Ferhat Uludere’nin kaleme aldığı “Macbeth Bizi Kesmez” adlı köşe yazısı Taraf Gazetesi’nden alınmıştır.
Oyun Atölyesi’nin yeni oyunu Macbeth izleyiciye yeni bir şey sunmadığı gibi, içindeki Hrant Dink göndermesi de sığ duruyor.
Oyun Atölyesi kurulduğunun hemen ertesinde tiyatro için geçerli bir değer ölçüsü oldu. Artık onunla kıyaslamaya başlamıştık pek çok özel tiyatroyu. Bu yüzden bazılarına haksızlık ettik, bazılarını ise yücelttik. 11 yıl boyunca geneli oldukça başarılı, birçoğu da bol ödüllü birçok oyun oynadılar ve bununla birlikte izleyicinin beğenisini yukarı çektiler… Her zaman olduğu gibi her iyi oyundan sonra beklenti büyüdü. Onlar bu beklentinin altında ezilmemeyi başarmış ve daha da yukarı çıkmışlardı ki, sezonun yeni oyunu Macbeht’le birlikte 11 yıllık birikim sanki bir anda yok oldu… Belki de ilk defa kendi yarattıkları tiyatro değerinin ve yakaladıkları başarının altında ezilmeye başladılar…
Shakespeare’in Macbeth adlı oyununu Kemal Aydoğan yönetiyor. Oyunun Sahne Tasarımı Bengi Günay’a ait. Oyunun müziklerinin altındaki imza ise Tolga Çebi… İlker Aksum, Esra Kızıldoğan, Ender Yiğit, Murat Tüzün, Barış Yıldız, Muharrem Özcan, Gözde Kırgız, Pınar Bekaroğlu, Osman Akça, Saygın Soysal, Sertan Müsellim ve Berke Yağış’ın oynadığı oyundaki tek yenilik Haluk Bilginer’in yaptığı çeviri. Tabii bu bir oyunu ne kadar yeni yapıyor tartışılır.
Bu kuşak daha kanlı
İktidar hırsını en ince detayına kadar inceleyen oyun, Hrant Dink göndermesiyle açılıyor. Yılların Macbeth’ini yeni bir şeyler katılmış halde izleyeceğiz derken, göndermenin hemen ardından oyun bildiğimiz Macbeth oluyor ve Hrant Dink göndermesi zorla yapıştırılmış bir etiket gibi oyunun üzerinde duruyor. Hatta bu gönderme esnasında da vurgulanan “delik ayakkabı” sömürüsü de artık bitsin ne olur. Oyun Atölyesi çatısı altında toplanan bir ekipten Hrant Dink meselesine siyasete yeni bulaşmış çocuk şaşkınlığıyla bakıp altı delik ayakkabıyı görmek yerine, konuyu daha derin ele almasını beklerdim. Çünkü Hrant’ın bu delik ayakkabının desteğine ihtiyacı yok, aksine böyle yaparak onun değerini aşağıya çekiyoruz.
Macbeth, bir oyuncu için çok zor bir oyun aslında. Oyuncunun öncelikle zihnindeki savaşçı kodlarının hepsini bir kez daha gözden geçirmesi gerekir. Çünkü bu savaşçı bir kadın tarafından yönetilir, korkaktır, vicdanı vardır ve öldürmeyi beceremez. Hatta savaşmak için yaratılmıştır ve siyaseti bilmez… Ortaçağ savaşçılarına baktığımızda bize gösterilmeyen zaafları vardır mesela Macbeth’in ve onu oynamak ve tüm bunları kısacık bir zamanda yaratmak, sonra da izleyiciye aktarmak elbette biraz zahmetlidir… İlker Aksum bu zor rolün altından bazen kalkıyor, ama bazen de altında kalıyor… Bir türlü oyuna ısınamıyor sanki… Oyunun içine girdiği yerlerde harikalar yaratırken bazen sahnede çok sakil duruyor.
Oyun tanıtılırken Macbeth’in eski bir hikâye olmadığı yazıldı çizildi, hatta her çağın hikâyesidir bu oyun gibilerinden şeyler söylendi ve bunlar Macbeth için hep söylenir. Oyun her iktidarı anlatır, insanların ona ulaşmak için yaptıklarını vurgular. Elbette haklılar ama, bu çağ bu iktidar hırslarıyla o kadar kirlendi ki, Macbeth gerçek etkisini kaybedeli çok oldu. Kanlar döküldü savaşlar yaşandı… İktidar varlığını sürdürmek için gözlerimizin önünde kurbanlar buldu, kendi yarattığı kahramanlara onları katlettirdi. Hatta delik ayakkabılarıyla sahneye konan Hrant Dink iktidarın kendini koruma güdüsü yüzünden oradaydı işte… Cinayetin devletçe işlendiği, çocukların öldürüldüğü bir toplumunda var olmak zorunda olan insanlara Macbeth bu haliyle daha fazla neyi anlatacak çok merak ediyorum.