“Bu bu’dur derken, bu’nun ne olduğu, bu’dan ne kastettiğinize bağlı”
William Jefferson Clinton
Hegel’in çağdaşı Kierkegaard, “mutlak’ın bakış açısından her şeyin gayet iyi olması ne fark eder?” diye soruyor. Kierkegaard, “Ben Tanrı değilim, ben, bir bireyim. Yukarıdan bakınca her şeyin pek huzurlu görünmesi kimin umurunda? Ben, burada ve ortasındayım ve endişeliyim. Tehlike ve umutsuzluk içindeyim. Ben‘den bahsediyorum”, diyor.
Clinton’nın sözü, aslında tam da kimi kadınların kimyasına benziyor. “Bu bu’dur derken, bu’nun ne olduğu, bu’dan ne kastettiğinize bağlı.” Kadınlar için alışılagelmiş sözlerden biri olan, kadın aslında söylediğini değil, söylemediğini kasteder yargısı, tiyatroya çok benziyor. Sadece tiyatroya değil ayn zamanda bu sanatı icra edenlerin tavırlarına da. Söyledikleri ile kastettikleri birbirlerinin karşısından duruyor her zaman. Böylece terazinin bir yanında sabır bir yanında ise isyan duruyor ve fakat sabır her zaman isyanı dengeliyor. Sanat dişildir, ciddiye almak lazım, intikamını, eleştirilenin tam da kendisini, bir şekilde eleştirene yaptırarak alıyor.
Son zamanlarda, sıklıkla işittiğim cümleler ve masalarda konuşulan sohbetler, “yurt dışındaki falanca tiyatronun çalışma yöntemi ile filanca yıldır çalışıyorlarmış. Ne büyük başarı. Bizim ülkemizde ise….” söze bakıyorum önce, sonra söyleyene. İş konuşmaya geldiğinde, disiplinin ve çalışma etiğinin önemi üzerine, istekli ve mantıklı ancak, iş, çalışma alanına geldiğinde ise, durum tamamen farklılaşıyor. Mesele, kişilerin mutlaklaştırdıkları algıları içerisinde duygusal nedenlerle mutlağın değişebilirliği olmaya başladığında, denklem kendi içerisinde tutarsız ve işlemez hale geliyor. Mutlak değeri yönetmen olarak aldığımızda, mutlak’ın bakış açısından her şeyin gayet iyi olması ne fark eder? sorunsalı ile karşılaşıyoruz. Yukarıdan bakıldığında her şeyin pek huzurlu görünmesi kimin umurunda… Ben Tanrı değilim, ben, bir bireyim. Ben, burada ve ortasındayım ve endişeliyim. Tehlike ve umutsuzluk içindeyim. Ben‘den bahsediyorum. Terazinin dengelerinin bozulmaya başladığı, sabır ile isyanın karşı karşı geldiği ve birbirlerini taşıyamamaya başlamasıyla birlikte; sabır her zaman üstün geliyor. İsyan sadece kişisel mücadelesini veriyor, eleştirinin haklı ve gerekliliği içerisinde. Ancak, yukarıdan bakan gözlerin, mağlup açısından radikal bir çalışma sürecinin huzurlu bitişinde, eleştirinin hiçbir önemi kalmadığı gibi, kişisel bir merkezden çıkan beğeni, çevreye endişe oklarını savuruyor. Falanca tiyatronun filanca yönetmenin; demokratik çalışma disiplinini seven ancak oligarşik çalışma anlayışına sahip yönetmen tehlikelidir, oklarına yakalanırsanız bir kere, benzer biçimde yanlış etkilenebilirsiniz, kanınıza çok çabuk karışacaktır falancanın filanca tavrı.
Söz karakterdir. Sohbetlerde, falancayı filanca ile överken, falancanın filancasını alabiliyorlar sadece; o da…
Yeni evli genç çift, yeni dairelerine taşınırlar ve salonlarındaki duvar kağıdını değiştirmeye karar verirler. Salonu aynı büyüklükte olan komşularına başvururlar.
“Hanımefendi, acaba salonunuzu kapatmak için kaç top duvar kağıdı almıştınız?”
“Yedi.”
Bunun üzerine genç çift, en pahalısından yedi top duvar kağıdı satın alır ve kaplama işine girişir. Ancak salonun duvarları dördüncü top bittiğinde tamamen kaplanır. Sinirlenen genç karı-koca derhal komşularının kapısını çalar:
“Dediğinizi yaptık ama üç top arttı!”
“Ha”, der komşu, “size de aynısı oldu demek.”[1]
Sohbetler ve çalışmalarımda gördüklerimden ve öğrendiklerimden sonra “Ben, burada ve ortasındayım ve endişeliyim. Tehlike ve umutsuzluk içindeyim. Ben‘den bahsediyorum”
Düşünmeden edemiyorum, her konuda olduğu gibi, mevzu sanat olduğunda dahi, sadece bildiğini okuyan, duygusallıkla işi bir o kadar iç içe geçiren diktatör yönetmenler ne zaman devrilecek. Bekliyorum ki bazen, ikili dertleşmelerden çoğul bir sese dönüşse isyan… Ancak sanıyorum ve korkuyorum ki, bir gün gelecek çoğul sesi yakaladığımızda, sesimizi çıkaramayacağımız kadar iş işten geçmiş olacak ve bir çoğunu da kendi tekelini ilerletmesi için çoktan kaybetmiş olacağız.
[1] Thomas Catheart ve Daniel Klein, Platon Bir Gün Kolunda Bir Ornitorenkle Bir Bara Girer ( İstanbul: Aylak Kitap, 2010), sf 122