Tuna Türkmen
“Türkiye’de kadın olmak…” şeklinde başlayan bir yazı yazmayı bırak, bu başlıkla bir panel ya da yazı görsem kaçacak yer ararım kendime. Feminist hareketin öz savunma refleksinden kaynaklı suçlayıcılığı, sadece erkek olmaktan dolayı beni yargılıyormuş gibi gelir bana. Merhaba dünyalı ben dostum demeye kalmadan, asla anlayamayacağımı yüzüme vurdukları baskının mağdurları tarafından ötekileştirildiğimi hissederim. Bana atfedilen suçluluk duygusunu boynuma asmadıkça da feminist sularda yüzmek, düşünmek, okumak ya da konuşmak mümkün gözükmez. Ben de hiç bulaşmam. Nüfusun diğer yarısı, kendi sorunlarını gündeme getirmek için bana ihtiyaç duymaz diye kestirip atarım.
Geçenlerde bir oyun izledim. Oyunun agresif manipülatif yapısı, tiyatro salonundan kafamı öne eğerek çıkamayacak kadar beni ajite ettiği için, bir kelam etmeden rahatlayamayacağımı fark ettim. Üç kadının nevrotik diyalog ve monologlarından oluşuyor bu oyun. Bu üç kadın, anlattıkları kadınsal hallerin, konunun hassasiyetinden dolayı seyirciyi duygusal olarak silkelemeden ifade edilemeyeceğini anlamışlar sanırım. O yüzden bir yanda anlatılan duygu ve izlenimlerin dozu sertleşirken, oyuncular, gerilen seyirciyi, içine çektikleri gülünesilik ve hafife alma tuzağına planlı olarak sürüklüyorlar. Ama bu bir şaka değil ve seyircinin beklediği rahatlatıcı kreşendo asla gelmiyor. Tam tersi, hafifleme gafletine düşen seyirciyi gerçekle yüz yüze bırakıp, yükseldiği yerden tepe üstü yere çakan bir kurguyla tasarlanmış oyun.
“Aptal, Sıradan ve Suçlu” isimli temsil, “Oyun Deposu” tarafından sahneye koyulmuş. Ekim 2007’de dansçı ve koreograf Maral Ceranoğlu, dramaturg Ceren Ercan ve oyuncular Yelda Baskın, Gülce Uğurlu ve Elif Ürse tarafından kurulan oyun deposu, “Türkiye’de güncel olanın tiyatro sahnesinde karşılığını bulamaması sıkıntısıyla yola çıktı” diye anlatmış bu güzel insanlar kendilerini. Henüz çok genç bir tiyatro topluluğu olan oyun deposu, ilk oyunları “Çirkin İnsan Yavrusu” ile Türkiye’de siyasi zeminde oluşan/oluşturulan kutuplaşmaların gündelik hayattaki izlerini sürmeyi seçti. Çirkin İnsan Yavrusu’nun topladığı takdir ve başarının arkasından gelen grubun ikinci oyunu, yüksek beklentilerin karşılığını fazlasıyla veriyor.
Neredeyse bir yıllık hazırlıkla oluşan “Aptal, Sıradan ve Suçlu”, grubun kendi kişisel deneyimlerinden yola çıktığı, oldukça zor bir kolektif yaratım süreci sonucunda ortaya çıkmış. Oyunu izledikten sonra siz de fark edeceksiniz ki; derinlemesine bir iç sorgulamadan geçmeden böyle bir oyun ne yazılabilir ne de oynanabilir. Kendi duygusal derinliklerine nefeslerini tutarak daldıktan sonra, ellerini boy vermek için seyirciye doğru uzatan bu genç kadınların, bu sürecin sonunda nasıl tekrar nefes alacaklarını gerçekten merak ediyorum.
Sorular çok basit. Bir kadın, evinin kapısından dışarı adım atmadan önce aklından neler geçer? Bir erkeğin günlük hayatında asla karşılaşmayacağı gündelik “olağan” taciz durumlarına kendini nasıl hazırlar? Karşı cinsin herhangi bir üyesine, sürekli umulan cinsel mesajları vermediğinden nasıl emin olur? Bakışları, davranışları, giyinişi ve duruşu ile pasif bir savunma durumunu nasıl içselleştirir? Bu savunma halini nasıl kendinden önceki kadın kuşağından devralır, çevresindeki diğer kadınlara -onların yararı için- dayatır? Erkek egemen baskıcı toplum yapısında, kendine atfedilen savunma rolünü üzerinde taşımanın kaçınılmazlığına nasıl isyan eder? Bütün bu karmaşada, kadın nasıl ve ne zaman bu içselleştirilmiş rolden soyunup kendini cinsel anlamda özgürce ifade eder? Bir kadın bu ülkede kendi cinselliğiyle nasıl barışır?
Bu soruların cevapları entelektüel bir safsata olmanın ötesine geçmeyebilirdi. Türkiye’de değil tabii ki. Otobüste, takside, yolda, gece ve gündüz, evde ve yatakta, işte ve sokakta sürekli bir tehdit ve taciz altında yaşıyor nüfusun yarısı. Peki ya mutfakta? Geleneksel kadınlık temsiliyetinin gömüldüğü mutfağın içinde beraber eğlenen üç kadın, teori ve pratiğin arasındaki ayrımda tüm tutarsız görünen, boş anlarıyla sahne üzerinde var olma cesaretini sınarlar. “Hiçbiri bugüne kadar böyle eğlenmemişti.” Tarihin, sanatın ve oyun metinlerinin kaydetmediği gündelik, boş bir sohbetin içindeler. Popüler imgeler, şarkılar ve tiratlar zaman zaman bu gündelik konuşmaya eşlik eder. Biz hala bu baskıcı yapının gerçekliğini ve varlığını mı tartışmak zorundayız? Oyuncular da tartışmıyor zaten. Hatta tartışmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Kahkaha, histeri ve nevrozla oyun boyunca kaçınılan bütün bu sorular, izleyicinin kafasına küstah bir misafir edasıyla yerleşiyor.
Kadınlara yönelik baskının gerçekliğini fark edemeyen empati özürlü bir erkek olmak kadar basit değil mesele. Hastalıklı bir kadın paradigmasının toplumsal bilinçaltında kök salmış uzantılarının sizi yıldırması kaçınılmaz. Bir kadın olarak bu baskıyı otokontrole dönüştürerek içselleştirdiniz, peki tamam. Eğer erkekseniz de, egemenliğiniz altına aldığınız, korumanız ve kollamanız gereken kadınları seçerek maço kodlarla çok iyi formülize edilmiş davranış kalıplarını toplumsal olarak sergilersiniz. İlk başta, sadece toplumsal cinsiyet algısı sizi buna zorladığı için yaparsınız bunu. Ardından kimlik olarak benimseyip geri kalanlara dayatırsınız. Ve bu paradigma, bireylerin ilişkilerinden kendini besleyerek güçlü bir toplumsal algı oluşturur. Dışarıdan bakınca garip gözükür. Ama içinde kurban kadın ve şahit erkek olarak var olmak zorunda olduğunuz durumun histerisine ve saçmalığına gözlerinizi açmaktansa, zihinsel olarak normalleştirmek tek mümkün yoldur. Çünkü vicdan- sağduyu- adalet duyguları tarafından sabahtan akşama sürekli uyarılarak yaşamak hiç pratik değildir. Ama yanlış anlamayın. Kadına yönelik şiddet dendiğinde tabii ki cık cık cık korosuna katılacaksınız.
Bu kaçınılmaz şiddet ve baskı mekanizmalarının ilişkilerinizde ve günlük akışta nasıl üretildiğine kafa yormak Türkiye’de yaşayan akl-ı selimler için pek makul gözükmüyor. O yüzden siz en iyisi bu tiyatro oyunundan uzak durun. Hele ki bir kadın olarak içselleştirdiğiniz ve kendiniz sandığınız bütün davranış kalıplarının dayandığı toplumsal çürümüşlüğü ve yenikliği kabullenmek istemiyorsanız hiç bulaşmayın bu oyuna. Ya da gidin, kadın halleri komedisi izlediğinizi sanıp, oyun sonunda suratınızda taşıdığınız gergin gülümsemeyi sevgilinizden saklamaya çalışın. Ama size kötü haberlerim var. Bu akşam kimseyle sevişemeyeceksiniz… (burada dizi kahkahası giriyor.)
APTAL, SIRADAN ve SUÇLU
Salon: Çıplak Ayaklar Stüdyosu
Tarih: 8-9-10 ocak saat:20:00
Adres: Çukurcuma cd. No:6 Dükkan 3 Beyoğlu Tophane (Hamam yanı)
Telefon: 212 252 30 10
Salon: Kumbaracı 50
Tarihler: 26 Ocak Çarşamba Saat: 20:30
Telefon: 0212 243 50 51
Adres: İstiklal Cad. Kumbaracı Yokuşu, No:50 Kat: 2 Taksim, Beyoğlu İstanbul
Yaratıcı ekip – oyun deposu Yönetmen – Maral Ceranoğlu
Oyuncular – Yelda Baskın, Gülce Uğurlu, Elif Ürse
Müzik – Okan Kaya
Işık Tasarımı – Cem Yılmazer
Dış Ses, Destek ve Teknik Uygulama – Duygu
Fotoğraf – Afiş – Ezgi Kaplan
Prensese Mektuplar sitesinde yayınlanmıştır.