Ceren Okur
Assitej’in düzenlediği Bursa Festivali’ni değerlendirmeye çalıştığım yazının bu son bölümünde sokak gösterilerine, biri İzmir’den diğeri Antalya’dan iki çocuk oyununa değineceğim.
Sokağın Neşesi
Ankara Sokak Sanatlar Atölyesi
2008 yılında kurulan grup yapısıyla amatör, sanata yaklaşımıyla profesyonel olarak çalışmalarını sürdürüyor. Ankara’dan festivale katılan grup Onur Kaya’nın “Pandomimce” ve canlı manken gösterisi sergilediler. İlk kez canlı manken gösterisini bu gruptan izledim. Yurt dışından gelen özel boyalarla (yüz, giysi, ayakkabı için ayrı ayrı) tepeden tırnağa metalik renge boyanan Emre Demir ve Birkan Bilgin tema olarak “Cumhuriyet ve Devrimler”i seçmişler. Efekt ve müzik eşliğinde beden gücüne ve konsantrasyona dayanan gösterilerini başarıyla sergilediler ve sokaktan geçenlerin ilgisini çekmeye başardılar. Görsel olarak etkileyici bulduğum bu gösterinin teması hakkında kuşkular besliyorum. Sanatçının bir festivale istediği performansla katılma özgürlüğü elbette saklıdır ancak gönlüm çocuk-gençlik-tiyatro konuları üzerine bir düzenlemeyi tercih ederdi. Bu gösteri bomba taşıyan bir canlı mankenin hayatın neresinde durduğunu ve kent merkezlerinde görmeye alışık olduğumuz militarist yaklaşımın pekiştirilmesi sanatın işlevi içinde hangi noktada yer alır sorusunu sordurdu bana.
“Pandomimce” oyunu Onur Kaya tarafından açık havada sunulan bir pandomim gösterisi. Onur Kaya pandomim sanatını ustalarından öğrenerek ilerlemeye çalışan genç bir tiyatrocu. Sunduğu gösteri efektlerle öylesine bezenmişti ki, seyircinin pandomimde olmazsa olmaz kabul ettiğim hayal gücünü sınırlandırıyordu. Gösteride bölümler arası geçişlerde sorunların olması ve efektin kulak tırmalayıcı tonu izleyiciyi sıklıkla sahneden kopardı. Onur Kaya pandomimde yetenekli ve hevesli bir genç sanatçı adayı. Beyaza boyadığı yüzü üzerinde hemen dikkati çeken pala bıyıkları ve fötr şapkası oldukça ilginç bir hava katıyor kendisine; tipolojisinin çekiciliği ve bu tip üzerine kuracağı kendi karakteriyle ileride kendi sahne karakterini yaratabileceğinin işaretlerini veriyor. Umarım ki çalışmalarına devam eder ve Kemal Sunal’ın sinemada, Rüstü Asyalı’nın Keloğlan’da yakaladığı başarıyı pandomimde yakalar.
“Kavuklu ile Pişekâr” Ekim Sanat Oyuncuları
Gelenekseli günümüzde yaşatmaya çalışan Ekim Sanat Oyuncuları büyük bir özveriyle açık havada yağmur altında oyunlarını sahnelediler. Oyunun başlama saatinde yağan yağmur seyircinin ilgisini dağıtsa ve oyuncular için endişelenmemize sebep olsa da oyunu sonuna kadar bu olumsuz koşullarda seyrettirmeyi başardılar. Kavuklu ve Pişekâr bu sefer çocuklara uygun bir tema ile karşımıza çıktılar. Kavuklu oyunda orman bekçisi olarak işe girer ve çeşitli durumlarla karşılaşır ormanda. Oyunda kullanılan güncel espriler ve tiplemeler çocukların ilgisini çekecek düzeydeydi. Genellikle bu tür geleneksel gösteriler çocuklara uyarlanırken çok fazla mesaj içerikli ve abartılı güncellik kaygısı güdülerek temaşanın keyfi ötelenir. Ekim Sanat ise bu dengeyi iyi kurarak başarılı bir performans sahnelemeyi becerdi. Didaktik öğelerden mümkün olduğunca kaçınıp, halk tiyatrosunun eğlence unsurunu öne çıkararak çocuklar kadar yetişkinlerin ilgisini de çekmeyi başardı. Taşınabilir stilize dekor parçaları ile kolayca açık havada ve okuldaki boş alanlarda sahnelenebilen bir oyun tasarlayan tiyatro ekibi bu oyunu 7+ yaş için oynuyor. Halk tiyatrosunu, Kavuklu ve Pişekâr’ı çocuklara anlatmak için nitelikli bir oyun.
“Ben, Sen, O, Biz, Siz, Onlar” Anatole Sokak Oyuncuları
Eftal Gülbudak’ın tek kişilik Açıkhava gösterisi var karşımızda. Mim, pandomim, doğaçlama ve gözbağcılık tekniği ile tiyatral öğelerin başarıyla harmanlandığı müzik eşliğinde sunulan bir gösteri var karşımızda. Eftal Gülbudak gösterisine doğaçlama ile başlayıp seyirciyi hem kendisine hem de sokakta izlenen gösteriye ısındırıyor, bayram çocuğu neşesini yarattığı karakterle seyirciye taşıyor. Yaklaşık 30 dakika süren gösteri, içinde illüzyon, pandomim gösterilerini barındırsa da bütünlük asla bozulmuyor, başından sonuna parçalar birbiri içinde eriyerek gösteri örgüsü ilerliyor. Tabiri caizse karşımızda tereyağından kıl çeken neşeli, hüzünlü, kahkahalı, sevimli ama hep ilgi çekici bir gösteri var. Eftal Gülbudak gösterisini yer, zaman ve seyircinin yaşına göre her seferinde yeniden yapılandırıyor, seyirciyi gösteriye ısındırırken kullandığı oyunları değiştiriyor. Sahneye ve kullandığı tekniğe hakim olan oyuncu açık alanda tek başına bir mucize yaratmayı beceriyor. Seyircinin ilgisini her saniye kendisinde tutmayı başaran ve bu sürede seyirci için unutulamayacak bir gönül bağı kuran oyuncu, gösterisinin sonunda seyircileri bile birbiriyle kaynaştırmayı başarıyor. Eftal Gülbudak gösterisinde “oynayan bir çocuk”; önce kendisi eğleniyor, seyircisini tanıyor, gösteri yaptığı mekânla ve mekândaki objelerle ilişkiye giriyor, seyircisinden alkışını istiyor. Bir gösterinin kendiliğindenliğini yakalamak en zor iş olsa gerek. Üstelik bunu tek bir oyuncunun başarması ustalıklı teknik ister. Gülbudak pandomim, mim ve illüzyon tekniğini geliştirmiş bir oyuncu, bedenine hakim, kendinden emin; sahneye çıktığında tek derdi oynamak olan yaramaz ve neşeli bir oğlan çocuğu görünümünde. Sessizliği ve hareketsizliği bile oyun olarak kullanabilen usta bir oyuncu. Kullandığı aksesuarlar, kostümü ve makyajı içerikle bütünleşen ve imza taşıyan cinsten. Bu gösteriyi anlatmak hatta tanımlamak olanaksız görünüyor, hani bazı gösteriler vardır ancak gördüğünüzde “evet bu” diyebilirsiniz, ancak seyrettiğinizde içinizdeki coşkuyu hissedebilir, tiyatronun büyüsünü paylaşabilirsiniz, böyle bir gösteri sunuyor Gülbudak Bursa’da. Kendisini çeşitli oyunlarda, özellikle Anatole Sokak Oyuncuları’nda seyretmiştim. Tiyatro genelinde çocuk ve gençlik tiyatrosunun sorunlarına duyarlı, yaptığı işler ve projelerle disiplinli, araştırmacı ve deneysel bir tiyatro insanı olarak bilirdim ama bu gösteriye kadar bir “büyücü” olduğundan haberim yoktu.
“Sevda Bahçesi” Tarla Faresi Tiyatrosu
Tarla Faresi Tiyatrosu 2003 yılında İzmir’de Hicran Çalı Polacanlı ve Hakan Polacanlı tarafından kurulan, çocuk oyunları oynayan bir tiyatro grubu. Sevda Bahçesi ise Nazım Hikmet’in Sevdalı Bulut’undan 2006 yılında uyarlanan iki kişilik bir oyun. İlkin oda tiyatrosu olarak tasarlanan oyun daha sonra geliştirilerek salonda oynanabilecek yapıya oturtulmuş. Oyuncular seyirciyi fuayede karşılayıp yerlerine oturmalarına yardımcı oluyorlar, küçük yaşta izleyiciyle başlangıçta kurdukları sıcak teması önemsiyorlar. Karşılamadan sonra sahnede yerlerini alan oyuncular, oyun karakterlerine yavaş yavaş bürünerek salonun yerleşmesini bekleyip “hoş geldin” şarkısı ile oyuna başlıyorlar. Çocuk oyunlarında alışageldiğimiz iyi-kötü karşıtlığı bu oyunda da karşımıza çıkıyor. Oyun 5–10 yaş grubu için hazırlanmış ve bulut, tavşan, devedikeni gibi karakterler kukla olarak oynatılıyor. Oyuncular kendi karakterlerinde kalırlarken aynı zamanda başarıyla diğer kuklaları oynatabiliyorlar. İki kişi ile sahnede kuklaları canlandırmak ve aynı zamanda oyun kişisi olarak oyuna devam etmek kafa karıştırıcı olabilecekken Polacanlı’lar buldukları çözümlerle bu sorunun üstesinden gelmeyi başarmışlar. İyi-kötü karşıtlığından yola çıksa da oyun sakin, fazla sese ve harekete, koşturmacaya yer vermeyen yapısıyla alışılageldik “gürültülü” oyunlardan hemen ayrılıyor. Müzikler ve oyunculuk uslupları hikâyeyi anlatmak üzerine kurulu. Stilize oyunculuk yine stilize dekor ve kuklalarla tamamlanıyor. Oyunda kullanılan tavşan kuklası her çocuğun evinde olabilecek bir oyuncaktan ibaret. İlk bakışta bu özensiz bir seçim olarak görünse bile, çocuk açısından baktığımızda evdeki oyuncakların birer kukla olabileceğine çocukların hayal gücünü tetiklemekte. Kuklalar oynatılırken yapılan başarılı ses değişimleri oyun kişilerinin karışmasını engelliyor. Aynı stilize özeni danslarda da görüyoruz. Az ve seçilmiş hareketlerden oluşan başarılı bir koreografi kullanılmış bu oyunda. Müzikler banttan veriliyor; öğreniyoruz ki bu ilk sahne oyunlarında müziği banttan kullansalar da diğer oyunlarında canlı müziği tercih etmişler. Oyuncular oyunlarındaki sıcak atmosferi seyirciye geçirebildiklerinin farkındalar, bu yüzden zaman içinde oyunun aksayan yönlerini (banttan müzik, fırtına sahnesi, oyunun sonu, bulut kuklası gibi) olduğu gibi bırakmayı tercih etmişler. Birkaç küçük tasarım değişikliği ve reji düzenlemesiyle çok daha iyi bir tekniğe sahip olabilecek oyun hali hazırda seyirciyi, yaşı ne olursa olsun sahneye odaklamayı başarıyor. Tarla Faresi Tiyatrosu çocuk tiyatrosuna bakışındaki sağlamlıkla karşımıza samimi ve sıcak bir çocuk oyunu çıkarıyor. Gürültü, yüksek ses, çok ve anlamsız hareket olmadan da küçük yaşta izleyicinin ilgisinin sahneye çekilebileceğini bize bir kez daha gösteren yaşı ne olursa olsun seyircisini kavrayan yumuşacık bir oyun “Sevda Bahçesi”.
“Otobüs Durağında Üç Bencil” Antalya Büyükşehir Belediye Tiyatrosu
Antalya Büyükşehir Belediye Tiyatrosu 27 yıllık bir geçmişe sahip kurumsal bir tiyatro. Oyunlarını kendilerine ait iki tiyatro salonunda, kenar semtlerde ve kültür çadırlarında sahneliyor, haftanın beş günü düzenli gösterim yapıyorlar. Sezon kapanınca bölgelere giden ABBT bu sezon tır üstünde de oyun oynayarak seyircisiyle buluşmayı planlıyor. Özer Tunca’nın yazıp yönetmenliğini yaptığı oyun daha önce Bursa Devlet Tiyatrosu’nda da sahnelenmiş bir oyun. Bencil, yalnız ve hoşgörüsüz üç kişinin tesadüfen aynı otobüsü bekledikleri oyunda üç kişinin bencilliklerinden dolayı yaşadıkları iletişim sorunları ve sonuçları ortaya konuluyor. Neredeyse hiç sözün kullanılmadığı oyun mim gösterisiyle açılıyor. Objelerin bir diğer oyun kişisi tarafından seslendirildiği, oyuncakların ve çeşitli objelerin kullanıldığı oyun hareketli yapısıyla seyircinin ilgisini sahnede tutmayı başarıyor. ABBT Bursa’da bu oyunla prömiyer yapıyor, bu yüzden bazı aksamalar söz konusu ancak zaman içinde bu aksamaların giderileceği ve oyunun oyunculuk açısından yerine oturacağından şüphe yok. Oyuncuların mim tekniğinde ve çalmayı yeni öğrendikleri müzik aletlerinde ustalaşacakları düşünülürse karşımızda eğlenceli ve emek verilmiş bir çocuk oyunu var.
Oyunu seyrederken daha önce (yanlış hatırlamıyorsam) 7. Bursa Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’nde izlediğim Danimarka’dan Dansk Rakkerpak’ın “Two is Company – Three is a Crowd”unu hatırlıyorum. Oyun iki arkadaşın parkta yedikleri öğlen yemeğine davetsiz bir misafirin katılma çabaları ve aralarındaki iletişim sorunlarını eğlenceli bir dille anlatsa da groteske varan bir ürkütücülüğü içinde barındırıyordu. Two is Company – Three is a Crowd (İki İyidir-Üç Fazlalıktır diye çevrilebilir) ile Otobüs Durağında Üç Bencil oyunu yapısı, ana kurgusu ve iletişimsizliğin vardığı nokta olarak sayısız benzerlik gösteriyor. Özer Tunca’da aynı oyunu izlemiş ve etkilenmiş bir yönetmen. Kendi deneyimlerinden çıkarak bencillik kavramı üzerinde odaklanarak yazdığı oyun kurgu ve olaylar gelişimi olarak neredeyse aynılaşıyor Two is Company – Three is a Crowd oyunu ile. İkisi arasındaki olaylar gelişiminde farklılaşan noktalarda ise Tunca’nın oyununun sarktığı ve inandırıcılığını yitirdiği yerleri görmek mümkün. Buna bir örnek olarak her iki oyunun sonuna bakmak yeterli olacaktır. Danimarka’nın oyununda iletişimsizlik ölümle sonuçlanır ve hatta ölümden sonra bile devam eder. Two is Company – Three is a Crowd sözün kullanıldığı bir oyun. Oyunda şiddetin dozu yavaş yavaş artar en sonunda iş el bombalarına ve bazuka ile havaya uçurmaya kadar varır. Seyirciyi şaşkına çeviren bu ürkütücü şiddet oyun boyunca aslında alttan alta hazırlanıyor ve inandırıcılığını koruyor. Oyunda ölüm, artan öfkenin cinnete kadar varmasıyla kaçınılmaz ve inandırıcı bir sonuca ulaşıyor ve seyirciye iletişimsizliğin, bencilliğin, hoş görüsüzlüğün sonuçlarını tartıştırıyor. İletişimsizliğin varabileceği şiddetin boyutunu bizlere göstermesi açısından yetkin bir çocuk oyunu (aile oyunu) Two is Company – Three is a Crowd. Şiddetin doruğa ulaştığı sahneye Tunca’nın oyununda baktığımızda ise bazukadan konfeti yağmaya başlıyor böylece şiddetin dozu yumuşatılmaya çalışıyor. Oysaki konfeti oyunda artan gerilimi bir anda farklı bir havaya dönüştürüyor ve oyuna ilgisini kaybeden küçük yaştaki seyirci izlediğim oyunda konfetileri toplamak için sahneye uzanıyor. Son noktaya kadar neredeyse sözsüz süren oyunda bencillikten vazgeçildiğini göstermek adına “söz”e başvuruluyor. Sözsüz ilerleyen bir oyunun sonunda da sözcükler havada asılı kalıyor. Tunca’nın oyunundaki aydınlanma sahnesi inandırıcılıktan uzaklaşıyor, tepeden inme bir çözümle oyun son buluyor.
Her iki oyunun olaylar örüntüsü neredeyse aynı ilerliyor. Dansk Rakkerpak’ın oyununda iki –sözde- arkadaşın arasına katılmaya çalışan üçüncü sorunlara neden olur ve tüm iletişimi bozarken Tunca’nın oyununda birbirini tanımayan üç bencil palyaço bir otobüs durağında karşılaşır. Tunca’nın oyununu Dansk Rakkerpak’ın oyunundan sonra yazdığı düşünülecek olursa benzerlik insanı ister istemez etkilenme-esinlenme-adaptasyon-temellendirme üzerine düşünmeye itiyor. Bir oyun düşünün ki seyredenlerin aklına başka bir oyun geliyor ve karşılaştırma yapmak kaçınılmaz oluyor. Sanatçılar elbette okudukları, seyrettikleri kısacası algıladıkları her şeyden esinlenir ve yaratım malzemesi olarak kullanırlar. Ancak dramaturgisinde eksiklikler olan bir oyun başka bir yetkin oyunu bu kadar çağrıştırıyorsa buna esinlenme değil bir eseri temel alma onun üzerinden yapılandırma denilebilir. Dansk Rakkerpak oyunlarını doğaçlama ile çıkarıyor ve yazılı metin kullanmıyor. Bu durumda Tunca’nın metinden esinlenmesi söz konusu değil seyredilen oyunu temel alması bunun üzerine oyununu yapılandırması söz konusu. Tunca’nın daha önce başarılı oyunlarını seyrettim. Bu kadar başarılı bir yazar ve yönetmenin çocuk tiyatrosu alanında ürün vermesi çok sevindirici ancak sanatsal bir ürün ortaya koyarken nerede esinleniyoruz nerede başka bir oyun ya da metni temel alıyoruz daha ince eleyip sık dokunması gerekiyor.