SONUÇ YERİNE
Fırat Güllü
Hatırlanacağı gibi UNESCO’nun Karagöz’ü “Türk milli oyunu” ilan etmesi ve Yunanistan’ın bu karara itiraz ederek Karagöz’ün kendi milli oyunu olduğunu iddia etmesiyle başlayan tartışmalardan sonra bizim kaynaklarımıza bakarak Karagöz’ün bir “Türk milli oyunu” olduğunun iddia edilip edilemeyeceğini anlamak amacıyla bir araştırma yapmaya başlamıştık. Ve sonuçta aşağı yukarı şu sonuçlara varmış olduk:
1. Karagöz’ün milli bir “Türk oyunu” olduğu yolundaki milliyetçi tez, sadece bir iddia olarak kalmakta ve bilimsel kanıtlarla hiçbir biçimde desteklenememektedir.
2. Gölge oyunu tekniğinin Uzak Doğu kökenli olduğu artık kesin olarak kabul edilmektedir ve büyük ihtimalle Orta Doğu’ya da buradan girmiştir. 16. yüzyıla kadar Anadolu’da bu tür bir tekniğin varolduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. Şu ana kadarki tüm kanıtlar Anadolu’ya Osmanlı Devleti zamanında Mısır üzerinden girdiğini göstermektedir.
3. Gölge oyunu Uzak Doğu’dan Orta Doğu’ya doğru seyahat ederken içeriğinde ve ritüelistik karakterinde bir değişim olmuş, Osmanlı topraklarında sosyal satir içeriğine bürünerek Karagöz oyunu şeklini almıştır. Bu ritüelistik kökenlerden uzaklaşma ve dünyevileşme sürecinde İstanbul’da yüzyıllardır yaşamakta olan halk kültürlerinin ne oranda katkısı olduğu henüz bir muammadır. Ancak çeşitli araştırmacılar Karagöz’ün içeriğinin Bizans Tiyatrosu’ndan etkilendiği yolunda tezler ortaya koymaktadırlar. Bu hala kapsamlı biçimde araştırılmayı bekleyen tezin uzun yıllardır hiç ilgi çekmemiş olması gölge oyunu tarihçiliği açısından büyük bir eksikliktir.
4. Karagöz bir imparatorlukta doğmuş olmanın gerektirdiği biçimde çokkültürlü bir proje olarak ortaya çıkmıştır ve içerik olarak da bunu yansıtan bir yapıya sahiptir. Ancak İmparatorluğun dağılış sürecinde bir miras kavgasına düşen farklı haklar kendi milli kimliklerini tanımlarken bu çokkültürlü mirasın orasından burasında çekiştirmeye girişmişler ve bu anlamda geçmişin çarpık bir görünütüsünü kurgulamaktan da uzak durmamışlardır.
5. Diğer yandan bu geleneğin gelecek kuşaklara taşınmasına hizmet ettiği ileri sürülen ve geçmişi 19. yüzyıla dek uzanan derlemecilik çalışmaları da aslında milliyetçiliğin Osmanlı Devleti’ni kasıp kavurmaya başladığı bir dönemin ürünü olduklarından tarihselleştirilmeleri gerekmektedir. Üstelik bu derleme çalışmaları sonucu ulaşılan metinlerin “gelenekselliği” de oldukça tartışmalıdır, çoğu kendini üreten hayalbazın yaşadığı yüzyılın gerçekliğinin birer aynası olmaktan kurtulamayan bu metinlere mesafeli yaklaşmak, bilimsellik iddiasındaki çalışmaların olmazsa olmazıdır. Ancak ne yazık ki Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren yürütülen gölge oyunu araştırmaları maalesef bu konuda iyi bir sicile sahip değildir ve geçmişin çarpık bir görünütüsünün oluşmasına katkı sunmuştur.
***
Ancak çok karamsar olmamalı ve içinde bulunduğumuz dönemde alternatif eğilimlere sahip araştırmaların sayısının sevindirici biçimde gün geçtikçe artmakta olduğunu da vurgulamalıyız. Örneğin Milli Folklor dergisinin internet sitesinde (millifolklor.com) Karagöz üzerine yayınlanan çeşitli makaleler Cumhuriyet döneminde egemenliğini kayıtsız ve şartsız ilan etmiş olan “milliyetçi paradigma”nın aşılması için önemli birer girişim olma özelliği taşımaktalar. Bazı örnekler vermek gerekirse: Selçuk Çıkla “Türk Edebiyatı’nda Dirijizmin Karagöz Piyesleri Boyutu” başlıklı yazısında 1940’lı yıllarda Karagöz’ün Türk İnkılabı’nın başarısını sağlayacak bir propoganda nesnesi olarak nasıl yeniden canlandırıldığını güzel biçimde özetlemekte ve “geleneğin icadı”nın politik bir bağlamda nasıl gerçekleşmekte olduğuna somut örnekler vermektedir. Aynı konuyla bağlantılı olarak Oğuz Güven “Politik İdeolojinin İcat Ettiği Gelenek: Karagöz” başlıklı yazısında 1940’lı yıllarda CHP’nin öncülüğüyle açılan Karagöz senaryosu yazma yarışmalarının, iktidar merkezli bir “fakelore” (sahte folklor) geleneğinin kuruluşunda nasıl bir misyona sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Yine aynı sitede yayınlanan bir başka makalede Bahar Akarpınar, “Türk Gölge Oyunu Karagöz’de Zımmi Tipler” başlıklı yazısında, Esat Sabri Siyavuşgil’in “imparatorluk tipleri” adıyla Türklük adına hor gördüğü gayrımüslim unsurların, çokkültürülü Osmanlı başkentinde doğan bir halk oyunu olan Karagöz’ün asli unsurları olduğunu, hatta çeşitli politik ve tarihsel süreçler sonrasında İstanbul bu çokkültürlü zengin görünütüsünü yitirdikçe Karagöz’ün de nasıl irtifa kaybedip nostaljik bir nesneye dönüştüğünü analiz etmektedir. Tüm bu tartışmalar bağlamında bir zamanlar kendi “milli benlik”lerini kurmak uğruna kolektif biçimde inşa edilmiş bir imparatorluk kültürünü “yağmalama” derdine düşen halkların, şimdi ulus devletlerin tek tipleşmiş sıkıcı kültürel ortamında bu ortak geçmişi tüm zenginliği ile hatırlamaya dönük bir eğilim içerisine girdiğini gözlemleyebiliriz. Sonuçta yüzlerce yıllık gölge oyunu geleneğinin tarihinin yeniden yazılması, toplumların bu değişen eğilimlerine yanıt veren yeni araştırmacıların ortaya çıkmasıyla mümkün olacaktır. Artık miadını dolduran ulus devetlerin resmi kültür politikalarının peşine takılıp onlarca yıldır ezberlenen bilgileri tekrarlayıp duran, birbirleriyle Karagöz’ün mülkiyeti üzerine kayıkçı kavgasına giren dar görüşlü demogagların değil.