Nedim Saban
Cebime 100 lira koyduğum gibi kitap fuarına gittim, “fazlasını harcamak yasak” diyerek.
İnternet çıktığından bu yana okuma oranımın ciddi biçimde azaldığını ve okumam gereken kitapların yığıldığını farkedince, 100 lira sınırı kendime cezaydı. İyi ki TÜYAP’ın büfesindeki servis berbat, kuyruklar beklenilir gibi değil de, sandviçten artakalan 7 liramı da kitaba yatırabildim.
Kitap fuarı, coşkulu kalabalıklar adına umut verici, Türkiye coğrafyası adına umut verici, bu coğrafyada beraber yaşamak adına umut verici. Ancak bu yıl ziyaret edilme rekorları kırsa da, yine de kapalı bir dünya!
Dış dünyayla ilgili yaşadığım iki basit olay bu iddiamı perçinledi. Beylikdüzü’ne kadar gitmişken, orada oturan bir arkadaşımı aradım, kitap fuarında değil, yeni açılan alışveriş merkezindeydi.
Kitap fuarının çıkışında güvenlik görevlileri toplu taşıma araçlarına zamları protesto bildirisi dağıtan TKP’li gençlere binbir zorluk çıkartıyordu. “Dağıtsınlar çocuklar” dedim, aldığım yanıt ürkütücüydü, “ama siyasi içerikli yayın dağıtıyorlar!”.
Hürriyet’teki bir beyefendi köşe yazarı Cihangir’de İşçi Partili gençlerin dergi satmalarına müdahale edince, “senin gibi memleketi satmıyorlar hiç değilse” cevabını almış ya, ben de ironik bir cevap verecektim, ama ironik yazı yazmayı yeğledim.
İşte kitap fuarı çıkarımlarım:
1) Balbay gözleri yaşla karşıladı beni. Cumhuriyet Kitap’ın standından ulaşamadığı okurlarına “özlem mesajı” yollamış. Bu ülke pek çok aydınını cezaevinde çürüttü, çürütmeye devam ediyor. Tiyatrocu abimiz Misak Toros’un cenazesinde Ermenice bir deyim söylendi, “öl ki seveyim!” Aydınlarımızı öldürüp, sevmekte ustayız…
2) Birkaç ay önce kaybettiğimiz Füsun Akatlı’nın anısına bir panel düzenlendi. Pınar Kür’ün konuşması da “öl ki seveyim”le örtüşen zenginlikler içeriyordu. Aralarında Akatlı’nın eşi Metin Altıok’un da bulunduğu 37 aydının Sivas’ta hunharca katledilmesinin ardından Cengiz Çandar’ın yazdığı “aklayıcı” yazıyı dinledik, sonra Hilmi Yavuz, Akatlı’nın Yeditepe Üniversitesi’nden nasıl kovulduğunu anlattı. Kanser olmakta geç kalmışsın Füsun Akatlı diye geçirdim aklımdan. Türkiye’de aydınlar bu kadar baskı altındayken, ölmekte çok geç kalmışsın!
3) Tüyap’ta panellerin yapıldığı Büyükada, Kınalıada salonlarının adlarının acilen Silivri, Karacaahmet, Aşiyan olarak değiştirilmesi gerekiyor. Sevdiklerimizin çoğu orada, Tüyap’ta imza verenler de ya orada olmaktan korkuyor ya da istiyor gibi geldi bana. (Tabi imza gününe gelen Grangé adına konuşamam)
4) Türban konusundaki görüşlerim ulusalcılarla örtüşmüyor, ancak bu konudaki özgürlükler tartışılırken neden kadınlara söz hakkı tanınmaz merak ederim. İnsanların din ve vicdan özgürlükleri konusunda mümkün olduğunca açık görüşlü olmakla beraber henüz yaşamlarında kavramlar tam olarak oluşmamış ilkokul çocukları için bu fuarda sayısız orandaki dini yayın dikkatimi çekti. Kim denetliyor bunları? Din, ahlak değerleri iyi hoş da, çocuklara hep doğru şeyleri mi öğretiyor bu yayınlar merak ettim?
5) Öte yandan edebi değeri tartışılmaz olan çocukluğumuzun Samed Behrengileri nerede? Nerede Aytmatovlar? Kaybomuşlardı sanki!
6) Solcu bir gazetede yazıyorum ama bu fuarda sol adına yeni yayınların hiç heyecan verici olmadığını, aynı teranenin okunduğunu, öte yandan sağcıların kendilerini acayip geliştirme heyecanı (hatta telaşı) içinde olduklarına, sanki dünyaya yeni gelmiş gibi standlara saldırdıklarına, yeni yazarlar çıkartma dertlerine düştüklerine tanık oldum.
7) İstanbul’un bile varlığını pek yakında tartışacağımız günlerde, çok tartışmalı projelere imza atan 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın bu kez iyi bir şey yapması beni çok mutlu etti. Zehra İpşiroğlu gibi bir tiyatro değerimizin Ayaspaşa’yı, Sennur Sezer’in Kasımpaşa’yı, Piraye Şengel’in Acıbadem’i, Cem Erciyes’in Galatasaray’ı, Deniz Kavukçuoğlu’nun Mühürdar’ı, Güngör Gençay’ın Kuledibi’ni yazması dikkatimi çekti. Artık istedikleri kadar yıkabilirler. Yık ki, o semti seveyim!
8) Mitos Boyut ve Yılmaz Öğüt denilen kişinin heykelinin dikilmesi gerekiyor bence. Sinema kitaplarının bile azınlığa düştüğü bir dünyada, üstelik tiyatrocular göğsünü gere gere, oyun okumaktan sıkıldıklarını söylerlerken, ısrarla oyun yayınlıyor. Sevgili Yılmaz Öğüt, öl ki seveyim!
9) Murat Gülsoy, dinlediğim panelde edebiyatımızda “ironinin” eksikliğinden söz etti. “Kapitalizm ironiyi sevmez çünkü malını pazarlamak için doğrudan söylemek zorundadır” dedi. Oysa edebiyatın derdi mal satmak olmadığına göre, ironi ile edebiyatın ve sanatın ironi ile arasının prensipte iyi olması lazım! İroni akıl gerektirdiği için midir nedir, bizler sözü tersten söylemek yerine, terslemeyi, küfür etmeyi daha çok sever olduk son zamanlarda.
İşte bu yüzdendir ki, kitap fuarında karikatüristleri, mizahçıları, aynı gazetede muhalefet liderini dansöz olarak çizebildiği gibi, ertesi gün aynı fırçayla başbakana da dokundurabilecekleri aradı gözlerim. Ama galiba onlar tanıdıklarına iş bağlama peşindeydiler
Yok yahu ironi yapmıyorum. Basbayağı laf geçiriyorum!