Serkan Fırtına
Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar romanı, tutunamama durumunun çelişkisini en erken yaşlarda yaşayan bir bireyin, geçirdiği psikolojik ve sosyolojik travmaların yansımalarını ortaya çıkartır. Varoluşunu anlamlandırma evresinde bu sıkıntısını kendi zihinsel dünyasında son noktaya kadar taşıyan Holden Caulfield, toplum dışına itilmesi, hakim göstergelerin yarattığı dünyanın bir bireyi olamadığı için yaşadığı olaylar ve kişiliği onu bir anti kahraman yapar.
Holden’ı varolma çabasına iten en önemli etken, öncelikle ailesi ile yaşadığı çıkmazlara karşı gelişen kişilik duygusudur. Daha sonra, okul eğitimi ile gireceği çatışmanın temelinde, onun diğer öğrencilerden farklı olarak sorgulayıcı bir yapıda olması yatar. 15 yaşında çocuklukla gençlik arasındaki zaman diliminde olan birisi için, kişiliğin duygusal ve kırılgan yapısı ortaya çıkar. Anne sevgisinin eksikliği, Holden’ı kadınlar karşısında meraklı ve ilgili bir kişiliğe yönelimini sağlamıştır. Edebiyata ilgili oluşu da diğer yaşıtlarından ayırt edici bir özelliği olarak kişilik yapısına etki eder. Holden gibi, umursamaz, bazen isyankar ve çoğu zaman da duyguları ile yaşayan bir kişinin, gerçekleştirmiş olduğu tüm davranışların sonucunda, olayların neden-sonuç ilişkisi nesnel olarak inandırıcı bir özellik taşır. Yaşamı ve gerçeği sorgulaması onu önce anne ve babasından sonra yaşıtlarından daha sonra ise tüm çevresinden soyutlamaya başlamıştır. Ahlaksal ve sanatsal değerler üzerinden yapılan sohbetlerdeki samimiyetsizlik karşısında sözünü sakınmaz ve bunun sonucunda çevresi tarafından garipsenerek ötekileştirilir. Holden’ın davranışlarına yansıyan bu özellikler, onun hangi durumda ne yapabileceği üzerine bir bakış açısı sunar. Çevresine karşı takındığı tavırlar onun kişilik yapısı ile gelişen, zaman zaman müdahaleci, zaman zaman da umursamaz yanlarını gösterir. Gündelik dili konuşurken argo kullanımına yönelmesi bir anlamda bastırılmış bir kuşağın, onun kişiliğinde simgelenmesidir. Toplum normlarına göre davranması beklenen Holden’ın davranışları tam tersi yöndedir. O, bu yönüyle de bireysel varoluşunu anlamlandırmaya çalışır.
Holden’ın yaşadığı çelişkilere baktığımızda karşımıza öncelikle ailesi ile ters düştüğü düşünceler gelir. Holden okula gitmek istemez ama ailesini üzmemek için buna katlanmak zorundadır. Ancak onun davranışlarına yansıyan bu çelişkili durum zaman zaman onda belirsizlikler oluşturur. İnsanlara karşı sürekli oyunlar oynamasına rağmen bazı durumlarda gerçeğe yönelebilmektedir.
Holden’ın psikiyatri kliniğinde son bulan öyküsü üzerinden anlattığı tüm olayların hangi nedenlerle ortaya çıktığı ve bunun nasıl bir kişiliğin sonucu oldukları, ayrıntıları ile doğrulanmaktadır. Çevresinden uzaklaşması yalnızlaşmasını, sorgulamaları ise arayışını ortaya çıkarmıştır. Holden’ın tüm davranışlarının nedenselliği kişiliğini oluşturan özgürlük isteğidir. Bu motivasyon duygusu ile sonu kötü biten yollardan düzlüğe çıkabilme umudu taşımaktadır.
Holden’ın ilginç bir kişilik yapısı sonucunda ortaya çıkan son özelliği onun, gündelik ve sıradan olmadığıdır. Yaşamında kendisine yer bulan tavır ve davranışlar, onu eşsiz ve özgün bir hale sokar. Giydiği kıyafetlerden, içtiği sigaraya, okuduğu kitaplara kadar, yaşamını oluşturan tüm unsurların bir bileşkesini taşır.
Holden’ın 50’li yılların ABD’si döneminde yaşadığı düşünüldüğünde, onun, aynı zamanda, gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerdeki yaşıtlarının dünyasını yansıttığı gözlemlenmektedir. Holden’ın dünyanın bir çok yerinde nerdeyse örnek alınacak derecede ilgi duymasının altında yatan neden de budur.
Oyun Kavramı Açısından Holden
“Oyun Kavramı”nın romana yansıyan en önemli yanı, kapitalist sistemde bireyin varoluşunu anlamlandırma çabasının bir aracı konumunda olmasıdır. Holden karakteri üzerinden gelişen olaylar dizisi düşünüldüğünde, ailesi ve çevresi tarafından yalnız bırakılmış bir kişilik öne çıkmaktadır. Modern toplumun en büyük çelişkilerinden biri olarak görülen kalabalıklar içinde yalnız kalmak duygusu, asal karakterin davranışlarına yansımakta ve onu ancak bu sıkışmışlıktan “oyun” oynayarak kurtulma yolunu seçmesine itmiştir. Kapitalist sisteme göre şekillenen, ahlak, politika, eğitim, din ve aile değerlerindeki kültürel ve ekonomik yıkım sonucunda, bireyler arasında güvensizlik oluşur. Yaşamın tüm otoriter kurumlarının baskı ve yönlendirilmelerine karşı, insanlar kendi sosyal ilişki ağlarını örmeye çalışırlar. Sivil toplum kuruluşlarında görev alarak vicdani sorumluluğunu yerine getirmiş olurlar. Ya da oyunu kurallarına göre oynayarak, kapitalist sistemin öngördüğü, sorgulamayan ve sadece ona verilenle yetinen tüketici insan olma rolüne soyunurlar. Tüm bunlar aynı zamanda birer oyundur. Tavır ve davranışlardaki konumlandırmalar çoğunlukla seçilen roller üzerine gerçekleşmektedir.
Romana döndüğümüzde tüm bu seçenekler karşısında “tutunamamak” kavramı ortaya çıkar. Holden roman kişisi, yaşamda verilen rollerin hiçbirini kabul etmeyerek bir “tutunamayan”a dönüşür. Burjuvazinin aydınlanma felsefesindeki değer yitimi sonucunda birey, inandığı gerçeklerin çöküşü ile karşılaşmıştır. Bunca eğitim, etik, reform vb. atılımlardaki değer yargılarının sonucunda dünyanın hala kanlı savaşlara ve ekonomik çıkar ilişkilerine sahne olması ve buna bağlı olarak insanların umutsuz ve mutsuz bireyler haline dönüşmesi, bu çöküşün nedenselliğini ortaya çıkarır. Gündelik yaşamlarında mutlu görünen ama arka planda acı çeken ve paranoyak bir kişiliğe dönüşen bireyler de bir anlamda “oyun” un içine dahil olmaktadırlar.
Romanda Holden, orta sınıf bir ailenin çocuğudur. İyi bir eğitim ve iyi bir gelecek hayali kuran anne ve babasının kendi yaşamı için çizdiği yolu sorgulamaya başlar. Bu noktada yalnızlığının farkına varır. İnsanların gündelik yaşamlarındaki rolleriyle dalga geçer. Oyuna katılıyormuş gibi gözükse de aslında kendi yaşam oyununu kurgulamaya doğru ilerler. Holden’ın iç sesi ile yaşamdaki sesleri birbirinden tamamen ayrılır. Burada önemli olan bir ayrıntı ise şudur: Tüm insanların gündelik yaşamında iç sesleri ile konuştukları birbirinden farklıdır; ancak büyük bir çoğunluk, bundan rahatsız olmaz, bunu yaşamın bir parçası olarak görür. Holden ise, kendi iç sesi ile olan çatışmasını son noktaya kadar taşır ve kendi yaşam oyunlarını kurarak varolmaya çalışır.
Toplumdaki yabancılaşma iki yönlü oluşur. Birincisi, insani değerlere karşı olan yabancılaşma, diğeri ise, dünyadaki değer yitimi sonucunda oluşan olaylara karşı yabancılaşmadır. Holden insani değerlere karşı olan yabancılaşmayı yaşamaz. Çünkü o zaten “insan” olma erdemini son noktaya kadar var etmeye çalışır. Girdiği tüm çıkmazlarının ve “oyun”lar kurgulamasının nedenlerinden birisi de budur. Ancak, kendini çevreleyen bütün değerlere, kurumlara karşı yabancılaşmış insanı temsil eder. Holden’ın ailesine karşı oluşan yabancılaşması, sevgisizlik etmeni ile görülür. Çocuk yetiştirmeyi salt ekonomik açıdan belirleyen burjuva değerlerinde “sevgi” de samimiyetsizdir. Daha sonra, eğitime karşı yabancılaşması ortaya çıkar. Sorgulayan bir kişi olması nedeniyle, eğitim sistemindeki ikiyüzlülüklerle karşılaşır. Eğitim içinde verilmeye çalışılan, toplumu aynı perspektifte yetiştirme ve tek tipleştirme amacını fark ederek, aileden sonra gelen ikinci kurumla hesaplaşmaya girişir. Ailesine karşı oynadığı “iyi” çocuk rolünü bu sefer de okulda göstermeye çalışır. Ancak çelişkileri yüzünden ve tam olarak buna karşı gelebilecek güçte olmamasından dolayı zaman zaman bocalar. Çıkış yolu arayışını hep aklının bir köşesinde tutar. Onu bu çelişki ve arayışında en çok kurduğu oyunlar destekler. Oyunsal olandaki değer yitimi sonucunda, modern insan artık toplu oyunlardan, bireysel oyunlara yönelmiştir.
Holden, kurguladığı oyunlarla bazen insanları mutlu etme çabasındadır. Tren istasyonunda karşılaştığı okul arkadaşının annesine, bir annenin çocuğu hakkında duymak istediklerini söyler. Bu yalanlar, ona oyunsal olanın özünde yer alan “haz duyma” zevkini yaşatır. Kuramsal açıdan oyun kavramının, bazen “kötü” ve bazen de “iyi” oyunlar oluşturmak olduğunu düşünürsek, Holden kötü oyunları beceremez. Çünkü kötü oyunları becerebilseydi bir “tutunamayan” olmazdı.
Holden’ın sorgulamalarında ve diğer roman kişileri ile olan ilişkisinde göze çarpan bir özellik, onun gerçeği arama isteğidir. Bu gerçeklik bir anlamda “kötü oyunlar”ın bitmesini arzulamaktır. Ailesinin onu gerçekten sevmesi, okulda gerçek anlamda bir eğitim verilmesi isteği, ikili ilişkilerde sahte oyunların yerine gerçek duyguların varolması isteği ve son olarak tüm çıkmazlarından sıyrılabilecek bir yaşam kurmasına izin verilmesi isteği, hep bu arzunun belirtileridir.
Günümüzde insanlar arasında en önemli sorunlardan birisi iletişimsizliktir. Birbirlerini anlamayan, anlamlandıramayan, tahammül edemeyen kişilikler bir anlamda kapitalist sistemin vazgeçemediği modellerdir. Küreselleştiği söylenen dünyada, iletişim artık sanal araçlarla sağlanmaktadır. Kendine yabancılaşan insan diğer kişilere de yabancılaşarak birbirlerini gerçek anlamda anlamadan iletişim kurmak zorunda kalmaktadır. İletişimsizliğin farkına varan Holden’ın yalnızlığı, bu yönle de giderek artmaktadır. Kendi sosyal çevresi ile aynı dili konuşmayan Holden, kendi alternatif argo kullanımına yönelerek bir anlamda sessiz ve bastırılmış bir kuşağın simgesi haline gelir. Roman boyunca iletişim kurabildiği azınlık düşünüldüğünde, bu kişilerin, Holden’ı girdiği arayış yolunda kendilerine göre çözüm üretmeye çalışan insanlar olduğu gözlemlenir. Holden’ın kız kardeşi Phobe ile olan ilişkisinde tamamen sevgiye dayalı bir etkileşim söz konusudur. İkisi arasındaki davranış ilişkilerinde güven duygusu var olduğu için “oyun”a gerek duymazlar. Öğretmen Antolini ile olan ilişkisinde de karşılıklı güven duyguları egemendir. Antolini, Holden’a arayışı konusunda çok önemli dersler verir. Antolini’ye göre birey, varoluş sanıcısını zihinsel bir yapıya oturtabilirse tutunabilir. Bu anahtar kavramdan yola çıkarsak, bireye tutunamamanın alternatifi olan son çözüm belirir: Yaşam oyunlarını kabul eden ve buna karşı ayakta durabilecek entelektüel ve deneyimsel birikime sahip insanlar varoluşunun nedenselliğine ulaşabilir. Ancak bu noktada bir başka sorun ortaya çıkar. Bu düşünce ve kavrayışa sahip olabilmek bireyin sadece kendi tutum ve davranışları ile kazanılamayacağı için sonuç olarak aslında bir çözüm olamaz.
Roman boyunca “din” konusuna yaklaşım, bireylerin bu etiketleme sayesinde yaşamda bir üstünlük sağlama gayretleridir. Ancak Holden’ın dine yaklaşımı da tamamen insani yönde gelişir. Mezhepsel ayrımlara ve kategorileştirmeye karşı direnir. Onun karşı durduğu nokta aslında “din” değil din üzerine yapılan ikiyüzlülüklerdir. Lokantada Rahibeler ile karşılaşmasında takındığı “oyun”, onun iyi insanlara karşı görevini yerine getirme duygusu nedeniyledir.
Holden, roman boyunca, okuldan ayrılıp psikiyatri kliniğinde son bulan zaman dilimine kadar oyunlardan vazgeçmez. Hatta psikiyatriste karşı bile oyun oynar. Bu durum bir anlamda toplumun sunduğu çarelerin de geçersiz olduğunun göstergesidir. Holden, ikiyüzlülük, sahtekarlık, sevgisizlik gibi onaylamadığı tüm değerlere karşı bilinçsiz olarak anarşist bir tepkisellik ortaya koyar. Holden’ ın yaptığı küçük ve masum oyunlar kaosun küçük parçalarını oluşturmakta, bu yönüyle de sistem karşıtı bir konuma ulaşmaktadır.
J. D. Salinger, Çavdar Tarlasında Çocuklar, Çev: Coşkun Yerli, Yapı Kredi Yayınları, 2010, 208 sayfa