Kim Katlanırdı Yoksa Zamanın Kırbaçlarına, Küfürlerine

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet Atak

Coğrafya Tiyatrosunun İlk Yaratıcı Yönetmeni Beklan Algan Öldü

“Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inançların en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,….”

                                                                             Shakespeare

Bazı ölümler, evcil köpeklerimiz gibi ayaklarımızın dibinde yürür senelerce, seçtiğimiz beslediğimiz semirttiğimiz köpeklerimiz, tasmalarının öbür ucunda Hektor kuvvetiyle bizi sürükleyen köpeklerimiz gibi ölüm. Adeta birbirlerine karışır bazılarımızın ölümleriyle kendileri. Ama tek köpek kaldığında, tasmanın öbür ucunda sürüklenen adamın zahiri görüntüsünü silemeyiz gözlerimizden. Gittiğimiz her yere götürdüğümüz, gittiğimiz görünmeyen köpeğimiz ölüm tüm kadrajı kaplar ama gözlerimizde donmuş bir kare olarak tasmanın öbür ucundaki adamın sureti kalır.

Ölmek, uyumak… uyumak, belki rüya görmek. Ölümden sonraki bir şeyin korkusu olmasaydı?

Beklan bey benim şahsi tiyatro serüvenimin en önemli figürlerinden biri. Çaktırmadan, ama kodlata kodlata bana “an yaratma”yı öğreten adam.

Gelmişti dalgın bir cambaz. Geç saatlerin denizinden. Üflemişti lambayı. Bu coğrafyanın tiyatrosunun ilk “yaratıcı yönetmeni”. Metin tiyatrosu muhafızlarını kudurtasıya bugünün izafi iyi-kötü yaratıcı yönetmenlerinin BİLSAK Tiyatro Atölyelerinin, Şahika Tekandların, Müge Gürmanların, Kenan Işıkların, Ceysu Koçakların, Ayşenil Şamlıoğluların, Ayşe Emel Meçsilerin ve nicelerinin göğüslerindeki ağır bir kelebek, bazılarının kendi idraklerinden bile müstakil, içlerindeki kırık çekmeceleri dolduran Beklan Algan.

Ayla Hanımla beraber beni ilk TAL’e (Tiyatro Araştırma Laboratuarı) davet ettiklerinde, yangından mal kaçırır misali bir aceleyle Ölüm ve Oyun’un önce tasarımına, akabinde provasına dalmıştım. Fark ettirmeden sirayet edip aceleme, içip içki Üzünç Teyze misali tavan arasında, işleyip tiyatronun gergefini insancıl okullardan kovgun, devlet ve toplumun yanlış ve haksız ezberlerini çatlatıp bende, içimde saklı daha hakiki bir tiyatroyu idrak ettirdi, tüy gibi Hayalet Oğuz temaslarıyla hissettirmeden.

Muhsin Ertuğrul’un ona verdiği eli o da bana vermişti. Ama farklı, ilk el belki de devlet ve toplumun yanlış ve haksız ezberlerini inşa eden eliydi tiyatronun, ama zamanı geldiğinde çatlayacağını önden görmüş, çatlatıcısını yanına peşinen almak pahasına Beklan Algan’a uzanmıştı. İkinci el bu yanlış ve haksız ezberlerle kirlenmişliklerimi çatlatıp, içimde sahici olanı çıkarıp, tüylerini parlatabileyim diye bana uzanmıştı.

Darpane-i Amire’de, üç oyun yolu, dört oyun alanı da iç içe, üst üste Shakespeare sözleriyle sürüklenen seyirciler ve oyuncuların arasındaydı. Bir oyunla elden ele geçen bir kurukafanın mecazında ölmüş ustaları artık, satan onlardan çoğullaştırılamayacak birisi olarak tiyatronun ne olmadığını satmıştı bizlere. Yanı başında “yegane” Samiye Hün kurukafayla eşsiz bir proksometri kurarken. Tüm tiyatro eğitimi veren kurumlarda öğrencilere adım atar atmaz dağıtılması gereken, tiyatronun ne olmadığı üzerine bir metin.

Yaşadığı cadının çekmecesinden, çivilenmiş,  çıkıp bir kez daha Hamlet 2001’de de sahneye çıkmıştı seneler sonra, üzerinden kurduğum düşlerimi müşterisiz metalar gibi elimde bırakıp çekip giden Samiye Hün’le beraber.

Kim katlanırdı yoksa zamanın kırbaçlarına, küfürlerine,

Zorbanın haksızlığına, kibirli adamın hakaretine,

Hor görülen aşkın acılarına, adaletin gecikmesine,

Devlet görevlisinin kendini bilmezliğine;

Sabırla bekleyen erdemli kişinin,

Değersiz insanlardan gördüğü muameleye,

İnsan yalın bir hançer darbesiyle hesabı kesebilecekken?

İstanbul Şehir Tiyatrosu, LCC, Bakırköy Halkevleri Deneme Sahnesi, Tepebaşı Deneme Sahnesi, BİLSAK Tiyatro Atölyesi, ve tiyatronun yeni güç vasilerinin kifayetsiz muhteris Alkibiadesçe hırçınlıkla hafta sonu  anahtarlarını değiştirterek yüzlerine kapattığı TAL.

İstifaları, mecburi ikamet ettiği darbe hapishaneleri, provoke edilip bastırılan, kaldırılan oyunları… Hayatında sahici bir tiyatrocu-insanın zaman ve mekana izafeten mecburi kılınmış molalarıydı, hakiki tiyatro serüveninde tali… Asıl acı olan “sabırla bekleyen erdemli kişinin, değersiz insanlardan gördüğü muamele”ydi. Hakiki olanın ışıltısıyla kamaşan gözlerin kendi ikici el, taklit yutturmacalarını bir daha görmeyi reddedeceğinin paniğini yaşayan “böööyük tiyatrocu” (!?)ların ucuzlatma, karalama kampanyaları…

Menşei Kara Kalem’lere, Süleyman Velioğlu’yla yaptığı uzun laboratuar çalışmalarına dayanan “Ontik Oyunculuk” maalesef hala bir kitap olarak bile çıkmadı. Ki dünya tiyatro tarihinde orijinal metotlar pek enderdir. Türk sanat basını birkaç satırı bile çok görmüş olsa da, bir süre önce Şahika Tekand’ın “Performatif Oyunculuk”u dünya tiyatro literatürüne kendi ismiyle tasdiklenmişti. Sık sık aklımdan geçirdiğim ama cüret edemediğime dilerim birileri cesaret eder, Ayla Hanım’a el verir ve Beklan Algan’ın “Ontik Oyunculuk” metodu kitaplaşır, tercüme edilir ve dünya tiyatro literatürüne hediye edilir.

Sahi tiyatronun “sonuç”tan ibaret olmadığını, “süreç” denen kıymetli ve eziyetli serüvenin belki de asil hakikati olduğunu da, çaktırmadan kelebek temaslarıyla siz öğretmemiş miydiniz bana, esrik, Beklan bey?

Oyun, film, müzik, roman, resim vb. üreten tüm insanlara hatalı olarak “sanatçı” demek pelesenk olmuştur dilimize. Oysa bu insanların ezici çoğunluğu sanatkar değil zenaatkardır, ki bu da kıymetsiz bir şey değildir. Bilinen ilk tepki Ercüment Behzat Lav’ınkidir bir manifesto eşliğinde. Ama bu tematik sularda kalmış bir isyandır, coğrafyanın tiyatronun kalbine ilk atağını yapan ise Beklan Algan’dır. Coğrafyanın ilk ve hala pek ender tiyatro “sanatçısı” olarak.

Bir fotoğrafın arabı olsun benden, eline geçecek mi bir gün?… Köpeğimle çektirdiğim. Issız ve korkunç. Yapraklarını dökmüş ulu bir ağacın altında bir kanepeye incelikli ilişmiş olarak… Ölümden sonraki bir şeyin korkusu olmasaydı?

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet Atak

Yanıtla