Hakan Urcu
Tiyatro Oyun Eleştirilerinin içerisinde belki de bu denli iddialı bir başlık, yazanın duygusal bir yaklaşımı olduğunu düşündürtebileceği gibi fazla abartılı da bulunabilir. Ancak Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun sahnesine bakakalırken, oyunun sonuna geldiğimde bu başlığın hiç de abartılı olamayacağını düşündüm. Oyuna geçmeden, şunu net olarak ifade etmem gerekir ki, benim yazım dahil, sahnelenen oyunun mükemmeliyetini ifade edecek bir metnin yazılma olanağı bulunmuyor. Sadece Haluk Ongan Sahnesi’ne gitmediyseniz gidip algı kapılarınızı olabildiğince açın.
Eğlencelik oyunlar, çocuk zekasının da rahat kavrayabileceği klasikleşmiş Devlet Tiyatrosu oyunu, reji geleneğine ve oyunculuğuna başkaldıran devasa bir oyunla karşı karşıya kalacaksınız. Bu yanıyla bile ayrıca ele alınması gereken olguyu doğurarak, farklılığını tek başına elinde tutan bir çalışma. İşte bu yüzden İstanbul’a dönmeden nerdeyse saatler önce tiyatrocu dostumun aklımda olmayan oyun izleme daveti, benim için müthiş bir çalışmayı karşıma çıkardı. Feuerbach’ın kaotik ve esrarengiz yaşamını keşfetmeye çalışırken aynı anda ona ait, adeta doğum lekesi olan zorluk, çileyle dolu kutsal yolculuğuna çıktım.
Oyunun Kısa Özeti:
Feuerbach, yıllarca akıl hastanesinde yattıktan sonra tedavi olmuştur. Oyunculuğa tutkundur ve tiyatroyu kutsanma olarak algılamaktadır. 7 yıl önce tiyatroda kaybettiği öz benliğini, kaybettiği yerde geri kazanmak için yine tiyatroda ve oyuncu seçmesi için sahnededir. Bir zamanların ünlü yönetmenini, yeteneğini tekrar ortaya çıkarmak üzere beklerken, karşısına bir tiyatro reji yardımcısı genç gelir. Bu kırılma noktasından sonra kendini var olmayan seyircilerine sunma ve onlar tarafından “kutsanma” amacına adar. Kendi iç yaşamı ve dışsal davranışlarındaki uyumsuzluk aslında bir bütünlüğün göstergesi olur. Oyunun, sağlıklı ama ağrılı bütünlüğünün vurgusu budur. Birisi gelir, olaylar olayların etrafında gelişir.
Yazarlar, yazdıkları eserlerde yaşadıkları dönemin şahitleri ve tarihçileridir. Yazar Tankred Dorst’a baktığımızda 2. Dünya Savaşı’nın, Nazi Almanyası aleyhine döndüğü 1944 yılında, Hitler tarafından, “son umut askerleri” olarak 19 yaşında askere çağırılıyor. Ve Savaş sonrasında Amerika ve İngiltere’de savaş esiri olarak kalıyor. Bundan dolayıdır ki, Feuerbach kişiliği üzerinde en anlaşılır haliyle; milyonlarca mezarın açılıp hızla kapandığı, insanlık değerlerinin kendi eliyle yitip gittiği son büyük Dünya Savaşı trajedisinin insan beyninde yarattığı karmaşayı da görmek mümkün. Metin ve oyunculukta aynı zamanda bize ait de olan histerik yaşamın içindeki bildik ama tüm dünyaca tersyüz edilmişlik söz konusu. Sahnedeki atmosfer, bugünün benmerkezci dünya düzenine biat etmek zorunda kalan izleyicide kişilik bölünmesine yol açıyor. Tıpkı Feuerbach’da olduğu gibi. Sarsıntılar sahneden seyirci koltuklarına ulaştığında, kutsallığın özünü oluşturduğu kendinden geçişle kala kalıyor izleyici. Ve birden “içsel edilgenlik” halini ortaya koyma zorunluluğuyla dolup taşıyor. Bu “kutsanmış” oyun, bir tür denklemi canlı bir şekilde sunuyor.
Tiyatro = Din / Yazar = Tanrı / Oyuncu = Peygamber / İzleyici = Mürit
Ve seyirci oyunu izlerken beyin kıvrımlarındaki soruları, alt benliğinde sürekli ayakta tutuyor. Varoluşçu felsefe, Kafkaesk kanatlı melekleriyle etrafımızda boşluğa sarkıtılan sorularıyla dönmeye başlıyor. Bu anlamsız ve ölümle neticelenecek hayata karşı niçin bu denli yaşama arzumuz var? Hepsi birer nedene dayanıyor basitçe. Çare arayıp borcunu kapatmak için, yeni doğacak bebeği için, aşkından ayrılmamak için, kendi yaşamının sonrasına kalacak bir eser bırakabilmek için, hiç tatmadığı ölüm acısını yaşamamak için vs… İşte Feuerbach’da, oyunculuğu tekrar yaşamak için. Yoksa belli bir ideal, lüks, yaşam sevgisi ve şöhret arzusuna sahip olma çabasındaki sıradanlığın içinde kalma dürtülerine sahip değil. Hakan Meriçliler bu ruhu, olanca yaratıcılığıyla durmaksızın sonunu bile bile fütursuzca ilerletiyor. Bir nevi anti-kahramanımız beden ve ruhunun birlikteliğinde, müthiş bir özgürlük kumaşıyla aktör elbisesini bitene dek, en ince ayrıntısına kadar tüm estetik olgunluğuyla örmeyi başarıyor. Feuerbach sıradan bir oyuncudur oyunun içinde aslında. Normal bir oyuncu gibi her yer sahnedir onun için. Bir yolculuk içerisinde, kendisini kendi başına bir dahi, bir gezgin, kimi zamansa, yönetmeninin paçasına yapışarak varlığını sürdüren sanatçı olarak görürüz. Bu izlenme ayrıcalığı onu farklı kılıyor. O izlenendir ve alkışlanan…
Oyunun girişinde, enerjinin yapıcı ve yıkıcı unsurlarını ortaya koyan ve Goethe’nin, batarken bile büyük dediği ışık olgusu ve ölürken söylediği “ışık biraz daha ışık” isteğini, yeni bir var olma savaşının başındaki Feuerbach’ın sözlerinde de duyuyoruz. Bir gönderme söz konusu yazardan Goethe’ye. Zifiri karanlıkta yolunu bulmaya çalışma arzusunun getirdiği bir korku cümlesi… Ancak böylesine uzun boylu ve yapılı bir oyuncu tarafından söylenince bu denli etkili olur sanırım. Dekorda ise ayrık ve birleşmeyi bekleyen spiral merdivenleri görüyoruz. Sonsuzluğa gidiş, bir yolculuk uzamı. Zirveye çıkan ve kısada olsa orda kalan, birçok insan gibi sonunda inilen, sonsuzluk diyalektiğindeki bir yapı. Ortasında Feuerbach’ın yaşamında boşluk. Bir ara tatlı bir köpek geçiyor, ancak Feuerbach için tatlı ne kelime, bir ucube. Geçmiş yaşamındaki tüm olumsuz sahne insanlarını, meslektaşlarını simgeliyor bu köpek.
Cambazlığa zorluyor; spiral merdivenin ortasındaki boşluk karşıdan karşıya geçmesi için. Ve bunu da yapıyor fütursuzca, kendini gösterme çabasında. Çünkü karşısında seyircisi yok ancak bir kişi, reji yardımcısı genç izliyor onu. O yüzden “tutarlılık olmasa mesleğinizi icra edemezsiniz” diyerek sürekli eleştirdiği bir yandan belki de bir bağlantı kurmaya çalıştığı, böylece yakınlaşmaya çalıştığı kişiye, terk ettiği sahneye geri dönüyor. Kanıtlama çabası ağır basıyor. Tükenmişlik ruhunu bir kenara itip geri dönüyor genç reji yardımcısının karşısına. Diğer yandan, oyuncu yanını çıkardığımızda bir sokak dilencisidir. Rol alma çabasındaki trajedi, yarattığı keder ki nasıl bir dilenci yemeksiz, susuz yaşayamıyorsa, onda da oyunculuğunu sergileyemeden yaşayamayacağı durumu hâkimdir. En net olarak gördüğümüz şey ise Feuerbach’da oyun ve oyuncu olgularının ritüelist bir açımlamayla, vurgusallığını ortaya koyduğudur. Sahnedeki spiral merdiven arasındaki boşluk, oyuncu tarafından aniden dolduruluyor. Ani değişimler insana özgü. Tiyatro oyununun üstüne bir tiyatro, bir oyun daha var edilmiş. Aynı zamanda yaşamımızdaki sınavlar silsilesinin göstergeleri. Kim kime neye göre değerlendiriyor bizi? Feuerbach’ın akıl hastanesine yatmadan önceki son oyununun Tasso olduğunu görüyoruz.
Sahnelere geri dönüş için seçtiği oyunun tekrar Tasso olduğunu da. Deha, delilik ve gerçeğin istekleri bağlamındaki varoluş çelişkisini anlatan Tasso. Tasso’nun yaşamına baktığımızda hastalık hastası, son derece duyarlı, melankolik olduğunu okuyoruz. Torquato Tasso da benzer şekilde akıl hastası olduğu gerekçesiyle yedi yıl hücreye kapatılıyor. Ve ozanlar için en yüksek mertebe sayılan defne tacını almasından kısa bir süre önce, Roma’da yaşamını yitiriyor. İnsanın varoluşsal temel özellikleri içinde şizofreni, melankoli var mıdır sizce? Evet, biraz düşündüğümüzde bunların belli ölçülerde herkeste bulunduğunu görüyoruz. Bunların tamamen ortadan kaldırılamamasının sebebini de, bu duygu ve hislerin, insanın nosyonuna sıkıca bağlı olmasında aramalıyız kuşkusuz.
Belli bir oyun sürecinden sonra metnin traji-komik yanını, sahnede olduğu sürece merkeze almayı başaran oyuncu Elif Saka, sahnede kısa süre kalmasına rağmen oyunun başarısına hizmet anlamında önemli bir konumda. Keza Feuerbach’ın diyalog kurduğu genç reji yardımcısını canlandıran Emre Ön, az ancak olmazsa olmaz kısa rolünü ortaya koyarken abartısız, yerinde oyunculuğunu, karşısındaki tecrübeli Aktörle birlikte uyum içerisinde yerine getiriyor. Genç oyuncu için çok önemli bir okul niteliğinde bir oyun. Bu açıdan kendini şanslı hissetmeli. Yönetmen Yurdaer Okur ve Oyuncu Hakan Meriçliler’i, başarı noktasında ön sırada tutarak harikulade övgüleri sunmayı istesem de, tüm ekipten ayrı tutmak sanırım bu denli başarılı bir oyunda diğer sanat insanlarına haksızlık olur. Işık konusunda Kafkaesk, çarpıcı, yaratıcılığın sınırlarını zorlayan Yüksel Aymaz ustaya da vurgu yapmadan geçmek doğru olmaz. Yine dekordaki biçim ve öz uyumunu eksiksiz duru bir anlayışla yaratarak oyunu oyun yapan sanatçılardan Efter Tunç, ustalığına ustalık katmış. Oyunun özgün müziğini ortaya çıkaran Ayşe Önder hanım, bu ölçüde atmosfere kendi büyüsünü katması, sanatçının metinden ve sahne görüntülerinden süzerek sezgisel yeteneğiyle ortaya koyduğu müzikler, uyumlu tiyatro müzik-oyun çalışmasının en bariz örneğini oluşturuyor. Böylesine incelenmesi gereken bir metni, tekstten sahneye aktarma sürecinde, sanırım yoğun ve derin bir yolculuğu çıkmış dramaturg Selen Korad Birkiye. Yönetmenin en yakınındaki sanatçının her zaman dramaturg olduğunu düşünürüm oyuncudan önce. Ancak nedense ülkemizde dramaturg mesleğine yeterince gereken ilgiyi gösteremiyor, özellikle kurumsal tiyatrolar. Zamanla düzeleceğine inanıyorum. Başarılı ve evrensel standartlarda oyunlar ortaya koymak için bu gerekli. Velhasıl yardımcı yönetmenleri ve diğer tüm çalışanlarıyla tam anlamıyla uyumlu bir ekip buluşturulmuş. Yoksa bir oyun çalışması için çok kısa sürede böyle başarılı bir oyunun sahnelenmeye hazır hale gelmesi mümkün olmazdı. Özellikle Yurdaer Okur’un yönetmenlik çalışmalarının çoğalmasını umuyorum. Cesaret isteyen ve devlet tiyatrolarındaki bildik klasik yönetmenlik anlayışını, üst seviyelere taşıyan bir yüreğin sahibi…
Tüm ekibe ve tiyatro sanatına sonsuz teşekkürler.
Oyunun Künyesi
Yazan: Tankred Dorst
Çeviren: Sema Engin
Yöneten: Yurdaer Okur
Dekor&Kostüm: Efter Tunç
Işık: Yüksel Aymaz
Müzik: Ayşe Önder
Dramaturg: Selen Korad Birkiye
Reji-Asist.: Şebnem Topçuoğlu-Tansel Öngel
Oynayanlar: Hakan Meriçliler (Feuerbach) – Elif Saka (Kadın) – Emre Ön (Asistan )
7 yorum
Eleştiri çok ilginç;derinlikli tespitler yapılmakla birlikte, tiyatroyu sevdiren, emek verenlere saygı uyandıran yarınlara kalacak içerik taşımaktadır.
İnanılmaz bir performans ancak bu denli yere sağlam basarak, anlatılır. Emeğinize sağlık üstadım…Ve tüm ekip 55 yaşında ellerinizi terinizi öpüyorum..
Oyunu izlemedim ancak merakla istanbula gelmesini beklemekteyim. Heyecanlandıran bir çalışma olduğunu ortaya koymuşsunuz…
izlediğim kadarıyla izleyicinin oyuna kendini bırakması gerek. Klasik bir sahneleme değil. Başarılı ve umarım istanbula gelir ve arkadaşlara görüşlerimde haklı olduğumu gösteririm. Meriçliler üst düzeyde bir oyuncu ve reji ekibide keza…
Seyircinin düzeyini aşağıda tutmaya çalışan ve bundan gişe başarısı bekleyen oyunların karşısına çıkan duvarın adı “BEN FEUERBACH”. Kutluyorum tüm DT ekibini.
Arkadaşımla birlikte izlediğimiz oyun için bu güzel yürekli güzel yazılmış yazının altını doldurmak gereksinimi duydum. Aslında yoruma dahi gerek yok. Aşırı yorum gerektiren oyunların çok dışında Sayın Hakan Urcu’nun belirttiği gibi yalnızca gidip izlenecek ki, bu görsel şöleni kişi anlamlandırabilsin. Koca bir bravooo. Her yanıyla, tekrar koca bir bravooo.
Trabzon Devlet Tiyatrosu altında İstanbul Dt’li sanatçıların yoğun olarak yer aldığı içinmidir bilmiyorum, yıllardır Trabzon’da bize izlettirilen oyunların çok üzerinde bir ciddiyetle, tv’lerden tanıdığımız Yurdaer Okur’un çok yönlü sanatçılığını ortaya koyan , her saniyesi belli bir ölçü içerisinde oluşturulmuş tiyatro şöleni….