Mehmet Zeki Giritli
Üniversiteye başladığım sene, kazandığım okulun da sosyal ortamıyla ün yapmış bir yer olmasından mütevellit ve insanın yirmili yaşlarının başındaki “istediğim her şeyi yapacak güce sahibim ben, ileride keşke şunu yapsaydım dediğim hiçbir şey kalmayacak” düşüncesinden gaza gelerek bir hafta içinde 5 farklı kulübe üye olmuştum. Tabii ki hiçbir şeyin düşündüğüm gibi olmadığı gerçeğiyle yüzleşmem çok da fazla zaman almamıştı. Dolayısıyla, kulüplerin bir tanesinde karar kılmam gerekiyordu ve bu, şüphesiz ki okulun tiyatro kulübü olmuştu, hem çocukluğumdan beri aklımdaki tek mesleğin oyunculuk olmasından dolayı, hem de aile baskısı yüzünden konservatuara gidemeyişimin içimde kalmış olmasından. Fakat, ters giden bir şeyler vardı sanki. Tiyatro kulübünün üyeleri tamamen kendi içlerinde, kapalı bir topluluk halinde yaşıyor, yeni üyelerin de böyle olmasını bekliyor ve her oyunu mutlaka siyasi görüşlerini dile getirecek ve bunu yaparken de seyirciyi gaza getirecek söylemlerle süsleme ihtiyacı hissediyorlardı. O dönemde üzerinde kafa yormaya başladığım bir soru işareti oluştu beynimde: Sanatın bir işlevi de siyasi görüşlere hizmet etmek olabilir mi? Siyasi farklılıklarla hiç işi olmayan sanat eserlerinin “suya sabuna dokunmuyor” diye hor görülmesi mi gerekir? Sonunda vardığım nokta, sanatın siyasi propaganda amaçlı olarak kullanılmasının ilk başta sanata ve sanatçıya saygısızlık olduğu ve aslında bir anlamda bizim varabileceğimiz sınırların çok ötelerinde, uhrevi bir kavram olan “sanat”a siyasi araç görevi yüklenerek, bu kavramın fevkalade dünyevi bir seviyeye indirgendiği oldu. Ben bu kanaate vardığımdan beri de çoğu zaman yakın çevrem tarafından belli bir siyasi fikre sahip olmamak ithamıyla ağır bir şekilde eleştirildim, fakat bugün de hala aynı şeyi iddia etmeye devam ediyorum. Örneğin, Sezen Aksu, referandumda “Evet” oyu vereceğini açıkladığında, insanların Sezen şarkıları dinlemeyi bırakmaları kadar absürd bir şey olamazdı galiba benim için. Ama, o dönemde bu görüşümle ilgili olarak da çok ateşli suçlamalarla karşılaştım. İlginçtir ki bu suçlamalardan en şiddetli olanları da, kendilerini her fırsatta demokrasinin bekçisi olarak addeden tiyatrocu arkadaşlarımdan geldi.
Bütün bunları geçen haftalarda izlediğim bir tiyatro oyunu sırasında tekrar tekrar canlandırdım zihnimde. Ankara’ya yakın zamanda yapmış olduğum bir ziyaretim sırasında, Ankara Sanat Tiyatrosu’nun sahnelediği Bülent Usta’nın yazıp Dersu Yavuz Altun’un yönettiği “Giderayak” oyununu seyretme fırsatım oldu. Tabii ki bütün bu söylediklerimden sonra, Ankara Sanat Tiyatrosu örneğini vermem oldukça yadsınabilir, çünkü bu tiyatronun zaten yıllardır temel amacı, politik oyunlar sahnelemek ve kendi tabirleriyle suya sabuna dokunup vatana millete hayırlı bir sanat icra etmek. Böyle bir tiyatrodan, siyasi mesaj içermeyen bir oyun beklemek zaten abesle iştigal olur, bu yüzden ben daha çok mesajın nasıl verildiği üzerinde durmak istiyorum.
Öncelikle, hem AST hem de bir gün öncesinde gittiğim Ertan Gösteri Merkezi sahnelerinin durumu, bir Ankara’lı olarak çok içimi acıttı. Çoğu zaman İstanbul sahnelerinde oyun izlemeye alışmış birisi olarak, Ankara’daki bu sahnelerin bu kadar bakımsız ve kendi haline bırakılmış olmasını çok yadırgadım. Umarım, Büyükşehir Belediyesi su fıskiyesi yapmaktan vakit bulursa, özel tiyatrolara daha fazla destek olur ve Ankara, yakın zamanda başkente yakışır sahnelere kavuşur. Oyuna gelince, daha önce de dediğim gibi politik bir taşlama. Bir gazete haberi üzerine yazılmış bir oyun. Habere göre, başbakan, 2008 yılında TMSF üyesi olarak bir arkadaşının oğlunu atamak istiyor, fakat bir isim karmaşasından dolayı göreve tamamen başka birisi geliyor. O sırada atama, Cumhurbaşkanı tarafından da onaylanmış olduğundan geri dönülemiyor. Neyse ki isim karışıklığı sonucu göreve gelen kişi de tesadüf eseri başbakanın çevresinden birisi ve o yüzden çok da sorun çıkmıyor. Giderayak oyununda ise bunun tersi bir durum farz edilmiş. Yani, o kurumun başına gelen kişi ya iktidar ideolojisine tamamen ters birisi olsaydı ve görevden alınamasaydı ne olurdu üzerine bir komedi oyunu çıkmış ortaya. Buraya kadar her şey güzel, fakat genel olarak politik taşlama yapan oyunların düştüğü ortak bir hataya düşülmüş mesaj verilirken. Her şey o kadar kör gözüm parmağına şeklinde ki, seyircinin geriye düşünecek hiçbir şeyi kalmıyor. Bu, belki bir grup seyircinin çok hoşuna giden bir yaklaşım olabilir tabii ama, genel olarak ben, üzerinde düşünmek zorunda kalmadığım oyun metinlerinden çok haz etmiyorum. Fakat, şuna da mutlaka değinmek gerekiyor ki oyunculukların neredeyse tamamı çok başarılı ve bu sayede ilginizi kaybetmeden oyunun sonuna varıyorsunuz. Özellikle Mehmet Ulusoy ve Yıldırım Şimşek ön plana çıkıyor.
Oyunculukları bir kenara bıraktığımızda ise, oyun genel olarak sadece mevcut durumu, seçmene kömür dağıtma, dinleme skandalları gibi birtakım klişe söylemleri komedi unsurlarıyla birleştirerek sahneye koymaktan ötesine gitmiyor. Dolayısıyla salondan ayrılırken, “e, iyi tamam da, politik tiyatronun bir işlevi de çözüm üretmeye çalışmak değil midir, yani şimdi yaşanan şeyleri gördük, iki saat iyi vakit geçirdik ve güldük ama bunun neresinde ne eleştirisi vardı, peki bu eleştiri sonunda nereye vardı?” diye düşünmeden edemiyorsunuz.
3 yorum
Bence oyun son derece başarılı ve eğlenceliydi. Politik güldürünün tüm ögelerine de hakimdi. Simgesel oyun sevenler elbette tatmin olmayabilir. Ama oyun Sistemi çözmüş ve çok başarılı bir şekilde tespit etmiş. Bundan fazlasını beklemek haksızlıktan başka bir şey olmaz. Çözümü herkes düşünmeli. Bu güzel oyunu herkese tavsiye ediyorum.
Ben bu oyunu çok sevdim. Mehmet Giritli Bey’in yorumunu okuyunca da çok şaşırdım. Balık lokantasında et yiyememekten şikayet eden müşteri gibi bir yorum yazmış Mehmet Bey. Politik güldürüden beklediğiniz nedir acaba sayın Mehmet Zeki Giritli diye soramadan edemiyorum. Ben reklam olmasın diye yazmıyorum ancak Ankara’da amatör bir tiyatro topluluğunda oyuncuyum ve iddia ediyorum bu oyun Ankarada sezonun en iyi oyunu. Oyunda emeği geçen herkese buradan teşekkür ediyorum.
AST’ın hiç değişmemiş olması; restore ediliyor adına dokusunun , kokusunun yok edilmesiyse hiç de istemem. İyi ki Büyükşehir Belediye Başkanımız Sn.Melih Gökçek Beyefendi fıskiye ve üst geçit yapmaktan bıkıp da tiyatrolarımıza da el atmıyor.
“Giderayak” Bu sezon Ankara’da izlediğim en iyi oyundu. Konusu, işleyişi, anlatımı ve oyuncuların doyumsuz performansıyla çok güzel, çok başarılıydı sezon bitmeden mutlaka tekrar izleyeceğim harika bir oyundu. Emeği geçen herkese teşekkürler.