Mimesis Çeviri
Promises, Promises Oyununa Dönüş
Oyun bittiğinde, Ramin Setoodeh tekrar düşünüyor ve sorunun, eşcinsel oyuncuların heteroseksüel rollerde oynamasında olmadığını fark ediyor.
Newsweek, 3 Ocak 2011, Çeviri: Taner Olçum
Kristen Chenoweth ve Sean Hayes, Promises, Promises oyununda, alkışlarla tekrar sahneye çağırıldıklarında.
Yeniden sahnelenen bir Broadway müzikali olan Promises, Promises [Vaatler, Vaatler]’deki Sean Hayes’in canlandırdığı karaktere seyircilerden bir kadın şöyle bir soru sordu: “Senin gibi biri nasıl olur da evlenmez?” Bu, her ne kadar öyle düşündürse de retorik bir soru değil aslında. Geçen ilkbaharda, özellikle Will & Grace dizisindeki göz alıcı Jack rolüyle tanınan Hayes’in heteroseksüel erkek rollerinde inandırıcı olamadığını iddia etmiştim. Ve Hayes gibi yetenekli bir sanatçı bile bunun üstesinden gelemiyorsa, gay olduğu açıkça belli olan başka bir aktör nasıl başaracaktı? Eşcinsellik de tıpkı yaşınızın, cinsiyetinizin ya da ten renginizin olduğu gibi sahne kapısında bırakıp gidemeyeceğiniz, yaradılışa özgü bir parçamız mı yoksa? Richard Chamberlain geçen hafta The Advocate[1] dergisine gay aktörlerin cinsel yönelimlerini gizli tutmaları gerektiğini beyan etmişti. Rupert Everett da 2009’da benzer bir yorumda bulunmuştu.
İnternet âlemi, konuya dair düşünce tarzımı beğenmemişti ve kişisel blog siteleri sözlerimle bir homofobik olduğumu destekleyecek şekilde oynamışlardı. Hollywood’un elit eşcinsel çevresi de bu saldırılara eşlik etti. Glee dizisinin yaratıcısı Ryan Murphy Newsweek’in boykot edilmesi için çağrıda bulundu. Cynthia Nixon beni eşcinsel hakları hareketini 10 yıl geriye taşımakla suçladı. Alan Cumming benim “sadece eşcinsellere değil, hepimize… Hatta gezegen üzerindeki herkese karşı bir tehlike” oluşturduğumu söyledi. Perez Hilton kişisel blog’unda benim resimlerimi yayınladı. New York’un eşcinsel mahallelerinde bir infiale yol açmadan yürüyemiyordum bile.
Gerçekten kendi cemiyetime ihanet mi etmiştim? Promises, Promises’in Broadway’de kapanış yapacağı Pazar günü, bir bilet aldım ve gösteriyi yeniden, bu sefer gizlice izledim. İçeri girer girmez, hemen koltuğuma yığıldım, bir yandan da eğer fark edilirsem biri GLAAD[2] polisini çağırabilir diye korkuyordum. Işıklar kapandı ve Sean Hayes, gösteriye erkek dansçılardan oluşan bir toplulukla start verdi. Basketbola olan tutkusundan bahsederken, erkekler de havada birtakım hareketler sergiliyorlardı. Ve sonra ofislerinde yemekleri hazırlayan kadını (Kristin Chenoweth) özlemeye başladığında, tamamen yanıldığımı fark ettim.
Sorun sadece, seyircilerin heteroseksüel rollerde eşcinsel oyuncuları sık görmemeleri değil. Daha da rahatsız edici olan şey; Hollywood’un, eşcinsel oyunculara eşcinsel rollerde de müsaade etmemesi. Film endüstrisinde sezonda ödüller kapışılırken, tek bir eşcinsel oyuncu bile bir Oscar adaylığı kazanamamış durumda. Tabii ki bu, eşcinsel kimliği aşikâr olan hiç bir oyuncunun 2010’un büyük yapımlarında yer alamamasından kaynaklı. The Kids Are All Right filmindeki cana yakın, evli lezbiyen çifti heteroseksüel aktrisler olan Annette Bening ve Julianne Moore oynadı. I Love You Phillip Morris filmindeki alışılmadık çift ise heteroseksüel erkekler, Jim Carrey ve Ewan McGregor tarafından canlandırıldı.
“Oyunculuk” denen şeyin bu olduğunu söyleyebilirsiniz. Fakat bu, stüdyo sektöründe düzenli olarak dışlanmakta olan eşcinsel oyuncular için pek de rahatlatıcı bir söylem değil; hele ki Hollywood’un, eşcinsellere karşı dost canlısı tutuma sahip yegane yerlerden biri olduğu varsayılırken. Filmlerin, ulaşılabilecekleri en geniş kitleye hitap etmesi bir ihtiyaç ve yapımcılar da eğer romantik bir başrolde eşcinsel bir oyuncuya yer verirlerse, seyircilerin iğreneceklerinden endişe duyuyorlar. Fakat tersi durumda, heteroseksüel oyuncular eşcinsel roller üstleniyor ve sonrasında herkes ne kadar da cesur olduklarından bahsediyor. Stanley Tucci eşcinsel rollerde o kadar çok oynadı ki (The Devil Wears Prada, Burlesque), sanki artık “takım değiştirmiş”[3] gibi geliyor. Eric Dane ve Bradley Cooper Sevgililer Günü’nde (Valentine’s Day) sevgililerdi ve kendilerinden önceki heteroseksüel oyuncuların eşcinsel rollerde oynama geleneğini devam ettirip övgüleri topladılar: Jake Gyllenhaal (Brokeback Mountain), Sean Penn (Milk), Greg Kinnear (As Good as It Gets), Philip Seymour Hoffman (Capote), Hilary Swank (Boys Don’t Cry), Charlize Theron (Monster), Tom Hanks (Philadelphia), Robin Williams (The Birdcage). AfterElton.com isimli blog sitesi, TV’de yer alan sadece 9 eşcinsel oyuncu sayabildi ve hepsi de küçük ya da yan rollerde. 90210’un yeni eşcinsel karakteri de iri kıyım heteroseksüel Trevor Donovan tarafından canlandırılıyor.
“Birçok heteroseksüel oyuncu artık canla başla eşcinsel roller arıyorlar çünkü bu tamamen farklı bir deneyim” diyordu Rupert Everett geçen hafta BBC Radyo’ya. “Bunun iyi bir şey olduğunu düşünüyorum, fakat bu benim gibi eşcinsel olup da eşcinsel rolleri oynayanların artık sıkıcılaştığı anlamına geliyor gerçekten.”
Eğer merak ediyorsanız, eşcinsel kimliğini gizlemeyen bir oyuncu en son 2002’de Oscar’a aday gösterildi -o da, Yüzüklerin Efendisi filminde aslında rolü gerçek anlamıyla bir “insan” bile olmayan Ian McKellen idi. Sidney Poitier’in Çayırdaki Zambaklar [Lilies of the Field] filmiyle Oscar kazanarak, siyah oyuncuların önlerindeki engeli parçalara ayırmasının ardından kırk yedi yıl geçti, ama hala eşcinsel bir oyuncu en iyi oyuncu sıfatıyla bu başarıya ulaşamadı ve belki de belli bir süre bu böyle devam edecek.
Oyuncu seçimlerinde alınan böylesi kararların arkasındaki mantık, aslında bir aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumu[4]. Şunu rahatlıkla öne sürebilirsiniz, eşcinsel oyuncuların hiçbirisi A klasmanında oyuncular değiller, bu yüzden de Hollywood o roller için heteroseksüel olanları tercih etmek zorunda. Fakat bunun başka bir açıklaması daha olmalı. Toplum hala eşcinsellere karşı ayrımcılık uyguluyor, özellikle de basmakalıp, klişe önyargılara cuk oturanlara karşı: Feminen erkeklere, erkeksi kadınlara. Eğer cinsel yöneliminizi gizlemek istiyorsanız, bu da başka bir konu. Rock Hudson bunu yıllarca yaptı ve açıklamadığı sürece, seyirciler kendisine bununla ilgili hiç bir şey sormazdı ve başrollerde oynamaya devam edebilirdi. Kırmızı halı üzerinde erkek arkadaşıyla el ele yürüdüğünde neler olurdu, bir düşünsenize.
Ne yazıktır ki, 1950’lerden beri pek bir şey değişmedi. Hala mega starların cinsel yaşamları hakkında tahminlerde bulunuyoruz ve perdede heteroseksüeli oynamalarına perdenin dışında heteroseksüel kaldıkları sürece izin vereceğiz. Ve ünlü birisi eşcinsel olduğunu açıkladığında, üzerindeki ilk etiket her zaman için “eşcinsel” olacak. Natalie Portman’ın bir balerin ya da Colin Firth’ün bir kral olduğuna inanabiliriz, fakat seyirciler hala, eşcinsel birini romantik bir başrolde kabul edebilecekleri, kuşkularını bu açıdan yeterli sürede askıya alabilecekleri bir noktaya erişebilmiş değiller. Bunu kendi üzerinizde bir deneyin. Ricky Martin’i düşündüğünüzde, aklınıza gelen ilk kelime ne oluyor? Ya Ellen DeGeneres hakkında? 2009’da, New York dergisi Neil Patrick Harris’i Hollywood’un eşcinsel kimliğini saklamayan ilk “çığır açan yıldızı” olarak lanse etmişti. Biraz aceleci davranmış olabilirler çünkü oyuncunun son zamanlarda en çok hatırlanan işleri genelde ödül törenlerinde yaptığı sunuculuklardı. Bir de, Cats and Dogs: The Revenge of Kitty Galore filminde kısa bir seslendirmesi ve gelecek olan Şirinler (Smurfs) filminde ufak bir rolü var. Yeni filmi Beastly’nin fragmanında, cinsel kimliği konusunda tereddütlü olan, kör bir adamı oynadığını gördük. Filmin yıldızı ise High School Musical filminden tanıdığımız Vanessa Hudgens.
Geçenlerde The New York Times, çoğunlukla marjinalize edilen ve özgüven eksikliği nedeniyle kariyerlerinin un ufak olacağını sezen, sadece eşcinsel oyunculardan oluşan yeni bir sınıfın ortaya çıktığı hakkında bir haber yaptı. Oyuncu koçu olan Brad Calcaterra makalede “oyunculara bu kadar çok ‘fazla bir eşcinsel oldun’ denilen başka durumlar olduğunu sanmıyorum” diye belirtti. “Fakat bu şuna benziyor, ‘seni daha ileriye götüremeyeceğiz’.”
Hayes; Promises, Promises’te coşkulu bir gösteri adamını canlandırıyordu. Oturma odasında, meyveli bir kekle gerçekleştirdiği gag da dahil, bu abartılı komedyanın üstesinden cesaretle gelmiş. Fakat işin müzikal kısmı o kadar iyi işlemiyordu, şarkıların ya da dansların icrasından değil; onun ve Kristin Chenoweth’in bir çift olarak inandırıcı olamamasından ötürü. Promises, Promises’in gerçekte neye ihtiyacı vardı biliyor musunuz? Bu eskimiş müzikali canlandıracak bir şeye – Sean Hayes yerine bir başrole.
Ramin Setoodeh NEWSWEEK’teki başyazarlardan biridir. Diğer yayınların yanı sıra, The Wall Street Journal, the Los Angeles Times, and U.S. News & World Report için de yazılar kaleme aldı.
[1] The Advocate: ABD kaynaklı, iki haftalık LGBT haber dergisi. 1967’den beri basımı sürmektedir (ç.n.).
[2] GLAAD (Gay Lesbian Alliance Against Defamation): Eşcinsellere yönelik hakaret, aşağılama ve iftiralara karşı mücadele etmek amacıyla kurulan dernek. GLAAD Medya Ödülleri, 1990 yılında GLAAD tarafından lgbt (lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel) bireyleri ve onların hayatlarını etkileyen durumları göz ardı etmeyen, onları doğru ve adil olarak temsil eden medya kuruluşları, programları ve insanları onurlandırmak amaçlı başlatılmış bir organizasyondur (ç.n.).
[3] To switch teams: argoda, bir kişinin cinsel yönelimini değiştirmesi anlamında kullanılıyor (ç.n.).
[4] Catch 22 – çıkmaz durum anlamında da kullanılmaktadır (ç.n.).