Nedim Saban
“Dünya Tiyatro Günü’nde sizi umudu çoğaltmaya ve tiyatroyu iletişim, toplumsal değişim ve atılımlar için evrensel bir araç olarak öne çıkarmaya çağırıyorum.”
Ugandalı kadın yazar Jessica Kaahwa’nın 2011 dünya tiyatro günü için kaleme aldığı bildiriden alıntıladım bu satırları. Kaahwa’nın bu yılki bildirisi, mevsim dönüşünde salgınların en az tehlikelisi, grip ile boğuşurken, ilaç gibi geldi doğrusu. Hele hele geçen yıl Judi Dench’in suya sabuna dokunmayan bildirisini okuduktan sonra!
Kaahwa’nın insan hakları ile ilgili çok önemli çalışmaları varmış, ülkesinde HIV salgınıyla mücadele etmek için büyük bir savaş vermiş, yetim çocuklara sahiplenmek için bir çiftlik kurmuş, o çiftlikte çocuklarla beraber yaşıyor, üretiyormuş.
Bu satırları okuyunca Aziz Nesin’i mi hatırladınız? Yoksa Türkan Saylan’ı mı?
Silin onları bugün hatıranızdan… Çünkü Türkiye’de yazılan resmi tiyatro günü bildirilerini okuduğunuzda, sanki memlekette hiçbir sorun yok, her şey güllük gülistanlık sanırsınız. Zaten Hacettepe Konservatuarı’nın bu bildiriyi reddederek, Cüneyt Gökçer’in 1982’de yazdığı metne sığınmaları pek manidar değil mi?
Türkiye Tiyatrolar Birliği adına Orçun Masatçı’nın kaleme aldığı alternatif bildiride Rus filozof Çernişevski’den alıntılayarak “sanatçı gerçeği yalnızca yansıtmaz, onu açıklar ve yargılar. Bunu yaparken de tarafsız kalamaz” denilmiş.
Şimdi, gerçeği sorgulamak, yargılamak, çağın ötesinde olmak sanatın gerekliliği de, sanatçı bunu sadece sahnede mi yapmalı, yoksa sokağa da mı taşmalı?
Başka bir soru daha geliyor aklıma? Eğer sanatçı sokakta eylemin içinde olmazsa ve bunu doğru yerde doğru zamanda yapmazsa, er geç bir gün sahnede susmak zorunda kalmaz mı? Buna zorunlu bırakılmaz mı?
Geçenlerde gazeteciler ağzı bantlı biçimde yürüdüler memleketimde. Oysa ellerinde kalemleri var. Yürüdükleri zamanı yazmaya ayırsalar daha etkili olmaz mıydı? Demek ki, bıçak kaleme dayanmış! Bıçak kaleme dayanmadan yürüseler, kol kola girseler, hapishaneler dolmadan taşmadan, sansür daha yazılmayan kitapların toplatılmasına kadar ulaşma boyutuna gelmeden ses etseler daha iyi olmaz mıydı?
Judi Dench büyük oyuncu! Ama geçen yıl kaleme aldığı o berbat tiyatro günü bildirisini yazdıktan sonra, sahnede hangi rolü keserse kessin bir daha asla eskisi kadar devleşemeyecek gözümde… Öte yandan, politik duyarlılık göstermek için Uganda’nın bağrında olmaya hiç gerek yok… Kaahwa kadar duyarlı olmak, HIV ile savaşmak, yetim çocuklara sahiplenmek, insan hakları için savaşmak, kadın hakları için mücadele vermek için Uganda’nın çığlığını dinlemek değil, dönüp yaşadığımız toplumu sorgulamak yeterli.
Bu düşüncelerle, 27 Mart 2011’de, çok saygı duyduğum meslektaşlarımın önderliğinde Karaca Tiyatrosu’nda başlayıp, Atatürk Kültür Merkezi’nde bitirilecek olan “Yeter Artık Yıkılsın” eyleminde yürüyeceğimi düşünürsünüz değil mi?
Hayır, hayır, hayır…
İsterseniz “korktu kaçtı”, isterseniz “AKP ile derin ilişkiler kurdu” deyin bana. Bugün yürümeyeceğim.
Dün yürüdük de ne oldu dediğim için değil? Yürürsek, yarın çok daha güzel günler geleceğini biliyorum…
Kaldı ki, Muhsin Ertuğrul’un satılmayı beklediği, kongreler nedeniyle günlerce karanlık kaldığı günlerde, Muammer Karaca’nın yıkılmayı, Atatürk Kültür’ün çürümeyi beklediği bugünlerde yürümenin önemini de yadsımıyorum. “Siz yürüyün çocuklar arkanızdayım” diyerek, devrimcileri satan ahlaka sahip değilim. Sadece “Yıkılsın Artık” sloganına itirazım var, çünkü Haziran’da sandıktan yine AKP çıkarsa, gençlerin boşuna mı yürüdük abi diye vicdan yapmalarına vicdanım dayanmaz, bir de tiyatral örgütlenmenin partiler üstü olması gerekliliğine inananlardanım.
Eylem “kırmamak” için, yazımın yayın saatini bile ayarladım… Yazının yayına girmesi için eylem saatinin geçmesini bekledim.
Benim derdim, ülkemin “aydınlık umutlarla” başlayıp da sonlandırılamayan eylemleriyle…
Hani Muhsin Ertuğrul yıkılmasın diye buldozerlerle savaşacağını söyleyip, saf değiştirenler, Judi Dench’in tırnağı olmadıkları halde kendilerini yıldız sanıp politikaya bulaşmayanlar, bir yıl sonra satılacak bir tiyatroyu neyi alkışladıklarını bilmeden alkışlayarak Emine Erdoğan hanımefendi ile fotoğraf karesine sığışamayanlarla biten eylemler var ya ülkemin karanlık tarihinde…
Yok yok, işte bu güzel 27 Mart sabahı da böyle karanlıkta biter korkusuyla, ben bugün sokağa çıkmayacağım…
Kendimi Muhsin Ertuğrul, Vasıf Öngören, Erkan Yücel, Ulvi Uraz, Asaf Çiğiltepe, Oktay Arayıcı, Onat Kutlar, Günay Akarsu, Yavuzer Çetinkaya’nın çırağı olarak gören biri olarak “sıkıyönetim” ilan ettim kendi kendime. Bu acıya dayanabilmek için tatlıcılığa devam edeceğim ben bu 27 Mart’ta.