Melih Anık
Önce kronolojik olarak bir hatırlatma yapayım.
Yazımı 19 Ekim 2010’da kendi blogumda (melihanik.blogspot.com) yayımladım. Yazı aynı gün Mimesis portalinde yayımlandı. Arif Akkaya aynı tarihte blogumdaki yazının altına yorum yaptı: “Yazınıza yanıtım gelecek, merak buyurmayınız. Arif Akkaya” Ben de altına cevap-yorumumu yazdım.
20 Ekim 2010’da Arif Akkaya cevabını mesaj olarak gönderdi. Ben kendisini aynı gün mesajla cevapladım.
Yazı 25 Ekim 2010’da Tiyatro Dünyası portalinde yayımlandı. 3 Kasım 2010’da Arif Akkaya cevabının yayımlanması talebini belirten (muhtemelen editöre bir not) bir yorumu yazının altına eklemiş: “Melih Anık Bey’in eleştirisine yanıtımı kendisine yollamıştım. Cevap hakkı doğurduğu için lütfen o yazıyı da yayınlayım. Saygılarımla”
Arif Akkaya’nın yanıtı 8 Kasım 2010 da Tiyatro Dünyası portalinde “Arif Akkaya’dan Melih Anık’a Cevap” başlığı ile yayımlandı.
Yazının yayımlandığı ve Arif Akkaya’nın benim blogumda yazımı okuduğu 19 Ekim 2010 tarihinden itibaren bana mesaj olarak gönderdiği cevabının (20 Ekim 2010’da hazır olmasına rağmen) Tiyatro Dünyası’nda cevap olarak yayımlanmasını istediği tarih (3 Kasım 2010) arasında tam 15 gün var. Kaldı ki yazı 19 Ekim 2010’da Mimesis’de yayımlanmıştı. Arif Akkaya, cevap alanı olarak Mimesis’i kullanmak istememiş anlaşılan.
Arif Akkaya, yazımı benim portalimde okuyor, yorumluyor, bana mesaj olarak cevabını gönderiyor ama cevabını ancak yazım Tiyatro Dünyası’na düşünce, cevap hakkı doğurduğunu belirterek yayımlanmasını istiyor. Oysa ki cevap hakkı yazı yayımlandığında doğmuş demektir. Biliyorum ki Can Törtop’a yazısını gönderse yayınlanır hemen. Ama yapmıyor, bekliyor. Bu tiyatro dünyamızda çok sık gördüğüm “plânlı” bir tavır.
Doğrusunu isterseniz Arif Akkaya’nın cevabı beni şaşırtsın, düşündürtsün isterdim. Ama olmadı. Üzüldüm.
Gelelim cevaplara:
Blogumdaki yazının altına 19 Ekim 2010’da yazdığı yoruma (“Yazınıza yanıtım gelecek, merak buyurmayınız. Arif Akkaya”) cevabım, blogumda yorum olarak duruyor:
“Sayın Arif Akkaya,
Arzunun Onda Dokuzu ismi ile yönetmiş olduğunuz oyun ile ilgili yazımı daha henüz başka bir portalde yayımlanmadan önce okumuş olmanızdan memnun oldum.
Ayrıca yazımın altına eklediğiniz yorumunuzda “Yazınıza yanıtım gelecek merak buyurmayınız. Arif Akkaya” notuna da teşekkür ederim.
Yazımın sizin gibi bir tiyatrocu tarafından okunması ve de cevap yazılacak olması beni mutlu eder. Size verdiğim değer yazımın içinde ve daha önce adınızın geçtiği 6 yazımın içinde de var.
Muhtemelen oyun yorumu beğenilmeyen bir yönetmenin alınganlığını dile getiren ve de bu arada benim tiyatro bilgimin aşağılanacağı bir yazı olacaktır. Bu alışmadığım bir durum değildir ama umarım nefesiniz benim vereceğim cevaplara yetecek kadar kuvvetlidir.
‘Merak buyurduğumu’ nereden çıkardınız? Ben cevap verilsin diye yazıp, gelecek cevapları beklemiyorum ki! Ben düşüncelerimi köşemde yazıyorum isteyen bulup okuyor. Ayrıca siz benim bloguma misafir olmuşsunuz. Size nazik davranmak ev sahibi olmamın gereğidir.
Eğer bu önceden haber verme ‘Yazını kaldır yoksa cevap veririm ha’ ise yazı yukarda durmaktadır gördüğünüz gibi. Ama yazılarımı alıp yayımlayan sitelere giderse daha çok okunma olasılığı vardır. Doğaldır ki cevabım sizin cevabınıza uyan bir üslupta olacaktır. Umarım öncelikle hakkınızda yazdığım diğer yazıları okuyarak cevap verirsiniz. Ayrıca blogumdaki diğer yazıları okumadan ve beni tanımak gereği duymadan salt son yazıya cevap verirseniz sanırım hata edersiniz. Yani ‘bilmiyordum’ olmasın.
Ben cevabınızı kabaca hazırladım, üslubu için sizin cevabınızı bekliyorum.”
Arif Akkaya cevap yazdı ve bana mesaj olarak gönderdi. Cevap hakkını kullanmak için neden 15 gün bekledi bilmiyorum.
Aşağıda Arif Akkaya’nın bana mesaj olarak gönderdiği ve de Tiyatro Dünyası’nda yayımlanmış cevabına 20 Ekim 2010’da mesaj olarak gönderdiğim cevap (Açıklamaları belirttim).
“Sayın Arif Akkaya,
Cevabınıza teşekkür ederim. Umduğum gibi çıktı.
“Provokatör, sen yönet de görelim, saldırgan, bir daha benim hakkımda yazma, S.K.R.Y., eleştirmenlere değil halka oyun yapıyoruz, senin zihniyetine inat … ” vb sözleri daha önce de duydum.
Düşüncelerimi yazıyorum, kendime “eleştirmen” demiyorum, çok oyun yönettim, yazdım, kafama uyarsa keyfim için gene yönetirim. Bazılarının oyunlarından da iyi olur yönettiğim oyunlar, eminim. (Bir kadroya alsalar 🙂
Oyunu halka yapıyorsanız halkı dinleyin ama yazdığınız cevaba bakınca beni okumanızda yarar var. Sizi önceden uyarmış olmama rağmen okumamışsınız.
Bu halka tiyatro yapıyoruz söylemi de artık miyadını doldurdu, kimse YEMİYOR! Halka tiyatro yapmayın, siz TİYATRO yapın öncelikle, halk kendini değil “tiyatro”yu görsün! (Açıklama: “ÖNCE!”)
Ben yönettiğiniz oyunları beğenen biriy(d)im. Daha önceki yazılarımda bu açık. O zamanlar değildim şimdi “Provokatör” oldum herhalde:). Ama sizin zihniyetiniz muhtemelen alkışları duymaya ayarlı olmalı ki beğenilmediğinizde bu kadar isyan edip hakaret edebiliyorsunuz.
Oyunun isminden başlayalım.
Önce bir hatırlatma :
“İsmi orijinalinde “A Picasso”, kitap kapağında “Bir Picasso Lütfen” olan oyun Bursa Devlet Tiyatrosu’nda da aynı isimle sahnelenmiş. Oyunun tercümanı Şükran Yücel, Arif Akkaya’nın önerisi üzerine oyunun Duru Tiyatro’da “Bana bir Picasso Gerek” ismiyle oynanmasına izin vermiş. Arif Akkaya’nın önerisinin çok yerinde olduğunu düşünüyoruz.”
Bu benim bir yazımdan alıntı.
Yani siz daha önce oyun ismini değiştirmişsiniz. Bu oyunda da değiştirmek istemişsiniz ama olmamış. O zaman oynamayın oyunu. Yönetmen olarak kendinizi yazarın üstünde gördüğünüze göre ağırlığınızı koyun ve YÖNETMEYİN! Öte yandan yönetmenle görüşüp destek almak için elinizi kolunuzu bağlayan mı var?
Zira her şey oyunun ismiyle başlıyor. İngilizcesi Nine Parts of the Desire olan bir oyun, içeriği ile hiç ilgisi olmadığı halde Füsun Hanım tarafından Arzunun Onda Dokuzu olarak çevriliyor. Füsun Hanım farkında mı ne yaptığını? Hem de elinizde yazarın ağzından çıkmış açıklamalar olduğu halde! İBB Şehir Tiyatroları yönetimi ne yapıyor? Orası neresi , amatör tiyatro mu?
Oyunun ismi konusunda titiz olduğunu daha önce kanıtlamış bir yönetmen mazeret üretiyor.
Ben de seyirci merakı ile soruyorum: “Oyunun adından çıkan anlam ne?”
Kendisi için tiyatro yaptığınız halk bunu biliyor mu? O umursamıyor diye siz de mi umursamayacaksınız?
İsmi o olunca sahnelemeye bakmaya geliyor sıra.
İsmi ile uymayan bir metin var elinizde. (Yazımın notunda açıkladım. Önerdiğiniz gibi metni Füsun Hanım’dan istedim cevap vermedi). Siz 9 Kadın’ı ekliyorsunuz altına. Aslında bu da doğru değil. 9 çeşit arzu anlatılıyor oyunda. 9 kadında “bedenselleştirilmiş”.
Esas konu Maskeliler oyununda da tartışılmadan geçiştirildi. ‘Oyun yazarının amacı ne’nin hiç mi önemi yok? Özellikle repertuar tiyatrolarında. İBB Şehir Tiyatroları aynı zamanda yazarı da tanıtmak zorundadır. Raffo’nun ilk oyunu, daha önce kısa süre oynanmış ama kamusal bir tiyatro repertuarına alıyorsa yazarın tanıtılması da amaç edinmelidir. Yani bazı oyunlarda yönetmen kafasına göre takılamaz. O zaman da o oyunu Arif Akkaya yapmaz ilk oyun yönetmenliğini yapacak biri yapar. Bu anlamda İBB Şehir Tiyatroları’nın stratejik kararlar alabildiğinden kuşku duyuyorum.
Oyunu sahneye çıkarttığınız zaman neye hizmet ettiğinizin önemi yok mu? Satır aralarının seyirciye iletilmesinde yazarın amacına alet olduğunuzu düşünmüyor musunuz?
Savaşta zarar görmüş insanların acınası hayatı! Olay bu kadar basit mi? Savaşı başlatan ABD’nin sorumluluğu ne? ABD, neden orada? Siz sormuyor musunuz ? Raffo kendi akrabalarının acınası halini anlatmış iyi de sizin için bu kadar mı? Ağlamaya mı geldik salona düşünmeye mi? Yorumunuz oyuna belli bir mesafeden bakamıyor, içine girip kaybolmuşsunuz.
Öte yandan çok bilinen bir fıkrayı (“hesabı torununuz ödeyecek”) oyunun en önemli sahnesine koyabilen bir yazarın yeterliliğini de sorgularım.
Benim gibi 40 yılda yaklaşık 3000’e yakın oyun/gösteri izlemiş, yarısı kadar oyun okumuş birisi için metni “okumak” çok da zor değil ama ben gene de üzerine yazdığım oyunu metin halinde elimde tutmak istiyorum.
Oyuna bakınca metin içi dengesizlikler (Metnin “ağırlık merkezi” yok mesela. İlk mi duydunuz?) , sahneler arasında iletişim yok ki bu oyunda sürekliliği sağlamıyor, karakterleri “birleştiren”, olayın bir bütün olarak sahneye sağlam basmasını sağlayan bir yapısı da yok. Bunlar olmayınca maalesef iş “göz boyama”ya kalıyor.
Hiçbir soruma cevap vermemişsiniz. Sıkışınca “sen yap da görelim”!
Ben size “videoyu seyrettiniz mi?” diye soruyorum siz bana “evet yazısını okudum” diyorsunuz! Ben oyunun videosundan bahsetmiyorum. (Açıklama: Ben yazar ile yapılan söyleşi videosu diyorum o bana “yazarın oynadığı oyunun videosunu da seyrettim” diyor. Arkasından da “hakaret sayarım”)
“Ayrıca yazar gibi düşünmeyen yönetmenlerden olmadığımı bilmenizi isterim. Yazar yazmıştır ve iş yönetmendedir.” Herhalde bana küfrederken cümleyi toparlayamamışsınız! (Açıklama: Hadi bana mesajla gönderdin. Ortaya yazarken düzeltsene demek geliyor içimden.)
Oyuncu sayısının artması ile malzeme artışını ilk kez duydum. Keşke dokuz oyuncu kullansaydınız oyun daha da zenginleşirdi. Buna “metin okuması” mı deniyor oralarda?
Aslında eleştirdiğim de bu zaten. Oyuncu sayısını arttır, film, slayt, uçan asker koy, farklı müzikler kullan! Bu “zenginleşme” merakı oyunu yakmış! Kullandığınız her şey amaçsız !Ya da öyle yansıyor. Size “beni anlamıyorlar” yerine “nasıl anlatmalıyım”ı öneririm.
Yorumunuzda “savaş ve emperyalizm karşıtlığı” nerde var Allahaşkına! Oyun da öyle değil zaten. Raffo emperyal bir devletin yurttaşı! Kendi devletine neden Irak’ı işgal ettiniz diye soramıyor. (Söyleşide de soramamış) “İşgal sonrasında kadınlar acı çekiyor onlara yardım edelim bunu da Washington’dan yapabiliriz” diyor! Olan olmuş. Bu mudur yani!
Her yorum görecedir tabi ki ama buna sığınamayız. Yüzümüze tutulan aynaya da bakmak gerek! Benim de her yoruma “yorumdur” diye geçiştirecek halim yok. Bilet alıp salona geliyorsam karşımda ne dediğini bilen şeyler duymak, görmek istiyorum. Gelmeden önce yönetmene, oyunculara bakıyorum. Daha önce yaptıklarına bakıyorum. Beni yanıltma hakkınız yok!
Raffo savaştan haberdar değil mi? Raffo işgal ettiğin topraklarda insanlar acı çekmesin diyor. Ne kadar absurd!
Afiş Raffo’nun ve Amerikalıların algısına hizmet ediyor ki bu metni ve yazarı okumak açısından önemli. Bu noktada “siz gelip Şehir Tiyatroları’nda oyunu tekrar yönetin ben de erken emekli olayım” demişsiniz. Zihninizdeki “erken emeklilik” olgusu “memurluğu” hatırlatıyor bana. Benim yönettiğim oyun elbette sizinkinden farklı olur. Sizi utandırmak istemem.
Hazreti Ali’nin sözü var mı yok mu? Siz yok diye inanmışsınız ama Batı var diye inanmış. Sizin oyunun adı ona ait bir söze gönderme yapıyor. Siz ne yapıyorsunuz? “İsmi değiştiremedim!” Bu kadar mı?
Bu konunun iktidar ile ne ilgisi var? Sanatın muhalifliği hayattadır, iktidar da içine girer.
“Yapıcı eleştiri” ne! “Arif Bey şahane oyun yönetmiş ama şurasını da şöyle yapsa; oyuncular şahane ama şöyle oynasalar; olağanüstü yorum ama…”
Yönetmen “ben böyle okudum” dediğinde ve oyun seyirci ile buluştuğunda iş bitmiş oluyor zaten! “Yapıcı eleştiri” o oyuna değil bir dahaki oyuna yarar. Böyle “okursanız” benim yorumum “yapıcı”, zira siz artık eskisi gibi olamayacaksınız bundan böyle! Bu oyunu yeniden aynı şekilde “okuyamazsınız” bundan böyle.
Seyreden açısından yazım, ortaya attığı sorularla, konuyu “kazımasıyla” onun için de “yapıcı” oldu.
Keşke bana cevabınızda benden istediğiniz “saygı”yı gösterseydiniz de öğrenmiş olsaydımJ
“Yıllarını bu işe vermek” telafi edici bir neden midir? Kendini hiç değiştirmeden yaşadıklarından hiç öğrenmeden yaşlanana da hoşgörü mü gösterelim? Yazımı sakin okuyun ve oyunu yeniden düşünün.Yanlış yapmışsınız.
“100 yazıda düşüncelerimi paylaştım” başlıklı yazımı okuyun. “Tiyatro eleştirmenliği” hususunda ne düşündüğümü öğrenin! (Ben size demiştim, okumuyorsunuz!)
“Siz eleştirmenin değil, yazarın ve sezgimin sesini dinlerim, sizin sesinizi değil” demişsiniz. İşte ben de bu konuda sizi uyarıyorum. Yazarın sesini duyamamışsınız, sezgileriniz yetmemiş. Beni dinlemediğiniz kesin zira provalarda birlikte değildik. Ama bence siz sahnede de dinlemiyorsunuz, “provalar süresinde kullandığım sözü söylemek isterim (S.K.R.Y ) sen kendi rejinde yaparsın” dediğinize göre. Oyunculara “yönetmeninizi seçin” dediğimde de kızıyorsunuz.
“Provakatör” değil “provokatör” sayın yönetmen. Dahi anlamına gelen “de, da” ayrı yazılır. Bir yazı içinde birden fazla aynı şekilde yazıldığı için “klavye sürçmemiş”. Bunu “yapıcı eleştiri” olarak alın lütfen! (Açıklama: Uyarmıştım ama düzeltmemiş ne yapayım!)
Yazınızın sonunda “sakın ha bir daha benim şahsım ya da oyunlarım hakkında yazı yazmayın” demişsiniz. Bir bitiş cümlesi olarak zayıf (“Yapıcı eleştiri”) Çünkü “yazarsan ayaklarını kırarım” daha iyi olurdu. “Tehdit algısı” sizinki kadar gelişmiş bir yönetmen yazıyı “havada” bitirmemeli. Cümleyi saklayacağım, aileme de söyledim. Bana bir şey olursa çıkaracaklar.
Ama siz oyun yaparsanız ve bana seyretmek cazip gelirse (bundan böyle isminiz bana yetmeyecek) seyredeceğim ve hala sizin zihniyetinizin hâkim olduğu bu tiyatro dünyasına yazı yazmaktan bıkmamışsam yazacağımdan kuşkunuz olmasın.
Bir tek hususta yanlış anlamanızı düzeltmek için şunu söylemeliyim. Çocuğunuz var mı bilmiyorum o nedenle o cümledeki ifade kendi çocuğumdan çıkan ve kendimce duyarlılığımın terazisini göstermek adına yazılmıştır, sizinle ilgili değil.
Saygılarımla.
Melih Anık”
EK:
Arif Akkaya, bana yazdığı cevabı acele ile aynen Tiyatro Dünyası’na göndermiş. Ben onun yerinde olsam çeki düzen verirdim düşüncelerime ve yazıma. Zira o kendisine “hocam” denilen bir yönetmen. Örnek olmalı değil mi!
Farkettim ki cevabımda birkaç husus açık kalmış.
“Oyun başka bir yönetmen tarafından mesela sizin tarafınızdan konmuş olsa idi bizde sizi eleştirecektik” demiş Akkaya. Kendin yapacaksan yapana neden kızıyorsun demezler mi? Ama ben sizin yaptığınızı yapmayacaktım. Ne demek istemiş, anlamaya çalışacaktım. Cevabınız üzerinde düşündüğüm gibi.
“Savaştan bihaber Amerikalı bir Irak asıllı yazar kendi insanına o kadar uzak ki bu ancak belge toplamaktır” demişsiniz. Bu cümleniz temel algınızı açığa vuruyor zaten, aynı zamanda kafa karışıklığınızı da. Raffo nereli? “Kendi insanı” kim? Size göre “kendi insanı” Iraklı. Ama Raffo Irak asıllı bir Amerikalı (mı?), Raffo bu ikilem içinde zaten. Yönetmen olarak siz bir yerinden tutacaksınız ama nereden? Sizin anlatımınız şu: Iraklı “kendi insanına” uzak olan Amerikalı – Irak asıllı yazar. Bu cümle ne kadar karışıksa sizin yorumunuz da o kadar karışık.
“..sizin ipucu veren afiş beğeninizle.” “O afişi ben beğenmiyorum ne yapacağız şimdi.” Bu cevabı benim “Raffo’nun sahnelediği oyunun afişinde çarşaflı bir kadın gölgesi içine yerleştirilmiş 9 kadın başı vardır ki bu bile oyununu üstüne kurduğu imgeler dünyasının ne olduğu hakkında ipucu verir” ifademe karşılık olarak yazmışsınız.
Siz bu “benim ipucu veren beğenim”den benim çarşaflı kadın afişini beğendiğimi anlıyorsunuz. Oysa ki ben Raffo oyununu sunduğu seyircilerin algısına hizmet ediyor diyorum. Amerikalı Iraklıyı çarşaf altında kadın sanıyor çünkü. Çarşaf altına gizlenen kadın imgesi de Amerikalıya uygun. Yani Raffo “pazarlıyor”.İşte bu noktada onun oyununu seçen yönetmenin duruşu ne? Meğerse yaklaşık 5 yıl Irak’a gidip gelen ve yerel halkla birlikte şarkılar söyleyen ben, Raffo’dan ve tabi ki sizden daha iyi biliyormuşum Irak’ı.
Siz ve zihniyetiniz yaptıklarınıza karşı çıkanları, zihninizdeki çarşaf içine sokup saldırmayın olmaz mı!
“…bizim gördüğümüz rüyalar size kabus gelir” demişsiniz. Ben sizin rüyanızın bir kısmını gördüm sahnede ve bana “kâbus” oldu gerçekten. Daha öncekileri de izledim. İyi de SİZ beni kafanızda kurduğunuz “klişe” dışında ne kadar tanıyorsunuz ? Bu ne BİLMEZLİKTİR!
“Siz bir eleştirmen misiniz, bir dramaturg mu, bir yönetmen mi?” diye sormuşsunuz. Düşünceleri yazmak için biri olmak şart mıdır? Ama SİZ cevaplayın, bunlar birbirinden ayrı mıdır? Dramaturgi ve eleştirmenlik üniversitede aynı anda öğretiliyor. Onlar yönetemez mi? S.K.R.Y. , sizin ne olduğunuzu gösteriyor. “Ekibinin ışığına” değer veren, PAYLAŞIR.
“Bana inat” oyun yönetmeyin. O oyunlar bir inatlaşma olacağı için bu oyundan daha iyi olmaz. “Bana rağmen” yönetin. Zira “benim gibilerle” girmeye çalıştığınız polemikler sizi geliştirecektir.