Doğadan Hikayeler, Aysel Yıldırım’ın Zümrüt Dağı Efsanesi ya da Kel Dağ’ın Gözyaşları ve Bülent Sezgin’in Düşler Adası’na Yolculuk ya da Salyangoz Nasıl Kurtulur? adlı iki oyunlaştırma çalışmasının biraraya gelmesiyle oluşmuş bir oyundur. Oyun bugüne kadar farklı okullarda anaokulu 6 yaş ve ilköğretim gruplarında defalarca sahnelenmiştir. İhtiyaçlara göre kadrosu değişebilen bir yapıda tasarlanan oyun anlatıcı ve görsellerle desteklenebilir.
DOĞADAN HİKÂYELER
Yazanlar: Bülent Sezgin, Aysel Yıldırım
Ön Oyun: Oyuncakçı Dükkânı
Sahne başladığında bir sandığın tozunu alan oyuncakçıyı görürüz. Oyuncakçı dede özenle sandığın tozunu siler ve oyuncaklarını teker teker özenle sandıktan çıkarır. Hepsini yerleştirdikten sonra sandalyesine oturur. Müzik eşliğinde uyanır.
Oyuncakçı: İşte benim sevgili oyuncaklarım, hepsini kendi ellerimle yaptım ben. Günlerce gecelerce uğraştım onları yapabilmek için. Hepsi de el yapımı, orijinal. Başka hiçbir yerde, böyle kalitelisini bulamazsınız. El emeğim ve göz nurum onlar benim. Aslında onların hiçbirini satmak istemiyorum, ama ne yaparsınız, karnımı doyurmam için onları satmam şart. Karnımı doyurmazsam yeni oyuncak yapamam, yeni oyuncak yapamazsam da karnımı doyuramam. Evet işte böyle tavuk yumurta misali. Birazdan sabah olacak ve müşteriler gelmeye başlayacak. En iyisi ben biraz şuracıkta uyuyayım. (esnemeye başlar) Dün gece şu yeni oyuncağı yapmak için o kadar çok yoruldum ki, oh yatak. (uzanır ve horuldamaya başlar)
Oyuncaklar müzik eşliğinde canlanırlar. Oyuncakçı ve oyuncaklar arasında uyanma-canlanma oyunu oynanır. Oyuncakçı ani ve refleksif hareketlerle uyanır. Oyuncaklar hemen yere çökerek uyuyormuş gibi yapar. Bu oyun birkaç kez tekrarlanır. Bir süre oyuncakçı gerçekten uyuya kalır.
Oyuncaklar: Baksanıza nasıl da mışıl mışıl uyuyor. Uykucu ihtiyar, kalksana sabah oldu artık.
Baksana horozlar ötüyor: Üüürüüü… Üüürüüü…
Bizi ne kadar da çok seviyor.
Ustamız bizi hiç kimseye satmak istemiyor.
Ya birazdan dükkâna müşteriler gelirse.
Ya bizi satın alıp buradan götürürlerse.
(bağırarak) Ben burada kalmak istiyorum.
(bağırarak) Sizden ayrılmak istemiyorum.
Şşşt, sessizlik. Ustamız uyanacak yoksa.
(Kapı çalar, oyuncaklar aniden yerlerine geçerler ve hareketsiz bir şekilde kalırlar. Hepsinin üzerinde kaç paraya satıldığı yazılıdır. Oyuncakçı kapıyı açar.)
Oyuncakçı: Hoş geldiniz efendim.
Anne: Oğluma bir oyuncak almak istiyorum da. Yaş günü hediyesi.
Yaramaz Çocuk: Anne, ne kadar eski ve küçük bir dükkân burası böyle. Amca, nerede silahlar, tüfekler, X men’in sniper tüfeği, Action Man’in bazukası, Spider Man’in el bombası. Hepsini, hepsini istiyorum.
Oyuncakçı: Bu dükkânda o tarz oyuncaklar yok maalesef evladım. Benim oyuncaklarımın hepsi bunlar. Bu şirin oyuncakların arasından istediğini seçebilirsin.
Yaramaz Çocuk: (oyuncaklara bakar, onlara zarar vermeye çalışır) Ama ben bunların hiçbirini beğenmedim ki.
Anne: Oğlum, bak fazla zamanımız yok biliyorsun. Hadi, çabuk seç artık. Neyse parası verelim. Anan sana kurban olsun.
Yaramaz Çocuk: Tamam, anne. Ben düşündüm ve hepsini almaya karar verdim.
Oyuncakçı: (şaşırarak) Hepsini mi?
Yaramaz Çocuk: Evet amca hepsini istiyorum. Onlara ne yapacağım biliyor musun? Bir kafa, bir yumruk, bir tekme. (karate hareketleri yapar) Sıkılırsam da, kapının önüne atarım.
Oyuncakçı: (sinirlenir) Oyuncaklar oyun oynamak içindir küçük beyefendi, kavga etmek için değil. Kusura bakmayın ama bu oyuncakların hiçbiri satılık değil.
Anne: Ne demek değil. Parasıyla değil mi? Alırız işte. Kaç para istiyorsun sen onu söyle. (hava atarak) Ben çok zengin bir kadınım. İstersem seni bile satın alırım.
Oyuncakçı: Burada her şey para demek değildir hanımefendi? Hem ben istesem bile onlar sizinle gelmek istemeyebilir. Benim oyuncaklarım çok duygusaldır. Onlara da sormam lazım. (oyuncaklara yönelir) Sevgili oyuncaklarım, siz bu çocukla gitmek istiyor musunuz? (oyuncaklar hayır der) Son sözüm şu bu oyuncaklar satılık değil!
Anne: (sinirlenir) Yürü çocuğum gidelim. Burada bir dakika daha duramam. Ben de seni gidip şikâyet etmezsem, seni sürüm sürüm süründürmezsem. (Oyuncaklar canlanır, müzikli kaçma kovalamaca oyunu ve mutluluk dansı)
Oyuncakçı: (sinirlenir) Kime şikâyet edersen et. Demirden korksaydım, trene binmezdim. (oyuncaklar tarafından alkışlanır) Bugünlük kapatıyorum dükkânı, tatil ilan ediyorum kendime ve size. Geçin bakalım oturun şöyle. Size en güzelinden hikâyeler anlatacağım bugün. Patlamış mısır ve gazoz da vereceğim. Evet çocuklar, bugünkü hikayemizin adı, Doğa’dan Hikayeler: Düşler Adası’na Yolculuk ya da Salyangoz Nasıl Kurtulur? Zümrüt Dağı Efsanesi ya da Kel Dağ’ın Gözyaşları, Hazır mısınız? (Işık yavaş yavaş kararır. Oyuncakçı, aynı zamanda anlatıcıdır.)
1.Öykü: Düşler Adası’na Yolculuk ya da Salyangoz Nasıl Kurtulur?
Müzik eşliğinde anlatıcı öyküyü anlatırken, olaylar sahnede canlandırılır. Anlatıcı aynı zamanda oyuncakçıdır.
Anlatıcı: (müzik eşliğinde) Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, insanoğlunun doğayı günümüzden daha çok sevdiği zamanlarda, uzak mı uzak bir coğrafyada, Düşler Adası adında bir yer varmış. (arka fonda Düşler Adası slaytı görünür) Burada yaşayan canlılar çok şanslıymış, çünkü çeşmeden kana kana su içebiliyorlar, sokaklarında korkusuz bir şekilde dolaşabiliyorlar ve yedikleri besinlerin hepsini doğal olarak elde ediyorlarmış. Buranın havası o kadar temizmiş, o kadar temizmiş ki, insanlar evlerinin pencerelerini rahatlıkla açabiliyorlarmış. Bu adada her gün Gökkuşağı’nı görmek de mümkünmüş ve çocukların özgürce oyun oynayacakları yeşil alanlar varmış. (Düşler adasının insanları mutluluk dansı yaparlar)
Şarkı:
Kırmızı bir güldür.
Gökyüzü mavidir.
Çimen yeşildir.
Güneş sarıdır.
Yağmurun rengi gridir.
Gecenin koyusu siyahtır.
Toprağın rengi kahverengidir.
Kar beyazdır.
Tüm bu renklerin hepsi gökkuşağındadır.
Anlatıcı: Düşler adasında güzel günler geçiren insanlar, Sisli Puslu şehrinde ise adeta eziyet çekiyorlarmış. Neden mi dersiniz? İsterseniz Sisli Puslu şehrindeki çocuklar neler yapıyor birlikte seyredelim. (arka fonda Sisli Puslu şehrinin slaytı görünür: Beton binalar, fabrika atıkları, duman vb. Şehrin insanları mutsuzluk dansı yaparlar)
Şarkı: (rap formunda söylenir)
GÖK TOPRAK HAVA DENİZ
HER YER KİRLİ HER YER PİS
NEHİR DERE AKARSU
YANLIŞ DEDİM KOKARSU
Tekerleme: (iki oyuncu karşılıklı oynar)
HU… KOMŞU KOMŞU
OĞLUN GELDİ Mİ?
GELDİ
NE GETİRDİ?
İNCİK BONCUK
KİME KİME?
SANA BANA
BAŞKA KİME ?
KARA KEDİYE
KARA KEDİ NEREDE?
AĞACA ÇIKTI.
AĞAÇ NEREDE?
BALTA KESTİ
BALTA NEREDE?
SUYA DÜŞTÜ.
SU NEREDE?
İNEK İÇTİ
İNEK NEREDE?
DAĞA KAÇTI.
DAĞ NEREDE?
YANDI BİTTİ KÜL OLDU.
ANLATICI: (müzik eşliğinde) Evet sayın seyirciler. Ve şimdi reklâmlar? Dünyanın en şanlı insanlarını, yani Çitos yiyen çocukları görüyorum şimdi ekranda.
Çocuk 1: Ben çok güçlüyüm. (halter kaldırarak söyler)
Çocuk 2: Ben çok akıllıyım. (elinde bilgisayar klavyesiyle)
Çocuk 3: Ben çok mutluyum. Neden mi? Çünkü Çitos yiyorum. (elinde Çitos paketi ile dans ederek)
Tekerleme: (iki çocuk sahneye hızlı bir giriş yaparak)
DURUN ÇOCUKLAR! BİR DE BİZİ DİNLEYİN.
BİRGÜN BİRGÜN BİR ÇOCUK
EVE DE GELMİŞ KİMSE YOK
AÇMIŞ BAKMIŞ TELEVİZYONU
GÜZEL DE SANMIŞ ÇİTOSU
YEMİŞ YEMİŞ BİTİRMİŞ
AKŞAMA BAŞLAMIŞ SANCI
AH… AH… AH
(rap formunda söylenir)
SAKIN SİZDE ALMAYIN
MARKASINA BAKIP KANMAYIN
SİZE GÜZEL DERLERSE
SAKIN ONLARA İNANMAYIN
Anlatıcı: İşte böyle efendim Pisli Puslu şehrinin felaketi. Çocuklar yaşadığı kentte hiç de mutlu değillermiş. Beton binaların arasında zehir soluyarak geçirdikleri her gün, onlara tarifi olmayan bir üzüntü veriyormuş. Günün birinde bir grup çocuk, Düşler Adası’na ulaşmak için bir plan kurmuşlar. Acaba nasıl olurda Düşler Adası’na ulaşırız diye düşünürken, yolda sönmüş bir balon bulmuşlar. Yoldan geçen herkesin sırt çevirdiği, buruşturup bir kenara attığı bir balon.
Çocuk 1: Hey baksanıza burada ne buldum?
Çocuk 2: Ah, sönmüş bir balon.
Çocuk 3: Patlak bir balon.
Çocuk 4: Üzgün bir balon.
Çocuk 1: Seni mutlu etmemizi ister misin?
Konuşan Balon: Evet isterim.
Hepsi: (korkarak) Amanın balon konuşuyor.
Çocuk 2: Hadi canım, balonlar cansız varlıklardır.
Çocuk 3: Doğru söylüyor, balonlar konuşamaz.
Konuşan Balon: Çocuklar, beni şişirin ve mutlu edin lütfen.
Hepsi: Amanın balon gerçekten konuşuyor.
Anlatıcı: Konuşan balonu gören çocuklar o kadar çok sevinmişler ki, onu mutlu etmek için şişirmeye karar vermişler. (Daire formunu alan ve el ele tutuşan çocuklar, hayali bir pompa kullanarak balon şişiriyormuş gibi yaparlar. Sonra bu balonla yolculuğa çıkarlar)
Konuşan Balon: Teşekkür ederim çocuklar, şimdi dileyin benden ne dilerseniz?
Hepsi: Biz buradan çok sıkıldık. Düşler Adası’na gitmek istiyoruz.
Balon: O zaman sıkıca bana tutunun, yolculuğumuz başlıyor. (müzik)
Anlatıcı: Ve böylece Düşler adasına doğru maceramız başlıyor. Balon o kadar çok yükselmiş, o kadar çok yükselmiş ki, Pisli Puslu şehri görünmez olmuş. Beyaz bulutlar arasında ise göz gözü görmez olmuş.
Hepsi: Ben çok korkuyorum… Ben de… Ben de… Ben de…
Balon: Sakın korkmayın. Bakın şurada benim en yakın arkadaşlarım olan yağmur bulutu, şimşek ve gökkuşağı var
Yağmur Bulutu: Merhaba, ben doğaya hayat veren yağmur bulutuyum. Ben olmazsam siz de olmazdınız. Y
Şimşek: Ben de sesiyle çocukları korkutan şimşeğim, ama aslında çok iyi biriyimdir. Kükredim mi korkuturum, yağmurları yağdırırım.
Gökkuşağı: Ben de çocukların rüyalarına giren gökkuşağıyım. Kralların düşmanı, çocukların dostu, rengârenk doğarım gökyüzünde.
Anlatıcı: Çocuklar yağmur bulutunu, şimşeği ve gökkuşağını görünce çok sevinmişler sevinmesine, ama nedense gökyüzünde kuş çıkmadığına üzülmüşler.
Hepsi: Hani nerede kuşlar?
Uçak: (müzik) İşte burada kuşlar? Ha… Ha… Ha…
Anlatıcı: Ama bu bir kuş değildi ki? Kuş gibi kanatları olan bir savaş uçağıydı…
Uçak 1: Ha… Ha… Ha… Siz ne arıyorsunuz gökyüzünde?
Uçak 2: Burada bizden izinsiz kimse dolaşamaz. (Uçak oyunu oynanır: Uçak rolünü oynayan çocuklar, sağ veya sol ellerini kanatmış gibi kullanarak ve uçak sesi çıkartarak çocukların arasında dolaşmaya başlar. Hayali uçak, çocukları takip etmeye ve onlar için bir tehdit oluşturmaya başlar. Çocukların uçağın saldırısından kurtulabilmeleri için, yere eğilmeleri ve cenin şeklinde bir pozisyon alarak yere uzanmaları gerekmektedir.)
Anlatıcı: İşte tam bu sırada, çocukların yardıma ihtiyacı olduğu bir anda, barış güvercinleri ortaya çıkmış. (Müzik, barış güvercinleri savaş uçağının çocuklara zarar vermesine engel olur)
Barış Güvercini 1: Benim adım özgürlük
Barış Güvercini 2: Benim adım eşitlik
Barış Güvercini 3: Benim adım kardeşlik.
Hepsi: (elele tutuşarak) Bizim adımız barış.
Anlatıcı: Çocuklar beyaz bulutlar üzerinde yapılan maceralı bir yolculuktan sonra, okyanusun ortasındaki Düşler Adasına ulaşmışlar. Ancak bir de ne görsünler. Hikâyelerde anlatılan ve rüyalarında gördükleri adanın yerine, çorak mı çorak, kurak mı kurak bir ada ile karşılaşmışlar. Ve bu duruma çok üzülmüşler. İşte tam bu sırada hıçkırık seslerini işitmişler.
Çocuk1: Hu Salyangoz, neyin var senin?
Çocuk2: Baksanıza, yüzü ne kadar da solgun.
Çocuk3: Üstelik öksürüyor.
Çocuk4: Üstelik ateşi de var.
Salyangoz: Hoş geldiniz çocuklar ben de sizi bekliyordum. Bulutlar bana öykünüzü anlattılar. Ben çok hastayım.
Çocuklar: Neden hastasın peki?
Salyangoz: Çevreyi kirlettikleri için, artık suların, otların eski tadı kalmadı. Zehir yiyorum, içiyorum sanki. O yüzden hastalandım. Beni iyileştirmek için mavi göle gidin ve oradan bana sihirli suyu getirin.
Çocuklar: Hemen yola çıkıyoruz. Sen merak etme salyangoz.
(Müzikli stilize bir sahne: Adada dolaşma, uçurumun kenarından geçme, ip köprüden geçme vb… yolda büyücü Gargamel ile karşılaşırlar. Gargamel onlara iyi bir insanmış gibi gözükür, tuzağa düşürür. Gargamel’den kurtulurlar.)
Gargamel: Hoş geldiniz çocuklar. Siz bu adada ne arıyorsunuz?
Çocuklar: Biz mavi göle gitmeye çalışıyoruz.
Gargamel: Benimle oyun oynamak ister misiniz? Hiç arkadaşım yok da. Ben çok yalnız bir adamım.
Çocuklar: Mademki, arkadaşın yok, o zaman seninle oynarız? Ama bize mavi göle nasıl gidildiğini göstereceksin
Gargamel: Siz hiç merak etmeyin. Bakın benim bildiğim çok güzel bir oyun var, isterseniz size öğretebilirim. Oyunumuzun adı kurt baba, bir kurt var, o da ben olayım, siz de şarkı söyleyen çocuklar olun. Ne zaman ki, ben siz yiyeceğim dersem, siz de o zaman kaçacaksınız. Anlaşıldı mı?
Çocuklar: Hey ho! Çok zevkli bir oyun bu!
Ormanda gezer iken
Kurt Baba’ya rastlar iken
Kurt Baba, Kurt Baba ne yapıyorsun?
Gargamel: Sizi yiyeceğim, ama gerçekten. Ha… Ha… Ha…
(Öykünün sonu müzikli ve koreografik olarak tamamlanır. Çocuklar Gargamel’in tuzağına düşmüştür. İşte tam bu sırada orman melekleri devreye girer. Gargamel’i etkisiz hale getirirler. Çocukları kanatlarına alarak mavi göle götürürler. Çocuklar mavi gölün şifalı suyu ile hasta salyangozu iyileştirirler. Salyangozun son konuşmasıyla oyun sona erer.)
Salyangoz: Teşekkür ederim beni iyileştirdiğiniz için. Ama önemli olan bundan sonrası çocuklar. Düşler Adası belki eski güzel günlerini göremeyecek, ama sizler var oldukça bizler, güzel günler göreceğiz, güneşli günler…(Işık yavaş yavaş kararırken, oyuncaklar sahneye girer)
Oyuncakçı: İşte böyle demiş salyangoz. Güneşli güzel günler göreceğiz diye. Siz de belki bir gün bu köhne, bu rutubetli dükkândan kurtulur da, aydınlığa kavuşursunuz.
Oyuncaklar: Biz buradan bir yere gitmek istemiyoruz.
Senin yanında kalmak, hikâyelerini dinlemek istiyoruz.
Hani nerede patlamış mısır ve gazoz?
Oyuncakçı: Tamam tamam, sabredin biraz. Önce hikâyemizi tamamlayalım. (Işık yavaş yavaş kararır)
2. Öykü: Zümrüt Dağı Efsanesi Ya Da Kel Dağ’ın Gözyaşları
Anlatıcı: Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bir Zümrüt Dağı varmış; yeşil mi yeşil. Yüksek mi yüksek. Başı taa bulutlara varan. Bir de onun insanları. Zümrüt Şehirliler. Zümrüt Dağı’nı çok ama çok severlermiş. Dört mevsimin dördünde ayrı güzel olan bu dağ, yaz geldi mi hafta sonları piknikçilere ev sahipliği yaparmış. İnsanlar, Zümrüt Dağı’nın yemyeşil eteklerinde piknik yaparlar ve keyiflerine bakarlarmış.
(Bir aile piknik yapıyor; baba mangal yapıyor, anne patatesleri soyuyor, ağabey walkman’de müzik dinliyor, dede uyuklayarak balık tutuyor… Küçük kız kardeş salıncakta sallanıyor… Piknik dansı…)
Anlatıcı: Ayşe Teyze ve ailesi o gün Zümrüt Dağı’nın eteklerinde piknik yapıyorlarmış… Ayşe Teyze becerikli elleriyle, patatesleri, patlıcanları, biberleri, soğanları doğruyor, köfteleri yoğuruyormuş…
Anne: Bey Bey, dikkat et ormanı yakma sakın. Zaten hiçbir iş yaptığın yok, yan gelip yatıyorsun.
Anlatıcı: Mehmet Amca ise mangalı yakıp köfteleri pişirmeye çalışıyormuş. Aslında balık yemeye gelmişlermiş amma! Nerede?
Baba: Baba, uyan balıklar kaçıyor!
Dede: (mahmur bir şekilde) Ne, amanın, balıklar kaçıyor mu? Ben şimdi gösteririm onlara. (suya atlar ve ıslanır)
Anlatıcı: Ailenin en küçük çocuğu olan Zeynep ise o gün çok sıkılmaktaymış. Salıncakta tek başına sallanırken, birden bire aklına cin bir fikir gelmiş. Karnının ağrıdığını söyleyip, ilgiyi üzerine çekmeye karar vermiş. Aslında karnı hiç mi hiç ağrımıyormuş. (Zeynep ailenin tüm fertlerini sırayla dolaşır. Hepsine “Başım Çok Ağrıyor” der, hepsinden farklı bir cevap alır. Amacı ilgi çekmektir, fakat hiç kimseden yüz bulamaz.)
(Zeynep salıncakta kendi kendine konuşmaktadır.)
Zeynep: Of. Çok sıkılıyorum. Kimse benle oynamıyor. Çok yalnızım. Ne yapacağım ben şimdi. Bir arkadaşım bile yok. (Arka fonda yeşil renkli Zümrüt Dağı’nın slaytı görünür.)
Dağ: Hu… Hu… Zeynep… Zeynep…(Zeynep korkar.)
Zeynep: Sen de kimsin.
Dağ: Beni tanımadın mı?
Zeynep: Tanımadım.
Dağ: Arkanı dön de gör.
Zeynep: Aaa, Zümrüt Dağı… Ama sen konuşuyorsun.
Dağ: Eee dağların da bir dili vardır. Ama duyana.
Zeynep: Ama senin gözlerin, ağzın ve burnun da var.
Dağ: Eee, dağların da bir yüzü vardır. Ama görene.
Zeynep: Peki gıdıklanıyor musun?
Dağ: Hayır. Sakın yapma. (Gıdıklar.) Hi hi hi… Lütfen Zeynep yapma n’olur. Beni gıdıklamazsan seninle oynarım.
Zeynep: Hadi canım. Sen nasıl oynayacaksın ki benle. Sen kocaman bir dağsın. Yerinden bile kıpırdayamazsın.
Dağ: Kıpırdayamam, ama seni ormandaki dostlarımla tanıştırabilirim.
Zeynep: Nasıl yani?
Dağ: Sen şimdi görürsün. Sağ tarafa bak bakalım. Ne görüyorsun?
(içeriye bir olta atılır)
Zeynep: Bir olta!
Dağ: At oltayı dereye. Bakalım şansına ne çıkacak. Rastgele.
(Zeynep oltayı dereye atar. Karadeniz ezgili bir müzik girer. Sahnenin altındaki mavi örtünün altından bir tane el çıkar. Zeynep eli çeker; “Hamsi Dursun” sahneye çıkar. Horon tepmektedir.)
İsmail: Selamün Aleyküm uşağum. Nasilsun?
Zeynep: İyiyim ama siz de kimsiniz.
İsmail: Bendenuz hamsi İsmail.
Fadime: Bendenuz hamsi Fadime
Zeynep: Suyun içinde ne ariyosunuz?
İsmail: E hamsiyuk deduk ya! Allah Allah!
Fadime: Senlen oynamaya gelduk yeğenum.
İsmail: Haydi azucuk horon tepelum da neşemizi bulalum.
(Horon teperler. O sırada bir kükreme sesi işitilir. Bir aslan girer. Üzerlerine doğru yürür..)
Aslan: Korkmayın. Beni Zümrüt Dağı gönderdi. Ben bu ormanın kralı, aslan kralım. Karnınız acıktı mı?
Hepsi: Eveeet!
Aslan: Öyleyse buyurun sofraya
Anlatıcı: Ve Aslan Baba onlara mükellef bir sofra donatmış. (Sahnenin bu kısmı sergilenirken mim tekniğinden yararlanılır.) Yemişler, içmişler… İlk lokmaları biraz acıymış! (Ağızları yanar). Hemen su içmişler. Lık lık lık lık. Sonra yedikleri lokma ise biraz ekşiymiş. (Yüzlerini ekşitirler.) Sonra yedikleri lokma ise çok tatlıymış. Yemişler içmişler, tıka basa doymuşlar. Ve Aslan Baba onlara eyvallah demiş.
Aslan: Eyvallah.
Hamsiler: Hadi bize de eyvallah!
(Aslan ve Hamsiler çıkar.)
Zeynep: Hey, Zümrüt Dağı neredesin? Yine yalnız kaldım.
Dağ: Ohoo! Sen de amma sabırsızsın. Bekle azıcık.
(Hareketli bir müzik eşliğinde Orman Perileri girer. Zeynep ile birlikte dans ederler.)
Zeynep: Siz de kimsiniz?
Peri 1: Biz bu ormanın perileriyiz.
Peri 2: Seninle oynamaya geldik.
Peri 3: Bizimle ip atlamak,
Peri 4: Top oynamak ister misin?
Zeynep: İsterim. (birlikte oyun oynarlar, daha sonra da çıkarlar)
Zeynep: Uf… Gene yalnız kaldım. (Kartallar girer. Kartal dansı yapıp eğlenirler.)
Kartal 1: Hadi artık eve gitme zamanı.
Zeynep: Hayır, ben eve gitmek istemiyorum.
Kartal 1: Kanatlarımıza binip uçmak istemez misin?
Zeynep: Evet, isterim.
Kartal 1: Atla o zaman arkaya. (Zeynep’i kanatlarına alıp evine uçururlar.)
Anlatıcı: Zeynep, Zümrüt Dağı ve dostlarıyla geçirdiği o güzel günü hiç unutmamış. Yaz geçmiş, sonbahar gelmiş, sonbahar geçmiş kış gelmiş. Zümrüt dağı olmuş Pamuk Dağı. (Arka fonda beyaz renkli Zümrüt Dağı’nın slaytı görünür.) Her tarafı kar kaplamış. Zeynep her gün odasının camından Zümrüt Dağı’nı izliyor, onu özlüyor da özlüyormuş.
Zeynep: Zümrüt dağı, beyazken de çok güzelsin ama keşke bahar gelse ve sen yine yemyeşil olsan.
Anlatıcı: Zeynep işte böyle her gece yatağına yatarken dua ediyormuş, bahar gelsin, Zümrüt Dağı yeşersin ve yine dostlarına ve Zümrüt Dağı’na kavuşsun diye. Mevsimler geçmiş. Bahar gelmiş. Fakat Zümrüt dağı bir türlü yeşermemiş. Hatta gün be gün kahverengileşmekteymiş.
Zeynep: Hasta mısın sen Zümrüt Dağı? Hastaysan söyle, ben sana nane limon kaynatırım, sırtına havlu koyarım. Doktor Amca’yı çağırırım. Ama ne olur bir şeyler söyle.
Anlatıcı: Zeynep o gece kötü bir rüya görmüş.
(Rüyasında ormandaki dostları girer ve Zeynep’ a seslenirler.)
Dostlar: Bizi hatırladın mı?
Zeynep: Hatırladım tabi. Hiç unutur muyum? Ne oldu size? Çok üzgün görünüyorsunuz.
Dost 1: Ağaçlarımızı kestiler.
Dost 2: Sularımızı kirlettiler.
Dost 3: Kuyularımızı kuruttular.
Dost 4: Artık Zümrüt Dağı yok, Kel Dağ var. (yankı efekti) Kel Dağ. Kel Dağ. Kel Dağ…
Zeynep: Peki kim yaptı bunu?
Dostlar: Kötü korsanlar, eyvah geliyorlar bile.
(Stilize bir şekilde korsanlar ağaçları kesme figürlerini yapmaya başlarlar. Zeynep ise onlara engel olmaya çalışır. Korsanlar Zeynep’i yakalayınca, Zeynep sıkıntıyla kâbustan uyanır)
Zeynep: Nerdesin Zümrüt Dağı, hani yüzün, hani gözlerin. Konuş benimle. Konuşsana!
(Müzik. Zümrüt Dağı’nın önce hıçkırıkları duyulur. Sonra ağzı, yüzü belirir. Ağlamaktadır.)
Zeynep: Aaa, ağlıyorsun sen. Sana “Kel Dağ” dedikleri için mi?
Dağ: Kel dağ dedikleri için değil, beni kel ettikleri için. Ağaçlarımı kesip, derelerimi kirlettiler. Eteğimde yaşayan hayvanların hepsi ölmek üzere. Yakında tepemdeki bulutlarımı da kirletecekler. Ama o zaman, kapkara bir yağmur olup, üzerlerine yağacağım. Kel Dağ’mış. Bana ne!
Zeynep: Hayır, sen Zümrüt Dağı’sın ve hep öyle kalacaksın.
Anlatıcı: Ama Zümrüt Dağı o gece öyle bir ağlamış, öyle bir ağlamış ki… O ağladıkça bulutlar ağlamış, bulutlar ağladıkça Zümrüt Dağı ağlamış ve sonunda Zümrüt Şehri’ni bir sel basmış.
(Müzik. Arka fonda sel ve felaket görüntüleri )
Anlatıcı: Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana diyemeden sel olup gitmiş Zümrüt şehri. İnsanlar çaresiz bir şekilde yollara düşmüşler, üzgünmüşler, umutsuzmuşlar. Ancak o sırada oraya gelen çevrecilerin sesi birazcık da olsun onlara umut vermiş.
Şarkı: (rap formunda söylenir, herkes şarkıya katılır)
GÖK TOPRAK HAVA DENİZ
HER YER KİRLİ HER YER PİS
NEHİR DERE AKARSU
YANLIŞ DEDİM KOKARSU
(Doğayı kirleten fabrikanın sahibi slaytta görünür.)
Fabrika Sahibi: Ne oluyor sevgili halkım. Ne bu karmaşa? Ne bu gürültü?
Halk:
Yuh. Patron dışarı! Patron dışarı!
Yeter artık ağaçlarımızı kestiğin.
Yeter artık derelerimizi kirlettiğin.
Yeter artık atmosferi kirlettiğin.
Ya doğayı seversin, ya da burayı terk edersin.
Fabrika Sahibi: Kim kesmiş ağaçları, ben mi kesmişim. İki gözüm önüme aksın ben kesmedim.
Halk: Yalan söylüyor. Biz de artık kimi keseceğimizi biliyoruz.
Fabrika Sahibi: Kimi keseceksiniz? Ne yapıyorsunuz sevgili halkım? Durun bir dakika. (Yumruklar hazırlanır.) İmdat.(Yumruklama. Sevinç dansı.)
Anlatıcı İşte böyle… Zümrüt Şehir’liler insan hayatına zarar veren, çevreyi kirleten bu fabrikadan kurtulmuşlar. Sonra da hep beraber Zümrüt Dağı’nı ağaçlandırmışlar. Bir parça da olsun eski güzel günlere dönmek ümidiyle, zararın neresinden dönersek kardır demişler kendi kendilerine…
Çocuk 1: Zümrüt Dağı’nda 3 ulu ağaç varmış.
Çocuk 2: Gece gündüz dua ederlermiş.
Çocuk 3: Biri ağaç dikenlere.
Çocuk 4: Biri doğayı sevenlere.
Çocuk 5: Biri de bu oyunu oynayıp seyredenlere…
Işık yavaş yavaş kararırken, oyuncaklar tekrar sahneye girer. Oyuncakçı ile birlikte mutluluk dansı yaparlar.
1 Yorum
merhaba.. doğadan hikayeler adlı oyunun oyun esnasındaki orjinal müziklerini nasıl bulabilirim? yardımcı olabilirseniz çok sevinirim, teşekkürler.