Melih Anık
“Sûrname: Divan edebiyatında şehzadelerin sünnet, kadın sultanların evlenme törenlerinin anlatıldığı şiir ya da düzyazı biçimindeki yapıt. Yazıldıkları dönemin toplumsal yaşamına ilişkin bilgiler vermeleri nedeniyle tarihsel bakımdan da önemi olan sûrnamelerde çoğu zaman haftalar süren bu törenlerdeki yarışmalar şölenler verilen armağanlar en ince ayrıntısına kadar betimlenir. 16 yüzyıldan sonra biçimlenip gelişmiştir. Bazısı mesnevi biçiminde bazısı da kaside biçimindedir.” (Anabritannicca)
Zaman içinde minyatür ile resimlenen Sûrname metinleri bugünün özel günleri kaydetmek için tercih edilen video çekiminin işlevine sahiptir. Sûrname’ler yazarının ismi ile anılmaktadır.
Son yıllarda tiyatromuzun en çalışkan ve içimize umut veren yazarı Yiğit Sertdemir, Sûrname 2010’u (Sûrname-i Yiğit) yazarak tiyatromuza ve tarihine yeni bir katkıda bulunmuş.
Zeki, esprili söylemi, tiyatro bilgisi, yaşadığı toplumun dertlerine olan hassasiyeti ve de dürüstlüğü onun eserlerini kapağına bakmadan tanıma olanağı veriyor. Sûrname 2010 klâsik anlamda bir tiyatro metni değil ama sahnelere çok yakışan bir Yiğit Sertdemir gösterisi.
Sûrname 2010, çocukluğumuzun hayallerini hatırlamamızı, kaybettiğimiz naifliğimizi yeniden bulmamızı, büyümüş olsak da en sevdiğimiz oyuncağımıza kavuşmamızı, yüreğimizdeki kuşu kanatlandırmamızı, ülkemizi sevmemizi, TÜM insanlarımıza şefkat duymamızı, geçmişimize saygı ile bakmamızı, iyi kalpli insan olmamızı, çatık kaşlarımızın altındaki insanı keşfetmemizi, koltuk makam statü endişelerimiz ile böbürlenen yanımızla yüzleşmemizi sağlayacak.
Yiğit Sertdemir’in tüm eserlerinin “gizli-gizemli” varlığı “Filifu” bu kez bir saksıda “varlıklaşıyor”. Sühendan Hanım’ın dert ortağı Filifu, Ziya Bey’in Sûrname metninin ilk ve belki de tek tanığı. Kitaplar içine gömülmüş Sühendan Hanım’ın kocası Ziya Bey’in yarım bıraktığı defteri izleyerek Osmanlı Devleti’ndeki önemli bir yapıt türünü tanıyor, tören eğlencelerinin seyircisi oluyoruz.
Sertdemir, bir dönemin tanıklığını geleneksel tiyatro ve söylemi ile sarıp sarmalarken, Sûrname’nin özgün çizgisine çağdaş insanın (İstanbulbaz) yaşamını da ekliyor. Büyük şehir insanın günlük dertleri, çektikleri, beklenti ve korkularını samimi bir umut haline dönüştürüyor ve göklere salıveriyor. Esprili bir bakış ve sevecenlikle kucaklıyor insanı Sertdemir.
Oyunun içinde geleneksel tiyatromuzun resm-i geçidini yaptırıyor ve zeki bir buluşla onları birbirleri ile konuşturuyor, meddah’ı karagöz perdesinin içine sokup çıkarıyor.
Yiğit Sertdemir ve Özgür Tanık başta olmak üzere çoğunluğu genç olan kadro, coşkulu ve başarılı bir oyun çıkarıyorlar. Sühendan Hanım rolünde Semah Tuğsel gerek ses tonu gerekse oyunculuğu ile canlandırdığı karakteri zihinlerimize ezberletiyor.
Kuşkusuz bu gösteride mask, kukla ve kostümleri tasarlayan Candan Seda Balaban ile müzik ve ses tasarımını yapan Selim Can Yalçın-Barış Manisa’nın olağanüstü katkılarından da bahsetmek gerekir. Onlarsız olmaz bu gösteri.
Candan Seda Balaban’ın başarısı onlarca mask, kukla ve kostümdeki ayrıntılı tasarımından kaynaklanmakta. Gösterinin “güler ve umutlu” yüzünde onun katkısı çok. Masalsı dünyanın sımsıcak kollarına düşmenize sebep onun mask ve kuklalarıdır. Mask ve kuklalardaki espri Serdemir’in dili ile uyum içinde.
Müzik ve sesi tasarlayan Selim Can Yalçın ve Barış Manisa, gelenekselden beslenen bir yapıyı ucuz motiflerle geçiştirmeden ince tınılarla kulaklara ulaştırırken evrensel müzik formlarını da kullanıyor. Tanıdık ezgilerle harmanlanan müzikte hem yerel hem evrensel renkler var. Müzik, gösterinin yorumunu güçlendiriyor.
Gerek Balaban gerekse Yalçın ve Manisa hem Türkiye’ye hem de dünyaya seslenecek bir bütünlük yaratılmasında büyük katkı yapmışlar.
Sahne plastiğinin estetik oluşumunda Özgür Tanık’ın koreografisinin büyük bir katkısı var.
Işık (Mahmut Özdemir) gösterinin aydınlığını yansıtıyor, estetik güzelliğin ortaya çıkarılmasını sağlıyor.
İBB Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu’nun sûrnamelere ve şenliklere olan merakı, bu konuda Yiğit Sertdemir’den bir proje istemesi ile bu gösteri ortaya çıkmış. Onun katkısını ve desteğini anmadan geçmek olmaz.
İyi duyurulursa, Türkiye’de tiyatroya “soğuk duran” insanların da zevkle izleyeceğine emin olduğum bu gösterinin özellikle önce İstanbul sonra Türkiye’deki tüm öğrencilere seyrettirilmesi önemli bir görevdir. Bu konuda İstanbul BB Şehir Tiyatroları Yönetimi’den başlayarak İstanbul BB Başkanlığı’nın, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın özel ilgisine ihtiyaç; Sûrname 2010 çerçevesinde örneklenen vizyonun geliştirilerek yıllar sürecek bir proje olarak ele alınmasında yarar ve zorunluluk vardır.
Sûrname 2010, örneğin Prag’da her gece sahne açan ve nerdeyse şehrin anıtsal “kurumları” sayılan Laterna Magica, Kara Tiyatro, Kukla gibi ulusal gösterilerden daha “az” değildir. Her gelen turistin mutlaka uğradığı bu gösterilerin finansal potansiyelinin turizme yaptığı önemli katkı unutulmamalıdır.
Kültür ve turizmi bünyesinde toplayan bakanlığın ismine yaraşır Sûrname 2010 ile ilgili önerilerimi paylaşmak istiyorum. Kastım “devlet yapsın” değildir. Aslına bakarsanız kültürümüzün tanıtılmasına yönelik pozitif ayrımcılıktan yanayım ama örneğin özel bir girişim olan Anadolu Ateşi’ni düşündüğümde Sûrname 2010 için doğrudan yapılacak katkıların da anlayışla karşılanmayacağının idraki içindeyim. Ama gene de kurumların, bu tür çabalara açık ve korkusuz destek vermesi gerektiğini düşünüyorum. Bu tür bir katkı diğer girişimlere de pay yaratır. Ayrıca tiyatro aleyhine birikmiş bir algının giderilmesi amacıyla tiyatro için ayrımcılık yapılmasına hoş görü ile bakılır diye düşünüyorum. Bu algının kırılması bilinçli bir destek ile başarılabilir. Dünyaya açılmak için önce yerel desteği tam sağlamak gerekir. Sûrname 2010 ile ortaya çıkan potansiyelin değerlendirilmemesi bir fırsatın kaçırılması anlamında yazık olur.
Önerilerim şunlardır:
1. Sûrname 2010,bir animasyon gösterisi değildir. Bu nedenle gösteriyi pazarlarken turneci animasyon grubu anlayışına düşülmemelidir. Bu nedenle saygınlık ön planda gelmelidir.
2. Hedef onlarca yıldır. Bu nedenle yatırımın ufku da büyük olmalıdır. Akbank, Borusan’ın müzikteki varlıklarına benzer bir büyük kuruluşun desteği sağlanabilir. Gösterinin otel, turizm operatörü benzeri turistik mekanlara duyurulması için turizm şirketleri bilgilendirilmeli ve onların desteği alınmalıdır. Turizm şirketlerinin ortak katılımı da sağlanabilir. Yabancı konsolosluk vb kuruluşlar haberdar edilmelidir. Medya’nın desteği “zor” da olsa alınmalıdır. Tüm kurumlar için özel bir resepsiyon verilmesi de yerindedir.
3. Sûrname 2010 için özel bir şirket kurulabilir. Bu şirket öncelikle Sûrname 2010 ve giderek diğer benzer gösteriler için yapılandırılabilir.
4. Yaratıcı kadronun ve de çalışanların haklarının korunmasına özellikle dikkat edilmelidir.
5. Gösteri ulaşımın kolay olacağı şehrin merkezinde bir salon(lar)a örneğin Harbiye’ye alınmalı ve bu salon(lar) aynı amaca katkı verecek topluluklara tahsis edilmelidir.
6. Gösterinin yıl boyunca sürdürülmesi sağlanmalıdır.
7. Özellikle okullar için gösteri, günün aydınlık saatlerine yayılmalı ve takvimin tatil günlerine yoğunlaştırılmalıdır.
8. Metnin (hemen yarın) İngilizce tercümesi yapılıp sahnenin üstüne tercüme panosu asılmalıdır. (Program kitapçıklarında İngilizce tercüme veren İBB Şehir Tiyatroları’nın tüm oyunlar için tercüme panolarını sahneye asması yerinde olacaktır.)
9. Yaratıcı ekibin bu ufku dikkate alarak metni yeniden gözden geçirmesi ve ufak değişikler yapması gerekebilir.
Ülkemizde tiyatro alanında sağlanacak sinerji ve girişimin kısa ve uzun vadedeki yararları büyüktür. Olayın içinde, dışında, yakında, uzakta, kıskançlık ya da yalakalık sınırlarında kim varsa bu olaya destek olmalı ve bu girişimin bir gün kendisinin de içinde bulunduğu sanat dünyasına model olacağını da düşünerek dürüst bir şekilde destek vermelidir.
Bir türlü kurumsallaşmamış tiyatromuzun önüne çıkan bu fırsat, tiyatromuzun toplumsal alanda da değişimini, algılardaki aydınlanmayı sağlayacaktır.
Ben Sûrname 2010’a bir tiyatro olayı olarak bakmıyorum. Sûrname 2010 kültür ve turizm alanında olanaklar yaratacak bir yatırım fırsatıdır.
Eserin ilk “doğduğu” ev iyi niyetlidir ama eserin önünü tek başına açmaz ya da açamazsa o takdirde eserin ufkuna mani olmamalıdır.
Eğer kurumlarımız gereken desteği sağlamazlarsa, Yiğit Sertdemir yarattığı eserin hak ettiği maddi ve manevi alkışı dünyada aramalıdır. Eminim şimdi farkında olmayanlar o zaman ellerinden kaçırdıklarını fark edecek; tiyatroya Kumbaracı50 ile yeni bir soluk ve canlılık katmak için gecesini gündüzüne katarak özgün olanı yaratmak gibi bir “zor”u seçen; yarattığı değer ile şehrin bir bölgesindeki değeri arttıran ama karşılaştığı korkutmalar, vazgeçirmeler, bıktırmalarla mücadele eden Yiğit Sertdemir ve arkadaşlarının kıymetini anlayacaklardır.
Not:
Ülkemde bu gösteriyi görmemiş çocuk ve genç kalmaması için İBB Şehir Tiyatroları’nın, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı ve de tiyatrocuyum diyenlerin destek vermelerini umuyor, diliyorum. Bundan sonra karşılaştığım dostlarıma Sûrname 2010’u gördün mü, çocuğunu götürdün mü diye soracağım. Cevap olumsuzsa ne mazeret uydururlarsa uydursunlar (hele çocuğunu da götürmemişse) onlarla ne konuşabilirim, hangi dediklerini dinleyebilirim ki !
Tabi ki bu oyun yılın ödüllerine (Eser, mask/kukla, müzik) aday olacak. Yiğit Sertdemir’e ise özel bir ödül gerekli.