Mimesis-Çeviri
Guardian, 1 Kasım 2010, Çeviri: Taner Olçum
İngiliz tiyatrosunu Sir Peter Hall kadar şekillendiren başka bir yönetmen daha yoktur. 80 yaşını deviren Hall, Michael Billington’a yeni RSC [Royal Shakespeare Company] binasıyla ilgili endişelerinden ve sanat bütçesinde kesintiye gitme yolundaki girişimlere dair kaygısından bahsetti.
Sir Peter Hall yönetmenlikle ilgili olarak “bunun eski ve gülünç bir meslek” olduğunu, “fakat bunun tiyatroda yapılabilecek en iyi şey olduğunu ve dünya üzerinde başka bir şey yapmayacağını” söylüyor. Bunu kanıtlamak içinse, 22 Kasım’a gelen 80. yaş gününü kızı Rebecca’nın da Viola rolünü oynayacağı 12. Gece oyununun provalarında geçirecek. Sonraki gece ise The Rivals [Rakipler] oyununun Londra açılışını izleyecek. Yine de tüm bunlar, hayattaki tek amacı ve eğlencesi çalışmak olan bir yönetmen için oldukça sembolik düzeyde kalmakta.
Peter Hall’a olan yaklaşımın yaşa bağlı olarak değişim gösterdiğini düşünüyorum. Gençlere göre o, artık vazgeçilmesi gereken bir huy olarak gördükleri metne ortodoksluk derecesinde bağlılığın vücut bulmuş hali. Fakat tarihi bir bilince sahip olanlar için, savaş sonrası İngiliz tiyatrosunu şekillendiren en önemli yönetmen. 1955’te yaptığı Godot’u Beklerken prodüksiyonu bize Beckett’i tanıtmakla kalmamış, ana karakterlerin birer serseri olarak tasvirini de kafalarımıza iyice yerleştirmişti (Paris’teki orijinal prodüksiyonda bunlar palyaço olarak resmedilmişlerdi). 1960’ta Stratford’da bir yaz festivali vesilesiyle The Royal Shakespeare Company’i [Kraliyet Shakespeare Kumpanyası] (RSC) yarattı. Ve 1976’ta The National Theatre’ın [Ulusal Tiyatro], South Bank’teki henüz bitmemiş olan yeni binasına adeta mülkü işgal edermişçesine taşınmasına öncülük etti.
Bugün onunla konuşurken; kendisini yaşlı bir insandan çok, hükümetle ve Sanat Konseyiyle yaygaracı kamusal tartışmalara girmekle meşhur olmuş, yaşından çok daha olgun birisi olarak buluyorum. Ve sohbetimiz büyük oranda yönetmenliğe yaklaşımının nasıl değiştiği üzerinde odaklandığından, 12. Gece’yi dördüncü kez sahnelerken neler keşfetmiş olabileceğini merak ediyorum.
“Oyundaki eşcinsel yönü gördüğümde şaşırıp kaldım, çünkü o kadar açık ve göze çarpıyordu ki. Antonio, Sebastian’a olan tutkusunun derinliği nedeniyle duygusal olarak çökmüştü ve Orsino’nun kılık değiştirmiş Viola’ya karşı geliştirdiği saplantı, kendi cinsel kimliğiyle mücadele ettiğine dair bir iz taşıyordu. Bütün bunları 1958’de dile getirmemişsem, bu o dönemlerin farklı olmasından kaynaklanıyordu: Daha yeni Lord Chamberlain’in eşcinsel içeriği nedeniyle yasakladığı Kızgın Damdaki Kedi”yi [Cat on a Hot Tin Roof] yönetmiştim. Fakat önceki prodüksiyonlardan muhafaza ettiğim şeyler de mevcut. Oyunu dönem kostümleriyle sergilememek gibi bir fikrim asla olmadı; bu Godot’u ağaçlar olmadan oynamak gibi bir şey olurdu. I. Charles’ın saltanatı, bu oyunda da geçerli olduğu gibi müthiş bir erotizm ve zarafete sahip.”
‘İlk Godot prodüksiyonum haddinden fazla süslüydü’
Peki ama Hall’un yönetmenlik üslubu nasıl evrilmişti? “Beckett ve Pinter üzerinde çalışmak benim yaklaşımımı değiştirmişti” diyor. “İlk Godot oyunumun, Bartók’a dair havada uçuşan onlarca belirsiz şeyle birlikte aşırı detaycı bir tonu vardı: yıllar geçtikçe oyunu kemiklerine kadar nasıl yüzmem gerektiğini öğrendim. Pinter ve tasarımcı John Bury ile çalışmamın üzerimde büyük bir etkisi oldu. Harold (Pinter) işi konusunda mutlak derecede sahipleniciydi, öyle ki eğer bir tasarımcı ona iki sandalye sunmuşsa, ‘sadece birine ihtiyacım var’ diyebilirdi. Fakat John’un titizliği de Harold’unkine denkti, o kadar ki The Homecoming”de [Eve Dönüş] masada duran elma, dekorun tonu ve yapısıyla uyumlu olmalıydı. En nihayetinde, Beckett ve Pinter’dan ne öğrendiysem bunu klasiklere uyguladım.”
Hall’un üslubu gözle görünür derecede değişmişti. Peki ya metodu? 80 yaşında, 20 yaşındayken bilmediği neyi biliyor? “Pek çok şey. Bir tanesi, sorumlulukların dağıtılması; Mesela ilk başladığım zamanlarda, yönetmenin kendi gösterilerine kendisinin ışık yapması beklenirdi. Sonuç olarak, 1957 yılında Phoenix tiyatrosunda Camino Real oyununa ışık yaparken arada bir yarım saat kestirerek tamı tamına 48 saat harcadığımı hatırlıyorum, bu sadece çılgınlıktı. Son beş yıl içerisinde bir radikal değişiklik daha yaptım: Oyunculardan daha provalar başlamadan önce kendi kısımlarını öğrenmelerini istiyorum. Bazıları, bunu yaparsan oyuncuların gelişme kaydedemeyeceğini ileri sürüyor. Bu tamamen saçmalık. Gerçekte sana mal olan tek şey, provaların iki hafta kadar uzaması, o kadar.
Hall, öğrenme sürecinin yaşlı oyuncular için gençlerden daha zor olabileceğini kabul ediyor. Pinter’ın No Man’s Land [Tarafsız Bölge] oyununda Ralph Richardson ve John Gielgud’la çalışırken, provaların durma noktasına geldiği anlar olduğunu ve korkunç es’ler bulunduğunu hatırlıyor. “Ralph, ‘Bir sonraki replik senin mi, Johnny?’ diye soruyor, Johnny de ‘hayır Ralph, benim olamaz, seninki olmalı’ diyordu. Ben de onlara ‘aslında ikinizin de değil o replik, orda bir sessizlik oluyor’ demek durumunda kalıyordum. En nihayetinde onlara replikleri ve sessiz anları çalışmaları için iki hafta izin verdim, bu sayede kusursuz bir biçimde ve bir zafer kazanmışçasına işlerini yaptılar.
1960’larda RSC’yi var eden ve bugüne kadar ayakta kalmasın sağlayan şey, şüphesiz ki, Hall’un vizyonunu gerçekleştirmedeki azimli ve aman vermez mücadelesiydi. Bugün geri dönüp baktığında onu bir ailenin şefkatiyle anımsıyor.
Pinter’la Aralarının Açılması
“RSC’nin nasıl bir şey olabileceğine dair bir fikrimin olması sebebiyle şanslıydım ve 50 yıl sonra onun hala orada var olduğu gerçeği hoşuma gidiyor. Fakat önemli bir hata yapmıştım: 1968 gibi çok erken bir tarihte bırakmıştım onu. Bunu benden sonra devralan Trevor Nunn’u eleştirmek için söylemiyorum. Bırakmıştım çünkü felaket derecede yorgundum ve yaratıcılık anlamında gittikçe huysuzlanıyordum. Fakat başkası için değil gene kendim için, kalmam gerekirdi, zor dönemlerden geçen bir kumpanyanın dümeninin nasıl idare edileceğini keşfetmek anlamında. Kaçınılmaz bir biçimde, o eski binaya dair nostalji hissediyorum. Ben şahsen platform sahneyi[1], her ne kadar bunu söylememin zamanı değilse de, tumturaklı, girift ve çetrefilli sözler için uygun bulmuyorum.” Hall burada tasarımı yenilenen ve yakında açılacak olan Stratford’daki Kraliyet Shakespeare Tiyatrosu’na göndermede bulunuyor. “sahnedeki büyük atlama tahtasına çıkıyorsun ve bir kişiye yöneldiğinde seyircinin yarısına arkanı dönerek konuşuyorsun. Böylece jestler, metne göre kimin sırası geldiyse ona bağlı olarak kurgulanıyor. Bunu yıkıcı bir bağlamda söylemiyorum, yeni tiyatro binasının güzel olmasını diliyorum. Fakat inşaatı sırasında özellikle uzak durdum. Ulusal tiyatroda üç buçuk sene inşaat işçiliği yaptım ve kâfiydi.”
Kemerinin altında, içinde onlarca oyun ve operanın bulunduğu kesesinin yanında sinema ve televizyon için yaptığı filmlerle birlikte Hall, geçmişe buğulu bir romantizm ya da aksi bir ihtiyarın pişmanlıklarıyla bakacak birisi değil. Sıkıştırmalarım sonucu itiraf ettiği bir kaç hayal kırıklığı olsa da; hayatını, bunun yerine iyi giden talihi üzerinden kurguluyor. John Bury ile birlikte çalıştıkları Barbican Tiyatrosu’nda daha uzun süre kalsaydı mutlu olacağını itiraf ediyor. Yakın arkadaşları John Barton ve Harold Pinter’la olan anlaşmazlığına ise bir nebze benzi sararmış bir biçimde bahsediyor. İlişkilerin kopuşunun bu iki örneğinin de aptalca olduğunu, ama Allahtan çok uzun sürmediğini itiraf ediyor. “sanırım, en büyük pişmanlıklarımdı” diye ekliyor. “Görünen o ki yine devlet yardımı için savaşmak durumundayız. Mevcut hükümetin, sanat endüstrisinin dünyayı yeniden kurma ve bu geçiş döneminde önemli miktarda para kazanma yeteneğine dair hiçbir fikri yok. Siyasetçilerle karşılaştığınızda, mesela ara sıra ben karşılaştığımda, ziyadesiyle anlayışlı görünüyorlar, fakat sanatın ruhsal, toplumsal ve ekonomik önemine dair meseleyi hiç de kavramış görünmüyorlar.”
Yine de Hall, umutsuz ve içerlemiş olamayacak derecede anı yaşayan birisi. Dördüncü karısı Nicki’yle birlikte uzun bir evliliği sürdürerek mutluluğunu devam ettiriyor. Cambridge’de daha ilk dönemini okuyan, kızları Emma da lisans dönemindeki sahneye ilk çıkışını yaşayarak ailenin izini takip etme konusunda ilgili olduğunu gösteriyor. Ve her zaman olduğu gibi, yorulmak bilmeyen Hall geleceğe dair planlar tasarlıyor. Önümüzdeki yıl için büyük projesi, IV. Henry oyunundan iki bölümün olacağı bir prodüksiyon, eğer doğru Falstaff’ı bulabilirse. “Çalışmak[2]” Hall’un bir zamanlar yönettiği bir filmin başlığına göre “dört harfli bir kelime”. Ve Hall’un, İngiliz tiyatrosunun yeniden şekillenmesini sağlayan o uzun ve üretken meslek hayatını devam ettiren şey, çalışmak. Artık sonbahar güneşinin bir parçası olarak, “neredeyse bitmek üzere olmasına hayıflanıyorum. Fakat ne istiyorsanız onu yapın ve bunu elinizden gelen en iyi şekilde yapmaya çalışın. Söyleyebileceğim son şey, oldukça şanslı olduğumdu.”
Tiyatroda yetmiş yıl
Sir Peter Hall’ın meslek hayatının önemli anları
1930: Bury St Edmunds’ta, bir bölge istasyon şefinin oğlu olarak doğdu.
1955: Londra, Arts Tiyatrosu’nun yönetimini devraldı ve Godot’u Beklerken oyununu yönetti.
1960: Hem Warwickshire hem de Londra’da faaliyet gösteren, Stratford-upon-Avon’daki RSC’nin RSC olmasını sağladı.
1968: Herhangi bir kurumdan bağımsız biçimde kariyerini kurmak için RSC’den ayrıldı
1973: Laurence Olivier’ın ardından National Theatre’ın [Ulusal Tiyatro] yönetmenliğine atandı. Bu görevde 15 yıl kaldı.
1977: Tiyatroya olan hizmetlerinden ötürü şövalyelik unvanı aldı.
1984: Glyndebourne Festival Opera’sının sanat yönetmeni oldu. 1990’a kadar devam etti.
1988: Peter Hall Kumpanyası’nı kurdu. Açılış prodüksiyonu: Vanessa Redgrave’in olduğu Orpheus Descending [Orfe’nin Düşüşü] oyunuydu.
2003: Bath, Kraliyet Tiyatro’sunda bir yaz temsilleri serisine başladı. İçlerinde Pygmalion’un da olduğu birçok prodüksiyonu Londra’ya taşıdı.
2003: Kingston, Rose Tiyatrosu’nun kurucu yönetmenliğine atandı.
[1] (Thrust stage) 3 tarafı seyircilere açık şekilde tasarlanmış, sahne arkasıyla tek bağlantısı olan sahne tasarımı.
[2] work