Buluşma Yeri İle Buluşamadım – Duşan Kovaçeviç – İBBŞT

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Melih Anık

Türkiye’de Duşan Kovaçeviç

Duşan Kovaçeviç’i İntiharın Genel Provası (2008) isimli oyunu ile tanıdık. Ardından Profesyonel (1989) geldi. Şimdi de Buluşma Yeri (1981). Parantez içlerinde oyunların ‘basım’ tarihlerini verdim.

İlk oyununu 1972 yılında yazmış olan 1948 doğumlu D. Kovaçeviç’in tiyatro kariyerinin ‘köşe taş’larını sondan başa doğru izlemiş olduk. Şimdi sırada Dar Ayakkabıyla Yaşamak (2010) varmış. En ‘yeni’den yeniden başlayacağız anlaşılan.

Kitap ve Sahneleme Zamanı

Oyun Şubat 2011’de seyirci ile buluştu. Kitap olarak ise 2010 yılının sonlarında yayımlandı. (Mitos/Boyut 396) Kitabın içinde oyunun kadrosunu birkaç değişiklikle bulabiliyorsunuz. Kitapta Nihal Kaplangı görünüyor ama kostüm tasarımını Nurullah Tuncer ve Taciser Sevinç yapmışlar. Yönetmen yardımcısı olarak kitapta İrem Aslan Aydın’ın ismi var, oyun dergisinde Hanife Ser, Özge Kırış, Deniz Evrenol’un adları yazıyor. Kitapta Hanife Ser ve Ceysu Aygen asistan olarak görünürken dergide İlker Kapıcı, Ece Göktay ve Sevda Can’a ‘gönüllü asistanlar’ olarak teşekkür edilmiş. Kitabın yeni baskılarında düzeltmek gerekecek. Demek ki Ekim 2010 da kadro belli, oyun seçilmiş. Oyun sahneye 2011 Şubat’ta çıkıyor.

Oyun Dergisinden….

Önemli bulduğum husus oyun dergisinden aktaracaklarım ile ilgili.

Oyunun yönetmeni Nurullah Tuncer ‘Ölüleri Ölüler Gömsün’ (bu başka bir oyunu hatırlatıyor ve bana bir şey demiyor) başlıklı yazısında oyundan seçtiği bir cümleyi vererek oyundan ‘açlık’ temasına vurgu yapmayı seçmiş ve ‘yazar 30 yıl öncesinden bu gerçeği görmüş’ demiş. Oyunu ‘fail-i meçhul’lere ithaf etmiş.

Oyunu tercüme eden Bilge Emin, ‘Ölümle Hayat Bitmez’ başlıklı kısa yazısında ‘Kırgınlıkların, kızgınlıkların, savaşların, düşmanlıkların anlamsız olduğu bu yerde, insan bütün çaresizliği, yalnızlığı ve özlemiyle, sonsuzluğun bir parçasıdır. Ardında iz bırakanlar aramızdan ayrılmaz. Yaşayanlar ve ölüler arasındaki ilişki görecelidir. Bizim için değerli olanlar, öldükten sonra da bizimle beraberdirler’ demiş.

Kitabın önsözünü de yazan Prof Dr. Hülya Nutku ‘Buluşma Yeri: Dünyanın ve yaşamın algılandığı bir yer midir?’ başlıklı yazısında “yazar burada sanatın, yaşamın bir provası olduğuna atıfta bulunuyor. Yaşam ve ölüm vazgeçilmez iki gerçek. Yaşam sonrası Einstein’in dediği gibi ‘Başka bir şey başlıyor’ ama önemli olan biz diğerinin neresindeyiz?…. Yaşayanlar ve kaybedip de yüzleşemediklerimiz irdeleniyor… Yazarın kendi yaşadığı toplumsal sürecin hesaplaşması ve izlerine de rastlıyoruz” demiş. Prof. Dr. Nutku’nun ‘uygarlığın durumu, yok oluşa dur demenin yolu’ vurgulaması da ilginç.

Tercüme eden, yöneten ve inceleyenin aynı oyundan vurgulamaya değer bulduklarının birbirine bu kadar ‘uzak’ olmasını ve aynı dergide buluşmalarını nasıl anlatsam!

Oyundan ‘Tıp cerrahidir, onun dışında her şey kaderdir’ (sayfa 14) ‘Hastanın kaderi tecrübeli ve akıllı bir doktorun elinde olmalı. Bilgisayarlar bilgisayarları, insanlar insanları tedavi etsin’ (sayfa 62) repliklerini seçerek, yazar, tıbbın bugün geldiği noktayı görmüş de diyebilirdik. Ama doğru olmazdı.

Oyunun Temaları

Buluşma Yeri, zekice düşünülmüş bir ‘fantezi’ üzerine kurulu. Varsa ‘Öte taraf’ nasıldır? Gidip geri dönen olsa ne olur? Ne ‘taraf’ gerçek?

Oyun iki ‘taraf’ın birbirini ‘görmediği’ varsayımı üzerine kurulu. Profesör koma durumunda ‘öte taraf’a gidiyor eski tanıdıklarla buluşuyor, onlara bu tarafı anlatıyor. Komadan çıkınca da ‘bu taraf’a ‘öte taraf’tan getirdiği mesajları iletiyor.

Oyunun temalarını özetleyen replikler şunlar: “Çocukların sizin savaşınızla ne alakası var” (s74); “sağ birileri bizi bulursa demek ki biz ölü değiliz” (s57) Yanko’nun “yaşam öncesi konuşması” (s 66) Yanko: “insanlık tarihi bir savaşın tarihidir. Arada bir yeni silahların icat edilmesi ve eski silahların temizlenmesi için ara verilir” (s67); “biz ölüler için güvenilir bir geçmiş olan güvensiz bir geçmiş seni bekliyor olacak” ; “komayı atlatanlar hep yakınlarıyla görüştüklerini anlatırlar” (s62); Ölümle değişen ne var? “sen ölüm teşhisi koydun o ise yaşam”(s79)

Esas olarak Alman/Nazi’lerin topluma etkisi- savaş karşıtlığı; ölüm/ müze/ hatırla(n)mak; geleneksel ve çağdaş tıp; ölümden sonra hayat konuları vurgulanmış. Duşan Kovaçeviç kendi toplumundaki gündeme ‘humor’ ile dokunmaya çalışmış.

Tarihin Işığında Kovaçeviç

Çok fırtınalı bir coğrafyanın acımasız bir dönemini yaşamış olan D. Kovaçeviç’in ülkemizde sahneye çıkan üç oyununa tarih bağlamında bakarak bir değerlendirme yapmanın daha doğru olacağını düşünüyorum.

Sırbistan 2008’de bağımsız bir devlet olmuş, Nato’ya kabul edilmiş, Avrupa Birliği yolunda ilerlemekte. ‘Sermaye’li bir dönem başlıyor. O dönemin oyunu: İntiharın Genel Provası. Her şey satılık, para satın alır, toplum düzenbazları.

1989’da Miloseviç, yönetime gelmiş. Çok partili demokrasi ile tanışma yılları. Kadife eldiven içinde demir yumruk var. O dönemin oyunu: Profesyonel. Siyasal muhalefet denemeleri, geçmiş düzenin sorgulanmaya başlanması, mizahın toplumsal eleştiride kullanılışı.

1981’de Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti dönemi. II. Dünya Savaşı sonrasında denge bulma yılları. O dönemin oyunu: Buluşma Yeri. Metafizik konular, yaşam, ölüm, savaş sonrası dış düşman (Alman/Nazi) algılaması.

Vurgulanması gereken bir diğer husus da, 1981 ile 2008 arasında D. Kovaçeviç oyun yazmayı öğreniyor. Bizim talihsizliğimiz bu yolu tersten aldık, yani en iyi oyunundan görece olarak en kötüsüne doğru giden bir yol. (Şu anda yeni seyretmeye başlayacak seyirci için sorun yok. İsteyen baştan sona izleyebilir.) Ülkemizde sahnelenen üç oyun arasında bence tiyatro dili olarak en başarısız olanı, Buluşma Yeri. Ama Kovaçeviç’in ‘humor’ ve zekâsına diyecek hiçbir şey yok.

Buluşma Yeri sahnelenen ilk oyun olsa seyirci, Kovaçeviç’i bu kadar sever, merak eder miydi? Aynı anda üç oyunu sahnede olan yazar, şanslıdır. Ama sondan başa giden seyirci açısından ise şanssız bir durum var.

Nurullah Tuncer’in Rejisi

Metni öne çıkardığı için İntiharın Genel Provası’nda çok başarılı bir sahneleme yapan Nurullah Tuncer, Buluşma Yeri’nde metnin ‘defo’larını görüp onları kendince telafi etmeye çalışmış. Bunu, ‘popüler’ bir yazarın bir oyununu, öncekilerin ‘ışığına’ getirme çabası diye yorumladım. Bu çabada “makyaj” öne çıkmış. Buluşma Yeri’nde, fazla makyaj çirkinleştirmiş. Buluşma Yeri fazla makyaja ihtiyacı olmayan naif bir oyun. Hatta naifliği vurgulansa daha da iyi. Dekor tasarımının en başarılı isimlerinden biri olan ve İntiharın Genel Provası’nda yönetmenliği ile beni şaşırtmış olan Tuncer, Buluşma Yeri’nde sahneyi görsel atraksiyonlarla doldurmuş. Perdeler, dijital yansıtmalar, ışık oyunları… Müziği abartılı kullanarak beklentiyi yükseltmiş. Aslını bozarak ulaşılmaya çalışılan mükemmellik. Sadelikten zenginliğe ulaşmak mümkün iken zenginleştirme merakı oyunu bozmuş. Budama aceleye gelmiş gibi. Humor yok olmuş.

Oyun öncelikle teknik tasarım öğeleri ile öne çıkartılmaya çalışılmış. Hamlet “Fazla masraf olmasın diye ölü için kızartılan etler düğün sofrasına söğüş oldu” der ya, Buluşma Yeri’nde Profesör’ün evindeki sandıkların, buluşma yerinde sanduka olduğunu görünce onu hatırladım.

Oyun, metne göre, “arkeoloji müzesini andırmaya başlayan…” (s11) bir evde başlar. (sahne tasarımı Nurullah Tuncer) Bu ev ‘somut’tur. Buluşma yeri, yani ‘öte taraf’ ‘soyut’ olduğu için bu evin ‘somut’ ve ‘dünya’ya ait olması önemlidir. Nurullah Tuncer bu evi de soyutlaştırmıştır. Bu evdeki sandıklar öte taraftaki ‘sanduka’ olmuş. Eve girişi çıkışlar her iki ‘taraf’ta da iplerden oluşturulmuş perdeden yapılıyor. Perde üzerine yansıtmalar, ışık-gölge oyunları her iki ‘taraf’ta da var. Bu bir bakışla “Hangi ‘taraf’ gerçek? Hayat mı ölüm mü? Hayat mı rüya, ölüm dünyası mı?” sorularını vurgulamak için yapılmış olabilir ama önce ‘taraf’ olması lâzım, değil mi? Oyunda ‘taraf’ yok olmuş. Bence Nurullah Tuncer fazla ‘derinlere dalarak’ resmi bulanıklaştırmış. ‘Bu taraf’taki yarım olan heykelin ‘öte taraf’ta tamamlanmasına fazla dalmış ama Septimus Severus’u yeterince vurgulamamış. Kovaçeviç, heykelin Septimus Severus’a ait olduğunu belirtiyor. Bedeni ‘ölümlüler’, kol ve başı ‘ölüler’ arasında kalmış olan Severus, Romalı bir general ve Kovaçeviç’in onu anarak dönemin yöneticilerine bir ima yapması muhtemel.

Sahne önü platformu kullanılmış ama döner sahnenin olanakları unutulmuş. Oysa döner sahne başka olanaklar verirdi.

Ben oyunu okuduğumda profesörün yatağının sahnede olmasını hayâl ettim. Aslına bakarsanız ilkinde Profesör bir yere gitmiyor, ona ‘geliyorlar’. Döner sahne üzerinde kurulacak ‘taraf’ların saat yönü tersine dönüşte öte tarafı saat yönü dönüşünde bu tarafı getirmesi fena mı olurdu? Ayrıca dekor değiştirme için yitirilen ve oyunu boğan sahnelere de gereksinim duyulmazdı. Hele döner sahnede oynuyorsanız mekân değişmeleri daha da kolay olurdu. Ayrıca Profesör’ün Buluşma Yeri’ne ilk gidişi ile ikincisi arasında fark olmalı. Örneğin öte tarafa kalıcı olarak giden Petar yürüyerek giriyorsa Profesör ikinci girişinde yürüyerek girmeli.

Mekân algılaması da sorunlu. Sahnenin arkası, düğün yapılan komşunun bahçesi mi ölüm döşeğindeki profesörün odası mı? ‘Öte taraf’ta ip perdenin arkasından gelinen yer neresi?

Öldü sanılan profesörün odasındaki değişim (s68) ‘buruk ve hüzünlü’ bir gerçeği vurgulamak için belirtilmiş ama bu farkı göremiyoruz sahnede.

Kovaçeviç iki tarafı bağlayan simgeler kullanıyor. Öte tarafta çalınan Akordeon geri götürülüyor; öte taraf’ta sadece yoğurdu özlüyor (s32) bu tarafta “yoğurt istiyor” (s70); Petar’ı öte tarafta ‘görüyor’; bu tarafta eksik heykelin parçalarını ‘öte taraf’tan getiriyor; doktor, ‘öte taraf’ta gerçekleri söylediğine kanıt olsun diye profesörün cebine bir iki taş koyuyor; ‘bu taraf’ta ‘süs’ olan arkeolojik taşlar ‘öte taraf’ta hayatın parçası. Yönetmen bu vurguları öne çıkarmamış.

Profesör, her iki perde sonunda öte tarafta söylenen şarkıyı dinler, izler; sahnede ise söylüyor. Perde sonlarındaki bu şarkı söyleme sahnelerinin anlamı var. En son şarkı yan avludan gelir ve Profesör bunun ‘anlamını bilir.’

Profesörün öte taraftan bu tarafa gelirken Militsa’nın ve Angelina’nın “Mişo Mişo” replikleri iki tarafı birbirine bağlıyor ama berber sahnesinin gereksiz uzatılmış olması bu olanağı ortadan kaldırıyor. Perde sonunda Profesör’ün yeniden hayata dönmesinden sonraki sahne düzeni gereksiz kalabalık ve karmaşa yaratıyor.

İvan’ın Yelena ile konuşmasında istihza anlaşılmıyor.

İkinci perde başında sahnedeki sandukaların iki kez yer değiştirmesi mizansen değildir herhalde? Şapkaları ve hasta koltuğunu ise anlamadığımı itiraf ediyorum. O sahnedeki şarkı ve söyleyen ses aklımda kaldı.

Sahne önü platformun iniş çıkışı anlamsız kalmış ve gereksiz bir ‘atraksiyon’ olmuş.

Yanko, “çocuğuna onu rahat çağırabileceğin bir isim vermen gerekir” der ve “isim” ile ilgili tiradına başlar. (S49) Tuncer’in bu sahneyi önemsememiş olmasını anlamadım.

Metindeki “baksanıza hala tırnakları saçı ve sakalı uzuyor” (s60) bana Marquez’i hatırlattı. Marquez, Aşk ve Öbür Cinler’de (1994) “Ustabaşı, insan saçının ölümden sonra da ayda bir santim uzadığını anlattı bana” der. Buluşma Yeri’nde (1981) Yanko tırnaklarının cadı tırnağı gibi uzamış olduğunu söyler ve “Hayat ölülerin üzerinde büyük etki bırakıyor” der.

İp perde üzerine düşürülen dijital görüntülerin gelişigüzel hali anlamı yok etmiş. Öte yandan arka perdeyi o kadar kullanan bir yönetmen ‘öte taraf’ta gösterilen fotoğrafları neden yansıtmamış anlamadım. (Efekt tasarımı: Ersin Aşar-Işık Tasarımı: Fatih Mehmet Haroğlu-Canlandırma: Aksel Zeydan Göz)

Oyunun başlamasına10 dakika kala fuayede eğlenceli bir müzik (Oliver Josifovski) ve dans (koreografi: Handan Ergiydiren) başlıyor. Müzik ve dans önce salona sonra sahneye taşınıyor ve oyunda anlatılan yan bahçedeki düğüne bağlanıyor. Metinde yan bahçedeki düğünden gelen müzik bir yanda ölüm bir yanda düğün sözüne yapılan bir gönderme. Yaşam ve ölüm iç içe yani.“Atmosfere hiç uymayan şarkı söylenir” (s29) ifadesi de bunu vurgulamak içindir. Oyunda müziğin kullanılışı bu duyguyu kaybettirmiş ve gereksiz bir beklentiyi kışkırtıyor. Bir oyuna o coşkuda başlarsanız ve sonra bunun oyuna katkısını gösteremezseniz, sonuç hayal kırıklığı olur.

En tuhaf bulduğum ‘şey’ ise Nurullah Tuncer’in bu oyunu “Fail-i meçhullere” ithaf etmesi.

Oyunculuk

Oyunda ortak bir oyunculuk anlayışı yok. ‘Öte taraf’ı nasıl anlatmalı? Hüzünlü, üzgün…(mü?) Onu seçtiğinizde ‘bu taraf’ ortaya çıkacak! Profesör öte tarafa ilk gidişinde hem ölü hem değildir. Dolayısıyla o bu ince nüansı vermeli. Tuncer, kadrosundaki usta oyuncu Sezai Aydın’dan yeterince yararlanmamış, şansını kullanmamış. Oyuncular ‘Gelgit’lere çok da dikkat etmeden oynuyor. Aslına bakarsanız oyuncularda genel bir bıkkınlık hali gördüm.

Oyuncu seçimini uygun bulmadım. Bu kadro başka bir rol dağılımı ile yeniden düzenlenebilir. Örneğin Bennu Yıldırımlar, Militsa, Özge Kırış doktor olabilirdi. Arda Aydın, İvan’ı oynayabilirdi.

En başarılı oyuncu Müge Akyamaç. Onun samimi, halk tipi komşu tiplemesini sevdim, oyunun ruhuna çok uygun buldum. Bora Seçkin’in oyunculuğunu beğendim.

Kovaçeviç “içinde Tanrı korkusu olan yaşlı bir kadın girer” (s11) der. Bu Angelina’dır. Sahnede ben onun bu yönünü göremedim.

Oyun Sonunda ……..

Oyun öncesi fuayede Beylikdüzü’nden gelmiş iki hanımla sohbet ettim. Onlar uzaklık nedeniyle, suarelere gidemiyorlarmış. (Bir oyuncu matine oynamaktan nefret ediyordu kimdi o?) Yazarın diğer oyunu Profesyonel’i görmek için çabalıyorlar ama bilet bulamıyorlarmış. (Buluşma Yeri’ni seyrettikten sonra seyrederler mi kuşkuluyum.) Onlara oyunu, yönetmeni övdüm. Oyun başlamadan önce bir arkadaşımla karşılaştım. Profesyonel’den tanıdığı Kovaçeviç için gelmişti oyuna. “Yazarı çok severim” dedi. Arkadaşım asık bir suratla ilk perdenin sonunda oyundan çıktı; oyun sonunda ben de hanımlara görünmemeye çalışarak salondan kaçtım.

NOT:

Sorular

İBB Şehir Tiyatroları neden Beylikdüzü’ne, Çekmeköy’e düzenli olarak gitmez? Açıklanan aylık programlarına girmeyen oyunlarla neden turne yapmaz? Engel ne? Kadrosundaki oyuncuların diğer işleri mi? Madem İBB Şehir Tiyatroları düzenli gidemiyor, İBB Kültür A.Ş. neden İstanbul gibi bir mega kentte özel tiyatroların oyunlarını çevre belediyelerin salonlarına götürmez?

Septimus Severus

“Septimus Severus Roma’nın idaresini muhalefetle karşılaşmadan ele geçirdi. Severus’un Roma Senatosu ile ilişkileri hiçbir zaman iyi olmadı. Başından beri ordu yardımı ile elde ettiği gücü nedeniyle gözden düşmüştü. Severus kendisine karşı kötülük ve komplo planladıkları gerekçesiyle düzinelerce Senatörün idamını emretti ve onların yerlerine kendisine yakın adamlarını yerleştirdi. Aynı zamanda İmparatorun kişisel muhafızı olan Praetorian muhafızlar’ı kendi adamlarıyla yeniden düzenledi.

Yaptıklarıyla Roma’yı askeri bir diktatörlüğe dönüştürdüğü halde, Commodus döneminin moral çöküntüsü ve sınırsız yozlaşmasından kurtulan Roma’lı yurttaşların gözünde oldukça popülerdi. Pers Ülkesinden zaferle dönmesi anısına Roma’da Septimius Severus Zafer Takı’nı diktirdi.

İmparatorluğa pahalıya malolan askeri temayüllerine rağmen Severus, zamanında Romanın ihtiyacı olan güçlü bir yöneticiydi. Takip eden birkaç yöneticinin de dahil olduğu Asker İmparatorların başlangıcıydı. Her halükârda, bazı bakış açılarına göre ihtiyaç olduğu halde, Ordu imtiyazlarını artırma politikası çağdaşları Cassius Dio ve Herodianus tarafından eleştirildi: Özellikle de, yeni ordunun beslenmesi için sivil halk üzerinde artan zorlukları (vergi artışları) işaret ettiler.” (http://tr.wikipedia.org/wiki/Septimius_Severus)

Süre

Oyun 2 perde ve 2 saat.

Melihanik.blogcu.com

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Melih Anık

Yanıtla