Melih Anık
Tiyatro sitelerinde oyun ile ilgili seyirci yorumlarındaki genel kanı oyunculuğun çok iyi ama oyunun sıkıcı ve anlaşılmaz olduğu yönünde. Seyrederken yanımda oturan bir seyirci “Deli bunlar, burası (sahne) tımarhane mi?” dedi. Zevkle seyrettiğim ve başarılı bulduğum bir oyun hakkında okuyup duyduğum haksız eleştirilerin nedenleri üzerinde düşünmek istedim. Şunu söylemeliyim ki, benim zevkle seyretmiş olmamın nedeni, oyunu seyretmeden ve seyrettikten sonra “okuma”mdan kaynaklanıyor. Yani, isteyen herkes yapabilir.
Seyirci ne seyrettiğini “anlamak”, ne seyrettiği üzerine söyleyebileceği bir cümle olsun istiyor. Aksi takdirde sorun kendisinde sanacak. Tiyatro, seyircisine bunu yapmamalı. Seyirci de kendisine saçma geleni çekinmeden “elitist” bakışlara aldırmadan haykırabilmeli. Zira suçlu seyirci değil. Seyircinin “elinden tutulması” gerektiği açık. Bunun en kestirme yolu birinci ağızdan yani tiyatro ve yönetmenden geçer. Bu, oyun en ince ayrıntısına kadar anlatılsın demek değildir elbette. Oyunun tüm biletlerinin bitmiş olması yanlış mesaj vermesin. Bir gün aniden kendi başınıza kalakalırsınız.
Oyun eleştirileri ya geç kalır ya da çok erkendir; eleştiri okumak, bir alışkanlık değilse geç, okunan eleştiri nesnel değilse gereksiz olabilir. Tiyatro ve yönetmenin seyircinin elinden tutacağı ilk yer, oyun dergisidir.
Her ne kadar geçmiştekilere hiç benzemese de İBB Şehir Tiyatroları’nın program dergileri bu sayfa adedi ve formatı ile bile işe yarayabilir. Ne yazık ki bu küçük dergiler, genellikle, içindeki yazılar ile seyirciye yardım amaçlı değildir ve “kültür karıncısı” yaratmaya yönelik ezber bilgilerle doludur. Ayrıca, program dergileri kapılar açıldıktan sonra seyirci yer bulma telâşı içindeyken dağıtılıyor. Oysa bu dergiler seyirci fuayede beklerken seyirciye ulaşmalıdır ki oyun öncesi okunabilsin.
Doğum Günü Partisi dergisi de benzer zayıflığı taşıyor. İçinde görev dağılımı, yazarın ve yönetmenin tanıtımı, resimler, Harold Pinter’in bir sözü ve yönetmen Yıldıray Şahinler’in yazısı var.
Harold Pinter’in alıntılanan sözü şu: “Her şey komik. En şahane ciddiyet bile komik, hatta trajedi bile komik. Galiba benim oyunlarımda yapmaya çalıştığım da bütün yaptıklarımızda, davranışlarımızda, konuşmalarımızda var olan o tanıdık abuklukların gerçekliğini yakalamak.”
Kim nereye kadar anlar bunu, bilmiyorum. Ama anlaşılmadığı açık.
Yönetmen “Gevezelik etmek istemiyor”. “Oyunu karanlık ve kasvetli değil, zekice bir komedi olarak görüp, hayat gibi çok saçma ve çok komik bulduk biz. Size bu komediyi sunmaya çalıştık” demiş. “Dışardan gelen tehlike”, ”yapay duvarlar”, “örtü ya da işkence aracı olan sözler” ile ayrıca bir “yumruk” daha atıyor. Ama “Bu bir başyapıt”! Seyirci ne yapsın? “Başyapıt” seyrettim diye sevinsin mi, anlamadım diye ezilsin mi? İlk yarı dayanıp arada kaçıyor. Gene de terbiyeli bir seyircimiz var.
Seyirden önce metin ve Pinter ile ilgili biraz okunursa, Yıldıray Şahinler’in oyunu her ayrıntısını düşünerek “işlediğini”, iyi bir ekip oluşturduğunu, ekibi oluşturan oyuncuların çok iyi oynadığını, dekor, müzik, kostümün iyi olduğunu her tiyatrosever anlar, alacağı zevk artar. Ama bu ön hazırlığın yapılmadığı bilinen bir gerçek. Ön hazırlık, bilet almaktan ve zamanında tiyatroya ulaşma programı yapmaktan ibaret. Yönetmenin işi de zor ama gerçek bu!
Bu oyun ile ilgili araştırırken tesadüfen karşıma çıkan “twitleşme”ye bayıldım! Cem Davran “Oyunu çözemedim… Oyunun güzelliği burada mı?” diye soran bir seyirciye kısa ama bilgili ve zeki bir özet yapmış: “İki kişi gelir, adamın birini alır gider. Bazı oyunların öncesi ve sonrası sohbet ister.” Sohbeti, seyredenler aralarında ya da oyuncularla, yönetmenle yaparlar. Ama seyredene, nereye bakacağını göstermek gerek. Seyircinin sorusuna dikkat çekmek isterim: “Oyunun güzelliği, seyircinin çözememesinde mi?” (Ben bu “seyirci”yi seviyorum!) Bu tiyatromuzun özeti sanki. Her oyuncu bunu yazıp duvarına asmalı. Böyle bir algının oluşmasının sorumlularından biri olan tiyatrocuya hatırlatma olur.
Üniversite yıllarımda arkadaşım Jak Deleon (bu vesile ile hatırasını anmak istedim) doktorasını üzerine yaptığı Harold Pinter’i çok anlatmıştı. Benim için onun anlattıkları üzerine ufuk turunu tamamlayabilecek olan, Harold Pinter’in Nobel Ödülü konuşmasıdır. Özellikle ilk üç sayfası sanki Pinter’in dilinden Pinter özetidir ve Doğum Günü Partisi’ni anlamaya da yardımcı olur.
Pinter demiş ki:
“Gerçek ile gerçek olmayan ya da hakiki ile sahte arasında kesin ayırımlar yoktur. Bir şeyin hakiki veya sahte olması mutlaka gerekmez, o şey hem hakiki hem sahte olabilir.
Bu iddialarımın geçerli olduğu ve gerçeği sanat yoluyla keşfetmeye uygulanabileceği kanısındayım. Bu nedenle, onları bir yazar olarak savunurum, ama bir yurttaş olarak savunamam. Yurttaş olarak, ne gerçektir, ne değildir, sorgulamak zorundayım.
Tiyatro sanatında hakikatin anlaşılması daima zordur. Onu hiç bir zaman kolay keşfedemezsiniz, ama ister istemez ararsınız.”
“Bir şeyin hem hakiki ve hem sahte olması” ona nasıl bakıldığı ve onun nasıl algılandığı ile ilintilidir ama Pinter olayın anlatılış biçimi ile oynayarak “gösterme”nin önemini de vurgular.
Pinter, iki oyunundan (The Homecoming (Dönüş) ve Old Times (Eski Zamanlar)) bahsederken “Dönüş’ün ilk cümlesi “Makası ne yaptın?”dır. Eski Zamanlar’ın ilk kelimesi ise ‘Karanlık’. Her iki durumda da başka hiçbir şey yoktu aklımda” der ve oyunların bu başlangıçlar ile nasıl geliştiğini, karakterlerin nasıl doğup nasıl geliştiğini anlatır.
Pinter’in de yol göstermesi ile oyunların giriş ve bitiş cümlelerinin birbiri ile ilgili olduğunu, Pinter’in sanki girişte açtığı parantezi oyunun sonunda kapadığını düşünürüm. Pinter kontrolünden çıkan karakterlerden, sondaki parantezi kapatarak, sıkıştırıp kurtulmak ister gibidir. “Doğum Günü Partisi oyunumda olasılıklar ormanında tüm seçeneklerin arasından boyun eğdireceğimi buldum” der. Bu onun oyun yazarlığı hakkında bilgi verir. Pinter, plânı olmadan yola çıkmış gibidir; önüne çıkan olasılıkları seçip atarak, zihnin serbest hatırlatmalarını dinleyerek, çağrıştırdıkları ile yazar. (En azından bana öyle gelir.) Doğum Günü Partisi günlük hayatın “otomatiğe bağlanmış” dialoglarının yüze çarpılmasıdır. Bu dialogların zamanla içi boşalır ve biz hayatı öyle sanmaya başlarız. Pinter paralize olmuş duyguları uyandırma, farkındalık yaratma amacını taşır.
Pinter’i Beckett ve İonesco’nun kötü bir taklidi sayanlar vardır. Doğum Günü Partisi’ndeki Goldberg ve McCann karakterlerinin Godot’u Beklerken oyunundaki Estragon ve Vladimir’in bir devamı olduğu belirtilmiş. Bu karakterlerin bazı dialogları birbirini tamamlar, aynı Vladimir ve Estragon’un birbirlerini tamamlaması gibi. Onlar birey mi yoksa bir ekibin üyeleri mi? Oyunda bu “git gel”ler yaşanır. Din, milliyetçilik, kültür, politika Goldberg ve McCann gibi karakterleri üretir. Ve insanlar nedense bu karakterleri/insanları sever.
Oyun yazma süreci, olaylar yarattığı karakterler ona ait Pintervari bir söylemin doğmasına neden olmuştur. “Kuşku, mantık bağı kurması zor, sürprizli, karmaşık, tekrarlanan, çoklu okumaya açık olma, karakterlerin buğulu geçmişleri, muğlaklık, yalan mı doğru mu söylüyorlar?” Pinter’i anlatır. Ama hayatın kendisi de bu kadar buğulu, oynak değil mi? Pinter biraz(!) abartmış ve İngiliz! Sanat, abartmak değil mi zaten! “İnsan tiyatroya yaşamı bulmak için gider, fakat tiyatronun dışındaki yaşamla içindeki yaşam arasında hiçbir fark yoksa tiyatronun bir anlamı yoktur”(Peter Brook-Açık Kapı)
Sanki Pinter, evrenin yaratılması teorisine (Büyük Patlama-Big Bang) uyan bir şekilde tek kelime, cümleden bir enerji patlaması oluşturur ve oyun aktıkça rastlantılar sonucu “uydurulmuş” kişiler sahneye gelir, konuşur, karşısındakine göre durumlarını belirler ve çekip giderler. Kimsenin gerçek ile işi yoktur. Herkes bir hikaye anlatır ama hikayelerin tutarlılığı peşinde değildir kimse. Oyun sonunda, enerji, çıktığı kutusuna geri döner, sıkıştırılır.
Karakterleri bilemeyiz, haklarında herkes farklı bir şey anlatır. Gerçeklik zemini kaymıştır. Bu karanlıkta aramaya benzer. Oyunda yer yer kesilen ışıklar, körebe oyunu buna bir göndermedir. Hakikat görecedir. Herkese göre değişir. Doğum Günü Partisi bu “gerçeklerin”(?) oyun halidir. Anlatılan hikâyeden daha çok anlatılma biçimi öne çıkar.
Gerçeğin ekseni kaymıştır. Ülkeler yalanlarla fethedilir. Harold Pinter “hızlı bir aktivist” olarak ABD’nin Irak’ı işgaline de bu okuma ile bakar. ABD’nin Irak’ı işgalinde “Bu konuda gerçek tamamen başka bir şeydir. Gerçek denilen şey ABD’nin dünyadaki kendi rolünden ne anladığı ve onu nasıl gerçekleştirdiğidir” diye bir saptama yapar. Nâzım Hikmet’ten çok sonra “Yalanla besliyorlar sizi” der.
İşte bu nedenle dekorun ekseni de kaydırılmış. Sanki gerçek, dalgalı bir suda akseden bir hayal gibi tasarlanmış. Herkes gerçeği dalgalı bir sudaki hayal gibi görmektedir. “Dünyada politikacılar gerçekle değil gücü ellerinde nasıl tutacakları ile ilgilidir” der Pinter. “Halkların sudaki hayâl ile meşgul olmasını isterler. Çünkü onları güçlü kılan budur.”
Bu oyun ve yazı çerçevesinde oyunculuğundan daha çok, Yıldıray Şahinler’in yönetim becerisini öne çıkarmak istiyorum. Goldberg, McCann ve Stanley’e aynı elbiseyi giydirmesi çok önemli bir ayrıntı ve yönetmen “okuma”sı. Salt bu bile benim onu yere göğe koyamamanın nedenidir. Oyunun hemen başında Petey’nin kendi evine girişteki mizansen tipik bir Pinter’dir. Seyirciye şunu sordurtur: Kim bu adam? Neye böyle giriyor? Anlarız ki adam kendi evine giriyor. Megg’in yüksek topuklu ayakkabıları üzerindeki koşuşturması da “sahte-hakiki” sorgulamasını yapmanıza neden olur. Metinde görünmeyen ama sahnede merdivenle çıkılan diğer odaları “görünür kılması” da bir yorum. Kapı var ama arkasının “boş”luğu belli.(?) Ayrıca mekânı kullanmakta seçenek yaratıyor. Bazı repliklerin sonunda sihirli değneğin yıldızlar saçan dokunuşuna benzer ve rüyalara götüren o üç notalık sesi vermesi ve o sesi mutfak bankosu üzerindeki vurmalı zil ile bağlaması bir yönetmenlik becerisi. Değişim noktaları; gerçek ve hayâl (hakiki ve sahte) arasındaki ince sınır ancak bu kadar anlatılabilirdi. Oyun o sesle bitiyor.(İsterseniz gerçeğe isterseniz rüyaya geri döndük diyebilirsiniz) Onu sürdüren ise baştan sona oyunun ruhuna uygun müzik oluyor. Gözlük kullanımı çok anlamlı. Sanki herkes oyunun “kör-ebe”si. Sahnede yaratılan enerji çok iyi. Harold Pinter’in absurd’ü ancak bu kadar “anlaşılır” kılınırdı. Ama eninde sonunda bu Pinter, yönetmen ne yapsın! (Megg’in yeri sildiği paspas ile sehpayı silmesi gereksiz bir komedi unsuru gibi geldi bana. Ayrıca Megg’in abartılı girişini hoş bulmakla beraber ekip oyununda yalnız kaldığını düşünüyorum.)
Yanımdaki seyircilere bakarak, oyunun birinci yarısının sonu için seçilen yeri ötelemeyi öneriyorum. İkinci yarı psikolojik olarak uzun geliyor galiba. Bu nedenle birinci yarının sonunun daha ileriye alınması ve ikinci yarının kısaltılması daha iyi olacak gibi.
Barış Dinçel’in “kaymış” sahne tasarımı ödüllük. Selimcan Yalçın ve Barış Manisa yönetmenin yorumunu destekleyen çok keyifli bir müzik yapmışlar. Tomris Kuzu’nun (Özge Borak’ınkiler dışındaki) kostüm, Murat Selçuk’un ışık, Ersin Aşar’ın efekt tasarımları iyi ve yorumu tamamlıyor.
Memet Fuat tercümesinde ufak değişiklikler yapmışlar gibi hissettim. Beni rahatsız etmedi.
Cem Davran Türkçe tiyatronun en önemli oyuncularından biri. Ben onun şahsında, anılarımı süsleyen “çınar”ların “duruşu”nu görüyorum. Oyunu kontrol etme becerisi, seyirciye kendini seyrettirme, ağzına baktırma yeteneği ve sahne sempatisi. Belki de tüm bunlar kendisine ÇIRAK demesinden ve yaptığı işi çok sevmesinden, kim bilir! Onu, İBB Şehir Tiyatroları sahnesinde görmekten çok memnunum.
Uzun zamandır seyretmeyi özlediğim Jülide Kural’a “Hoş geldin” diyorum. Arada seyretmiş olmama rağmen Frida’dan bu yana onu ilk defa bu kadar başarılı yani “kendi” gibi buldum.
Mert Tanık, canlandırdığı karakterde çok başarılı. Onu daha önce de seyrettim ama bu oyun, onun karakter yaratmaktaki yetenekleri ve sınırsız oyunculuğunu tanıttı bana.
Bahtiyar Engin eksikliği fark edilen ama varlığı normal karşılanan bir oyuncu. Oynadığı rolleri yeniden düşündüğümde onun ne vazgeçilmez olduğunu anlıyorum ve onun yerine bir başka oyuncuyu koyamıyorum.
Sona bırakma nedenim kadronun en genci olmasından… Zihnimde özel bir yere sahip olan Özge Borak, kendisinden umutlu olduğum bir oyuncu. Onun sahne duruşunu beğeniyorum ve oyunculuk sınırlarının genişliğine inanıyorum. Tiyatroya gereken ilgiyi gösterirse, o, kadrosunda olduğu oyunlar için artı değerdir ve tiyatromuzun aradığı bir oyuncu olacaktır diye düşünüyorum. Sahnede kendine baktıran bir oyuncu o. Fiziğinin güzelliğini sinemada, dizilerde görenler sahnedeki oyuncu ışıltısına da tanık olacaklar. Ancak onun için çizilmeye çalışılan bir “imaj” olduğunu düşünerek kendisini uyarmak istiyorum, o imajın içine hapsetmek isteyenlere izin vermesin.
Doğum Günü Partisi, sezonun ödül adayı olacak kadar iyi prodüksiyonlarından. Harold Pinter seyredeceğiniz bilinci ile gidin ve seyredin.
Not:
Oyunun süresi iki saat on dakika.
Daha önce Sartre’ın Gizli Oturum’u için de önermiştim. Doğum Günü Partisi için oyun sonu sohbet iyi olur. Alkışların hemen sonunda seyirci yerinden hareket etmemişken, “Bir Sanatçı ile 3 soru 3 cevap” başlığı altında, her keresinde değişen sanatçılar ile kısa tutulacak bir sohbet çok yararlı olacaktır. Seyirci de kızgın ya da üzüntülü çıkmaz salondan.
Kaynak:
The Essential Pinter- Grove Press New York
Doğum Günü Partisi- Türkçesi Memet Fuat- De Yayınevi- 1965
Harold Pinter’in Nobel Konuşması(Türkçe metin):
http://dipnotkitap.net/TIYATRO/Ayisigi.htm
http://www.anafilya.org/go.php?go=7d623802209d0
Harold Pinter’in Nobel Konuşması (İngilizce metin ve video):
http://nobelprize.org/nobel_prizes/literature/laureates/2005/pinter-lecture.html
“The roles of Goldberg and McCann in Pinter’s play The Birthday Party”- Zachàr Laskewicz
Doğum Günü Partisi’nin kısa cümlelerinin İngilizce eğitiminde kullanılarak edebiyatın dil öğrenmeye katkısının olumlu olduğu ifade edilmiştir. Tek satırlık cümlelerin her biri ayrı bir kağıda yazılarak gelişi güzel seçilerek bir bilmece oyun kurgusu içinde tekrarı, oyuncular için de bir alıştırma olabilir. Konuyla ilgili okumak isterseniz:
“The integration of Literature and Language: A case of Teaching Harold Pinter’s The Birthday Party” -Dr Hiroshi Manabu Takao
Pinter’in ifadesindeki İngilizce “False, True, Real, Wrong, Right” kelimelerinin Türkçe karşılıklarını (sahte, taklit, yalan, asılsız, yanlış, hileli, vefasız, falsolu, doğru, gerçek, hakiki, halis, sadık, düzeltme, yanlış, hatalı, günah, asıl, aynî, hak, insaf, yetki, selâhiyet, usulen, kanunen) düşünmek iyi bir zihin alıştırması olur.