Bartu Küçükçağlayan, Altın Portakal’ın ‘en iyi erkek’ oyuncusu. Ama bu ilk değil, tiyatroda aldığı ödüller de var. Küçükçağlayan, Eskişehir’den İstanbul’a uzanan oyunculuk serüvenini ve ‘Çoğunluk’ içindeki yerini anlattı.
Büyüyünce ne olacağını baştan bilen çocuklardan. Anlattığı anı yaşayarak aktaran iki kadının genlerini taşıyor zira, anneanne ve anne de gündelik hayatta oynayarak kendini ifade eden kadınlar. Evin tek çocuğu olarak Eskişehir’de geçen yılları esnasında bir şekilde biliyor, oyuncu olacağını. Ve mutlu son: Bartu Küçükçağlayan, geçtiğimiz perşembe, “Merhaba Bartu, ben. Seren Yüce’ye teşekkür ediyorum” diyerek, Serkan Ercan ile ‘en iyi erkek oyuncu’ unvanını paylaşarak ilk Altın Portakal’ını aldı.
Bartu Küçükçağlayan: ‘Çoğunluk’un Mertkan’ı, İstanbul’a adım attıktan bir yıl sonra Kenter Tiyatrosu’nda sahneye çıkmaya başlayan, 2006’da ‘Kumarbazın Seçimi’ ile dört ödül alan, Binbir Gece dizisinin Gani’si, son yıllarda Krek Tiyatro Topluluğu ile oyunlar sahneleyen – klişe ama söylemek gerek – bir ‘genç yetenek’.
Mertkan olarak, yönetmen Seren Yüce’nin orta sınıf, büyümek, erkeklik, baba-oğul ilişkisi meselelerini ne kadar sade ama çarpıcı bir oyunculukla aktarıyorsa, Bartu olarak da karakteri üzerine o kadar az konuşmak istiyor. “Çok güzel bir yanı vardı zaten. Daha çok oyunculuk üzerine düşündüm. Filmin derdi açıktı. Hepimize tanıdık değil mi, o tip? Mertkan’ı oynamak için Bahçelievler’de altı ay yaşamanıza gerek yok” diyor, mevzuyu uzatmak pek mümkün olmuyor.
Müzik ve tiyatro yılları
Eskişehir’de, odasında müziği, filmleriyle büyümüş bir genç. Kendisini Mertkan gibilerle kıyaslamaya getirince lafı, “Yırttım diye düşünüyorum bazen” diyor: “Ben öyle büyümedim. Hep biliyordum, ne yapmak istediğimi. Çok bilinçli, çok çalışkan değilimdir aslında. Formülü nedir, bunu yapmayanlar ne olacak gibi bilemiyorum…”
Lise yılları müzik ve tiyatro demek onun için. Gelişim Koleji’nde okurken, sinema – televizyon bölümü öğrencileri sinema anlatıyor sınıfa, filmler izleniyor, kısa filmler çekiliyor. Tiyatro öğrencileri, tiyatro çalıştırıyor. “Bizi o öğrenciler kurtardı biraz, beni çok etkilediler” diyor ama anlattığı aileden bol ödüllü bir oyuncunun çıkmasına şaşmamayı gerektiren başka bir şey daha var. Ailece, tiyatro izlemek için sık sık Eskişehir’den İstanbul’a taşınılıyor. “Nasıl yani, sadece oyun izlemek için mi?” diyorum. “Tabii” diye anlatıyor: “Bir günde iki oyun seyretmek için koşturduğumuzu biliyorum… Ferhan Şensoy’a, Kenter Tiyatrosu’na giderdik.” Öyküye bir şey daha eklemek gerekiyor, kendi deyişiyle ‘internetin gücüyle’ herşeye ulaşabileceğini keşfedişi. 1998’de ilk modemini kuruyor ve Eskişehir’in kendisini doyurmadığına uyanıyor. ‘İnternet çocuğu’ olarak odasında yapıp barlarda icra ettiği müziğine de, sinema algısına da başka şeyler ekleniyor böylece… Odasını Avrupa sineması ve müziği doldurmaya başlıyor: “İnternetin gücüyle herşeye ulaşabileceğim gerçeğiyle yüzleşince, bayağı bir saldırdım Avrupa sinemasına, müziklere. Sürekli download ederek geçirdim bütün hayatımı.”
Askerlik meselesi can sıkıyor
17’sinde İstanbul’a taşınıyor, tiyatroya, sinemaya, müziğe veriyor kendini. Bir sene sonra da Yıldız Kenter’in okulu bırakmadan önceki son öğrencilerinden biri olarak, Kenter Tiyatrosu’nda oynamaya başlıyor. Bu arada konservatuarla bağı henüz kesilmiş değil, film üzerine ahkam kesmek istemese de askerlik meselesi onun da canını en az Mertkan’inki kadar sıkıyor. Okul da on yıldır sürüyor haliyle…
Şimdilerde Berkun Oya ve Krek Tiyatro Topluluğu ile çalışıyor: “Bir şeyin eksikliğini hissediyordum. Hep yabancı yazarların oyunlarını oynuruz. Tiyatro dediğin sadece oyuncuyla olmuyor, yazarını da yaratmak zorunda. Şimdi Berkun’un yazdıklarını oynuyoruz. Daha keyifli… Seren’le de o vardı, kendi yazdığı filmi yönetenle, başkasının yazdığını yöneten arasında büyük fark var.” Tiyatro Krek ile geçen sezondan gelen ‘Bayrak’, ‘Bomba’ ve ‘Hoop gitti Kafa’nın yanında bir de ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’da sahnede olacak bu sezon. ‘Çoğunluk’ ilk filmi. ‘Çoğunluk’ta oynama teklifi de sadece tiyatro yapabileceğini düşünmeye başladığı anda gelmiş: “Daha ikinci gün, sinema setinin gerçekten bir oyuncunun kendini geliştirebileceği yer olduğunu öğrendim. Dizi setlerinde umutsuzluğa kapılmıştım.”
Sonuç böyle oldu işte…
Bartu ile filmin etkisi hâlâ üzerimdeyken konuştum. ‘Çoğunluk’un dokunduğu mevzular beni bile epey heyecanlandırırken, onun “Sadece oynadım. Bu meseleler umurumda değil, demiyorum ama film zaten çok güzel anlatıyor” tavrına önce içimden, sonra dışımdan hafifçe söylendim. Sonunda da nasıl derler, ‘tarzını sevdim’. O da sonunda bıktığından olsa gerek, “Küçükken fazla ilgilenmezdim insanlarla. Şimdi de. Çoğunluğun baskısını hissetmek istemiyorum, hissetmiyorum. Bilmiyorum ben 1983’lü biri olarak böyle oldum” diye kesiyor. Neticede tahminler tutuyor, Bartu Küçükçağlayan, ödülü alıyor. Festivale, bitmesine yakın gidebilmiş: “Birden ortaya düşmüş gibi oldum. Ne kadar ‘Ödül beklemiyorum’ desenizde sizi o kafaya sokuyor festival. İçinizde bir şey oluyor. Çok heyecanlandım açıklanınca. Açılışı benim ödülle yaptı film, filmimizin ilk ödülünü aldım.”
1983’lü bir genç olarak sonuç böyle işte, daha ne olsun…