onu büyülemişti. Bu onu oyunculuk dersleri almaya itti ve 1976’ya geldiğimizde, Chicago’daki Steppenwolf Theatre Company’nin değişmez oyuncularından biriydi. Genç topluluk, 1980’de New York’a Sam Shepard’ın Wild West [Vahşi Batı] oyununu taşımıştı ve birkaç yıl sonra övgülere mazhar olacak bir Steppenwolf prodüksiyonunu yönetti. Broadway’de sahneye ilk çıkışı, Arthur Miller’ın Death of A Salesman [Satıcının Ölümü] oyununda Dustin Hoffman’la karşılıklı oynadığı Biff karakteriyle oldu (Malkovich bu oyunun CBS kanalı için televizyon uyarlamasıyla bir Emmy ödülü de kazandı).
İlk aşkı olan tiyatroya otuz yıl boyunca hep sadık kaldı. Sahnede daha gelişkin rollerin yer aldığını öne sürüyor aktör; çünkü tiyatroda oyuncuların o anın dramasını gerçekten verebildiğini ama kamera karşısında cansızlaştıklarını söylüyor. Kariyeri film yapma noktasına geldiğinde, kendisini şaşırtıcı bir biçimde gereğinden fazla nitelikli hissettiğini söylüyor, aynı bir Formula 1 yarışçısının Go-Cart aracı kullanması gibi. “Yoldan geçen bir kamyon şoförüyle de film çekebilirsiniz” diyor, çünkü sinemada oyunculuk dışındaki diğer tüm faktörler devreye giriyor.
Fakat her ne kadar şu ana dek, oldukça fazla sayıda “ana akım” başarı elde etmiş de olsa, buna ilişkin kararsızlığı hala devam ediyor. Hafif bir alaycılıkla, Broadway’dense Avrupa ya da Güney Amerika’da bir oyun yönetmeyi tercih edeceğini ifade ediyor. Bu kendi yaşamının da ötesine geçen ve geçmişten beri Amerikan yaşam tarzına tercih ettiği bir Avrupa’ya bağlılık şeklinde kendini gösteren garip bir tür enternasyonalizm.
İki yıl önceye kadar, hayat arkadaşı Nicoletta Peyran ve kızları 18 yaşındaki Loewy ve 20 yaşındaki Amandine ile birlikte Fransa’da yaşıyordu ve Amerika’ya gereğinden uzun sürmüş vergi anlaşmazlığı yüzünden dönmüştü – aynı yıl Bernie Madoff’un hileli saadet zincirine 2 milyon dolar kaptırdı. Benton, Illinois’te muhafazakar bir dergi yayımlayan ailesi, Avrupa kökenliydi; annesinin soyu yarı Alman, yarı İskoç köklere dayanıyordu, büyükbabaları ve büyükanneleri Hırvat’tı.
Avrupa hayranlığı, çok kabul etmemesine rağmen, aslında kültürel bir meraklılığa işaret ediyor. Tiyatro çalışmaları hakkında hararetli hararetli konuşurken bir yandan da “Ben kara cahilin biriyim. Kültürün ne olduğunu anlamaya bile üşeniyorum” diyor. Fakat yine de özgeçmişi böyle bir iddiayla ters düşüyor: Fransızcası kusursuz, Portekiz’de bir gece kulübü var ve İngiliz siyasetine dair beklenmedik bir öngörü sahibi bir Anglo-Sakson hayranı olarak biliniyor; geçen dönem milletvekili olan George Galloway’e sövüp saymıştı. Cümlelerini İngiliz deyimleriyle çeşniliyor, bir zamanlar bir tiyatro oyunu için kendisine verilen repliği anımsatarak: “naff!” (defol).
Peyran’la ilişkisi 1989’dan beri devam ediyordu, Çölde Çay filminin setinde tanıştıklarında, Peyran yönetmen yardımcısıydı. İlk evliliği aktris Glenne Headly ile olmuştu, sonrasında Tehlikeli İlişkiler filminde birlikte oynadığı Michelle Pfeiffer ile beyazperdedeki cinsel kimyası gerçek hayata döküldüğünde, bu aktrisle bir ilişkiye başlamıştı.
“Bir aktrisle çıkıyor olmanın, başka herhangi bir kadınla çıkmaktan farkı yok” diyor şimdi; “Eğer onları cidden başkalarından ayırabilecek bir şey varsa, o da yaptıkları işi seviyor olmaları. Hayatta birçok erkek ve kadın bu olanağa sahip değiller. Bazı aktrisler var ki görüntülerini tamamıyla kontrol etmek arzusundalar ve bazıları var ki, aynaya hiç bakmıyorlar bile.”
Ve şimdi ellili yaşlarının sonuna yaklaşırken, mesleğine, şöhretine ve endüstrinin raf ömrüne karşı daha pragmatik bir yaklaşım içerisinde. “Artık 25 yaşında değilim. Bunu daha ne kadar yapacağınızı, ya da yapmak istediğinizi bilmiyorsunuz. Emekli olmayı planlamıyorum; bence onlar beni emekliye ayıracak.”
Sektörün Malkovich’e ilgisinin azalması gibi bir durum yok. Jack Unterweger rolüyle dönüş yaptıktan sonra; bu sefer Casanova rolüyle, sahnede şarkı söyleme mücadelesine girişecek. Ben bunun cesur bir hamle olduğunu düşünüyorum. O ise, cesurca ya da aptalca – şu ana kadar hiç bir şeyin kendisini vokal eğitimi ya da şan dersleri almaya itmediğini belirtiyor.
“Uzun zaman ve birçok sigara öncesinde idare eder bir şarkıcıydım. Pavarotti’yle karıştırılmayacak bir durumda olacağımı düşünüyorum” diyor ve gülümsüyor. “Yönetmen Mozart ve Tom Waits arasında gidip geleceğimi söylüyor. Ne kadar aşağı iner, merak ediyorum”
Holly Williams’ın resmettiği şekliyle John Malkovich’in inişleri ve çıkışları
1985
Satıcının Ölümü’nde, Biff rolüyle Emmy ödülünü kazanır.
1985
Sinema dünyasında ilk çıkışını “Places in the Heart” filmindeki Bay Will rolüyle yapar, ve bu rolüyle Oscar’a aday gösterilir.
1988
Tehlikeli Oyunlar’da entrikacı Vicomte de Valmont rolüyle büyük bir atılım gerçekleştirir.
1988
Tehlikeli Oyunlar filmindeki rol arkadaşı Michelle Pfeiffer’le duygusal ilişki yaşayınca, karısı Glenne Headly’den boşanır.
1993
“In the Line of Fire” filmindeki suikastçı Mitch Leary rolüyle Oscar’a aday gösterilir.
1988
Ghost World ve Juno gibi filmlerin prodüksiyonunun üstlenileceği, Mr. Mudd isimli şirketin kurucu ortaklarından biri olur
1999
Spike Jonze’un “John Malkovich Olmak” filminde bir başka “kendisini” oynar
2009
Bir kahve firmasının reklamında, George Clooney’in karşısına kutsal St. Peter rolünde çıkar
2010
Seri katil Jack Unterweger’i konu alan tek kişilik “İlahi Komedya” rolüyle çıkış yapar
Oyun Londra EC2 Barbican Tiyatrosunda 17 Haziran’da perde açacak.
[1] Bunga-bunga: Berlusconi’nin düzenlediği kalabalık seks partilerine, katılanlardan birinin verdiği ad. (ç.n.)
[2] Proktoloji: kolon ve rektum cerrahisi